Yazılı Radyo 13: Uzanamayan Elin Umutsuzluğu
Sevgili dostum,
Yazılı Radyo’ya yeniden hoş geldin.
Bu gece sana, kelimelerin loş bir odada usulca yankılandığı bir yerden sesleniyorum. Sessizliğin bazı geceler nasıl gürültü çıkardığını bilirsin… İşte o gürültünün içinden süzülen bir görüntü var aklımda: Michelangelo’nun Adem’in Yaratılışı.
Ama ben Tanrı’nın kudretini anlatmayacağım.
Ben gözlerimi, tüm o ihtişamın içindeki en küçük şeye, en kırılgan ana dikiyorum:
Ellerin arasındaki o nefeslik boşluğa.
O sahnede Tanrı’nın eli dışa doğru patlayacakmış gibi enerji doludur.
Adem’in eli ise…
Adem’in eli sanki dünyaya henüz karar verememiş bir ruhun eli.
Gevşek… Uykuyla uyanıklık arasında… Var olmak ile hiç olmamak arasındaki o ince çatlakta duruyor gibi.
Herkes o dokunuşun gerçekleşeceği anı bekler.
Ben ise o dokunamama hâline bakıyorum.
O minik boşluğun içine sıkışmış sessiz çığlığa.
Tanrı irade doludur; çağırır, uzanır, davet eder.
Adem ise kendi içine çökmüş gibidir.
“Sana doğru uzanmak için o son enerjiyi bulamıyorum,” der gibi.
Bu umutsuzluk, bir isyan değildir.
Bir vazgeçiş de değildir.
Bu, “Hayatı taşıyacak gücü bulamıyorum,” diyen kırılganlığın umutsuzluğudur.
Sanki Adem’in parmak uçları şöyle fısıldar:
“Hayatın geleceğini biliyorum… ama ağırlığını da biliyorum.
Bu ağırlığı kaldırabilecek kadar var mıyım?”
Tanrı ile Adem arasındaki o küçücük boşluk, aslında bizim kendi hayatlarımızdaki boşluğun aynasıdır.
Bir iş sana doğru uzanır.
Bir aşk uzanır.
Bir ihtimal, bir risk, bir hayal…
Sen de ona doğru eğilirsin ama parmağın o son milimde durur.
O bir santim, bazen yılların korkusudur.
Bazen çocukluktan kalma bir yaradır.
Bazen de “Ya başlarsam ve altından kalkamazsam?” sorusunun soğuk nefesidir.
Hayatın bize sorduğu soru hep aynıdır:
“Dokunmayı mı bekliyorsun, yoksa dokunacak gücü topluyor musun?”
İlk şarkımız, belki de Adem’in elinden yükselen o ürkek melankoliyi Nick Cave’in sesinde yankılatıyor.
Dokunmadan duran bir kalbin duası gibi.
🎵 Şarkımız: Nick Cave & The Bad Seeds – “Into My Arms”
“I don’t believe in an interventionist God
But I know, dear, that you do...”
Türkçesi:
“Ben müdahaleci bir Tanrı’ya inanmam,
Ama biliyorum sevgilim, sen inanırsın…”
Dostum…
Hepimiz o bir santimlik boşluğun sakinleri değil miyiz?
Hayat bize uzanıyor.
Ve biz, o dokunuşun getireceği bütün sorumluluğun ağırlığını bildiğimiz için, parmağımızı bir tık geride tutuyoruz.
Michelangelo belki de bize “Yaratılış’ı” değil,
İnsanın en eski tereddüdünü anlatmak istedi:
Hayatı istemek ile ondan korkmak arasındaki sonsuz salınımı.
---
🎵 Teoman – “Papatya”
Sevgili Yazılı Radyo okuru, sıradaki şarkım Teoman’dan “Papatya”.
Şimdi o bir santimlik boşluktaki tereddüdün ve kabullenişin sesi konuşuyor. Teoman’ın o sakin, kabullenmiş ama melankolik tonu, Adem’in elindeki umutsuzluğu bugüne taşıyor.
“Hayat, bazen yorulur insan
Ne geçmişe yolculuk, ne de geleceğe heyecan…”
Bu dize, tam da o elin pasifliğini anlatmıyor mu?
Ne Tanrı’nın eline uzanacak bir heyecan, ne de geçmişteki huzura dönme gücü…
Sadece o anki yorgunluk ve olduğu yerde asılı kalma hâli.
Sevgili dostum,
Şimdi pencereye bak.
Avuç içini gör.
Kendi elinin duruşuna bak.
Hayat sana doğru uzanmış bekliyor.
Senin elin ise ya yorgun, ya ürkek, ya da o son adımı atacak cesareti toplamaya çalışıyor.
Bu umutsuzluğu inkâr etme.
Ama ona teslim de olma.
Bu geceki Yazılı Radyo metni burada bitiyor, sevgili dostum.
Unutma:
Hayat bazen sadece bir parmak ucu kadar uzakta.
Ve bazen en büyük mucize, o son milimi geçmeye cesaret etmektir.