
Bir sözcük olmayı abartmak mı benimki
yoksa ya da kabaran kekten bir parça alıp kalanını çöpe dökmek mi?
Yorgun bir sözcük olmayı
reddediyorum, bayım aslında cinsiyet ayrımı yapmadan size bayan diye seslenmek
istiyorum.
Mademki müreffeh bir dünya ve de iklim
özlemi taşıyoruz içimizde sonra da birbirimize yapmadığımızı bırakmıyoruz.
Süklüm püklüm bir evrim geçiriyor
içimdeki cüce ve onun içindeki dev ve ben ağzımla tuttuğum kuşlardan bir
özgürlük parkı inşa ettim hem sözcüklerim de kuşlarım da kibirsiz gerçi her
şeyin artık bir safsatadan ibaret olduğunu biliyorum ama…
Gökkuşağını evin duvarlarına çizdim
sonra da tüm duvarları yıktım ama her şey öylesine karışık ve izafi idi ki
elbet duvarlar ses geçirmez iken bu son haliyle görüntü geçirir hale geldi.
Aidiyet duygumu sorguluyorum sonra da
taslağı olmayan projeler sunuyorum müdürüme ve o sadece esniyor hem de yüksek
sesle ve anlıyorum ki; benim bu şirkette durmam için tek bir sebep bile yok
elbet aldığım yüksek maaş dışında ve bunca şey yaşamış biri olarak bu maaşa
ihtiyacım var.
Ve yüreğim nasıl da kuş gibi
çırpınıyor ve bana bakan bunu görmüyor zaten üstümü başımı denetliyor sanırım
ne zamanki bana bakan birinin gözleri kıyafetlerime gitse ve ayakkabılarımın
boyalı olup olmadığına bakıyorlar hem de nasıl ve ben yüzümü boyamayı
reddediyorum ve sürekli elimde bir sünger ayakkabılarımı parlatıyorum sanırım
dünden kalan bir alışkanlık hele ki okul yolunda ayağıma tek geçirdiğim annemin
eskimiş ve yıpranmış terlikleri iken.
Babam öldükten sonra seneler var ki
ayakkabı giymedim gerçi halimize acıyıp da eskilerini veren üç beş komşumuz
vardı ama ve ben nasıl da sevinmiştim onları ayağıma geçirdiğimde ama devamı
gelmedi işte…
Hele ki sabahın erken saatlerinde
kalkıp da evimize uzak mesafede olan okuluma gitmek için mutlulukla o emanet
ayakkabıları ayağıma geçirip de karşılaştığım aynı yaştaki komşunun kızı:
‘’Hım, nasıl da yakışmış ayağına
Aynur. Ve lütfen ayakkabılarıma iyi bak yoksa bir sonrakini başkasına
veririz.’’
Tam da Besmele ile ilk adımımı
atmışken…
Ve o gün okula çıplak ayakla gittim
üstelik üstüme büyük gelen o alacalı bulacalı hırkayı da hırsla çıkarıp kızın
suratına attım.
Belki de okula gitmemeliydim ama ben
mademki okuyup büyük adam olacaktım ya da kadın ne de olsa cinsiyet
ayrımcılığına hep karşı çıktım gerçi babam eve her geldiğinde annemi yerlerde
sürüklerken ve annem sırf bizim için bu acımasız adama katlanırken.
Hayat ne garipmiş doğrusu. Bir gün
gelip de babamı özleyeceğim hiç gelir miydi akla?
Tam anneme bunu söylerken hışımla
kalktı oturduğu sandalyeden:
‘’Midemiz yine boş Aynur ama en
azından gözlerim yaş dolu değil hem yaralarım da iyileşmeye yüz tuttu.’’
Annem haklı, evet: babam yaşarken de
aç yatardık her gece en azından şimdi evde huzur var. Ama yine de emin
olamadığım bir şey var elbet annemin yaralarının gerçekten iyileşip
iyileşmediği.
Sözcüklerimin nereye gideceği
umurumda değil mademki elim ekmek tuttu ve mademki annemi de başköşeye oturttum
üstelik çıplak ayaklarım artık üşümüyor gerçi içimdeki çocuk hala zangır zangır
titriyor ama…
Okula ayağımda ayakkabı ya da terlik
olmadan gittiğim o gün ve müdür beni bir kenara çekip de…
Bilin ki ne söylediğini asla size
söylemeyeceğim ama bildiğim bir şey var ki; artık ne yapmam gerektiğini
öğrendim o gün hele ki ayakkabıların sahibi o komşu kızı gidip de beni müdüre şikâyet
etmişken ve ben günlerce okula çıplak ayakla gidip geldim ta ki ücretli derse
giren İngilizce öğretmenimiz beni fark edene kadar.
Gerçi herkes farkındaydı ne olduğumun
ama ben bir bireydim eşya olmayı reddeden üstüne üstük Allah’a yemin etmişken
iyi bir insan olacağıma dair ve de kimseyi küçük görmeyeceğime elbette okulumu
bitirip mesleğimi de elime aldım mı…
Tüm okulun göz hapsindeydim artık ve
çorap dahi giymeyi reddetmiş ayaklarım kanaya kanaya gidip geldim okula uzun
bir süre ve yapılan tüm aşağılayıcı yardımları reddediyordum çünkü ben annemin
kızıydım annemse bir yorgun savaşçı ve her eve gittiğimde ayaklarımı tuzlu suya
koyup dakikalarca tasta bekletiyordum yaralarım ve acılarım dinsin diye.
