
Renklerin mahlası neydi sahi?
Titrek ay ışığından sarkan
Yıldızın nefesinde mi saklıydı gök
kuşağı?
Belki de bir su küresi
İçinde kaykılmış nice ruh
Bir resmin de azat ettiği üç beş
suret…
Şaibeli bir izdivaçtı adeta en çok
aşkın kürediği hüzünde saklı kırık üç beş nota bazense kayan yıldızdan arda
kalan o iç sızlatan sesi ve nazı ve acısı kırık kanatlı kuşun da vedası belki
de…
Ela bir kuşun yırtık göğüs kafesinde
şakıyan rüzgâr ve elemin çıtası yükseldikçe boğuluyor göğün saltanatını süren
üç beş gölgeden arda kalmasını beklediğimiz bir hiçlikten de ötesi saklı iken
içimizde.
S/üzülen kar tanesine meftun bir
bulut elbet uykuları kaçan gecenin çılgın sessizliğinde ve siyahın sihirli
gülüşünde kaybolan bir yıldız gibi kuyruğum takılıyor yürüdüğüm her yerde.
Süklüm püklüm değildir acılarım:
oldukça haşmetli ve kırık değildir bakışlarım en çok gözünün içine baktığım
insanların yüreğine d/okunmayı seviyorum.
Eflatun göğün kaşı kalkmış.
Rüzgârın perçemleri savrulmuş.
Aşksa bir yerlerde gömülmüş.
Ve hala kulağıma küpe bir ömür
verilen öğütler.
Günü de küredik ya ve geceyi de
giyindik sonra şiirlere soyunduk sonra da çapkınca soyundu ay ışığı aslında
dolunay değildi içimizde saklı çünkü dolmayan acılardı yüreklerden taşma
ihtimali.
Sessizce yaşar ve severken.
Nazenin teninde kaderin, artık neyse
resmedilen.
Melun bir gölgeye kafa tuttuk ve
kovduk kapıdan.
Bacadan içeri düşen iblisi gönderdik
cehennem çukuruna sonra da gözleri çukura kaçan geceyi usulca giydirdik hüzünle
ve umutla ne de olsa gün ışığı idi özlem duyduğu gecenin oysaki gün ve gece
nasıl da aykırı mizaçları ile birbirlerine savaş aşmıştı.
Şiirler diktik sökülen her dikişi
sevgiyle yâd edip de dünü.
Paçaları boldu rüzgârın.
Cepkeni kayıptı da perçeminde acının
ve pervazında yarının ve boyutsuzluğunda duyguların…
Neşreden ışık.
Nakşedilen gün.
Mahvolmuş bir hayat.
Geride kalanlar ve.
Meftundu evren ve insanlık hem hoyrat
hem yorgun.
Şerde bile hayır vardı madem.
Matemin iz düşümünde revnak bir
bulutta gizli gözyaşı ve resmin arka yüzü.
‘’İnsanlar öldüler, hep öldüler, bir
gün öldüler.
Anlaşılmaz!’’ (D. Madak)
Mahzun bir gülüş kundaklanıyor ve
gecenin peçesi açılıyor en çok da İlahi bir ışık içime yansıyan belki de beni
dışarı sevk eden hem de ansızın.
Makberin çağrısını duyuyorum ve
ağıtlar yakıyorum yakamozlara: en çok da çekincelerimi dikiyorum gökyüzüne
birer yıldız niyetine ve yamalı hırkamla düşüyorum yollara.
Yollar peksimet tadında ve pekmez
kıvamında.
Aşksa şehrin insanlara tuzağı.
Uzak kılındığım ne ki ve elbet
kıblemde saklı sırlarım en çok da O iken beni dinleyen ve ben her halükarda
anlatıyorum ve sığamıyorum yere göğe bazense öğün atlıyorum her düştüğümde aşka
ve şiire.
Renklerin ağrına gidiyorum içimdeki
karanlıktan dolayı ve arpacı kumruları ayrılmıyor yüreğimin penceresinden.
Nazenin bir rüzgâra rast geliyorum ve
laneti uğurluyorum en çok da ıssızlığın kayrasında bir y/anıp sönüyorum ve
sökün eden her duyguyu tuza batırırmışçasına şiir olarak saklıyorum çeyizimde
hani olur da yolum bir gün kesişir hikâyenin birisiyle…
İşte çoğaldığım o an ve ç/ağladığım…
Masum bir renkten fazlası saklı
içimdeki gökyüzünde ve sadece ben yazarken konabilir ruhlar ve kuşlar.
Şatafatlı bir yalnızlığım var ama bir
o kadar da kalabalığım.
Meftunuyum hayatın belki de kendimin
en büyük düşmanı ve her eziyeti meziyet bilmişken kendime taarruz ettiğim
bilinmezdik her vakit…
Bir düşün ve bir kuşun mezarını
kazıyorum ve uykum geliyor bu sefer ben yatıyorum o düş mezarına ve işte
kızılca kıyamet kopuyor içimde.
Bir hengâme ki duvağı kapalı.
Bir rasathane belki de ruhumun
dikizlediği kâinat.
Aslında içimdeki beni ısrarla
asıyorum darağacına ve bir ömür düştüğüm darboğazdan ancak kurtuluyorum ne
zamanki yolum düşse bir şiire ve içine uzandığım düş mezarından uyanma vaktidir
ne zamanki düşlerimi sözcüklerle buluştursam aslında şarlatan iblisi ve
kötüleri sonsuzluğa uğurlasam.
Şehla bir gülüş belki de kıblemde
saklı.
Şüheda sevinçler mi yoksa mazimde
kapılıp da giden rüzgârın ardından…
En çok rüzgâr olmayı seviyorum ve
esmeyi ve esnetmeyi içimdeki gergin yayı belki de esnemekten ağrıyordur ağzım
ve işte uykum gelmeden sızıyorum şiire ya da uyandıktan sonra ve dünya aslında
benim mezarım en çok da kazurat gölgeleri kovduğum bir ağacın gövdesi belki de
kökümle bağlı olduğumdandır hayata bu düş geçidinden geçip de gerçeklere
dokunduğum.
Ya da gerçekleri kolaylıkla
kabullenmek adınadır gözüm açık gördüğüm her düşü kaleme aldığım.
Belki de ne yaparsam yapayım evren
beni asla kale almayacak ama…
Tutunmak adına sadece kırık bir dala
tutunmak sonra da şahlanan sözcüklerden bir cennet yaratmak ve kurada çıkan
neyse şansıma seviyorum işte bağırmayı ne zamanki yolum bir şiire ya da
hikâyeye düşse:
Tombala!