Deneme / Hayata Dair Denemeler
Eklenme Tarihi : 24.11.2025Günlük Hayatın Maskeleri

Kapıdan içeri girdiğinizde yüzünüze yayılan o düzenli
gülümseme, aslında bir işaret fişeğidir. İnsan, kendi yorgunluğunu, kendi
sıkıntısını bir kenara bırakıp, başkasına güven vermek için yüzünü yeniden
düzenler. Bu, tek başına bir nezaket değil; bir görevdir. Bir lokantada en kaba
sözlere karşılık yine de nazik bir sesle cevap verilir. Bir mağazada, sıradan
bir ürüne olağanüstü bir heyecan yüklenir. Telefonda, öfke ve küfürle
karşılaşan çalışan, sesini titretmeden sakin kalmaya çalışır. Hepimiz biliyoruz
ki bu davranışların çoğu içten değil; hayatın bizden talep ettiği bir rolün
parçasıdır.
Modern yaşam, insanı kendi içinden koparıp, dışarıya uygun bir
yüz takmaya zorlar. Bu yüz, çoğu zaman gerçek duygularla örtüşmez. İçimizdeki
kasvetle dışarıya sunduğumuz huzur arasında bir boşluk oluşur. İşte o boşlukta
insan kendine yabancılaşır. Sosyoloji buna “duygusal emek” der. Yani insan,
kendi hislerini bastırarak başkasına uygun duyguları sergiler. Gülümseme artık
bir içtenlik göstergesi değil, bir iş sözleşmesinin parçasıdır. Satın aldığınız
hizmetin içinde, size sunulan bu yapay huzur da vardır. Ve biz, her gün bu
sahnede rolümüzü oynarken, kendimize şu soruyu sormadan edemeyiz: Gerçekten biz
miyiz, yoksa yalnızca bize biçilen rolün oyuncusu muyuz?
Bir öğretmen düşünün. İçinde belki yorgunluk, belki hayal
kırıklığı var. Ama sınıfa girdiğinde yüzünde sabır ve güven ifadesi taşımak
zorunda. Çünkü öğrenciler, o yüzün ardında bir dağ gibi durmasını bekler. Bir
doktor düşünün. Kendi hayatında belki kayıplar yaşamış, belki umutsuzlukla
boğuşuyor. Ama hastasının gözlerine baktığında, ona umut vermek zorunda. Çünkü
o umut, tedavinin bir parçasıdır. Bir polis memuru düşünün. Gün boyu şiddet,
öfke, kaosla karşılaşıyor. Ama yine de soğukkanlı kalmalı. Çünkü toplum, onun
yüzünde güven görmek ister.
Bir çağrı merkezi çalışanı düşünün. Dakikalarca süren öfke
dolu konuşmalara rağmen sesini titretmeden cevap vermek zorunda. Çünkü işini
kaybetmemek için kendi duygularını bastırır. Hepsi aynı sahnenin farklı
oyuncuları. İçlerinde fırtınalar koparken, dışarıya dinginlik sunarlar. Bu,
yalnızca nezaket değil; bir zorunluluk. Ve bu zorunluluk, insanı kendi içinden koparır.
Bizler, her gün bu maskeleri takıp çıkarırken, kendimize şu soruyu sormalıyız: Gerçekten
yaşadığımız hayat bizim midir, yoksa başkalarının bizden beklediği rolün bir
tekrarı mı acaba? Vesselam.
Mehmet Aluç