Beni fark ediyordu insanlar ama iyi
gözle ama art niyetle ve biliyordum artık onların gözünde ne olduğumu.
Lakin ben kendimi biliyordum ve
onların bakışlarını görmezden geliyordum ama o gün…
Yine soğuk ve yağmurlu bir günün
sabahında vardım okula erkenden ve oturdum sırama bir an evvel dersin
başlamasını bekliyordum gerçi boş geçen çok saatimiz vardı ne de olsa okula
ataması yapılmayan sayısız öğretmen vardı o tarihlerde ve ücretli çalışan
İngilizce öğretmenimiz inanılmaz bir performans ve üstün gayretle boş geçen
diğer branş derslerine de giriyordu. Bu arada müdürümüz değişmiş ve yerine yeni
bir müdür atanmıştı ve adı hala aklımda:
‘’Mehmet Rüzgar.’’
Adam gerçekten de rüzgar gibi
esiyordu okulda ve ücretli çalışan öğretmenimizle ağız birliği etmişçesine tüm
okula inanılmaz bir istikrar gelmişti gösterdikleri insan üstü çaba hala
hatırımda zaten beni ben yapan da bu iki değerli eğitimcidir.
Sürekli telaş halindeydi İngilizce
öğretmenimiz ve demesi oydu ki; ataması yapılamadığı için ücretli çalışmayı
tercih etmişti üstelik başka imkânları olduğu halde ve işte ilk görev yeri de
İstanbul’un çok ücra bir semtinde olan okulumuzdu ve anladığım kadarıyla
öğretmenimiz mesleğine âşıktı.
Sözcüklerim gerçi çalıştığım şirketin
haricinde bir yerel bir dergide köşe yazarlığı da yapıyorum bu anlamda beni
çelimsiz ya da kendini bilmez biri sanmayın en çok da şimdi zorlanırken
duygularımı aktarmak adına ve ne yazık ki bu iki değerli öğretmenimin izine
rastlayamadım yıllar sonra gerçi ikisi de genç ve idealistti ve bize o kadar
şey sunmuşlardı ki.
Sözcüklerimin dokunulmazlığı var ve
ben bu cümleleri yazarken annem yatağında derin acılar içerisinde uyuyor hele
ki bir ömür babamdan yediği dayak ve beni ve kardeşlerimi okutmak adına
yıllarca dişini tırnağına takıp önüne gelen her işte namusuyla çalışırken ve
seneler sonra biz tam da huzura ve düzenli bir gelire ve iyi bir hayata
kavuşmuşken.
Aklım annemde gerçi ben işteyken bir
hemşire ona refakat ediyor ama…
Aklım hala da dünümde hem ve elbette
ayakkabılarım boyalı olmalı yüzümse boyasız ve doğal ve asla da maske takmadan
yaşarken bir ömür.
Bunu bana yansıtan annemdir ve
dünümde saklı kalan öğretmenim ve adı da bende saklı kalsın, olur mu? Çünkü
inanılmaz utangaç ve merhametliydi ve onun izine yeniden rastlayamamanın
verdiği üzüntü ile doluyum ama içimdeki sese de inanıyorum çünkü her şeyin en
güzelini hak ediyordu o aslında müdürüm de ve tüm öğretmenlerimiz ama bazı
insanlar bir adım öne geçebiliyor hele ki bunu insanlık adına şiar edinmişken…
Bana yalınayak Aynur diyordu
neredeyse okulun tüm öğrencileri ve ne zamanki bu, öğretmenimin kulağına gitti
üstelik yaşadığım olay soğuk bir kış günü meydana geldi ve nasıl da yağmur
yağıyordu o gün adeta gök delinmişçesine ve bizler bu hava koşullarında merak
içindeydik öğretmenimiz gelir mi gelmez mi diye…
Geldi elbette ama birkaç saat rötarla
ve sınıfa bir daldı ki üstelik gülen gözlerle ve üstü başı sırılsıklam ama
ötesi de vardı işte ve bunun bilincine varan sadece ben değil tüm okul olacaktı
ve tüm öğrenciler hatta burun kıvıran veliler ve sözüm meclisten dışarı yine
birkaç da diğer öğretmen.
‘’Öğretmenim…’’
‘’Çocuklar kusura bakmayın azıcık geç
kaldım ama telafi edeceğim elbet. Haydi, tüm defter ve kitapları kaldırın
sıradan ve sadece beni dinleyin çünkü size bir hikaye anlatacağım üstelik
başımdan geçen ve bire bir olan.’’
Hepimiz kulak kesilmiştik ve arka
sıradan birkaç öğrenci kıkırdamaya başladı:
‘’Öğretmenim çok ıslanmışsınız.
Üşütmeyin hani.’’
Oysaki hiç de üşür bir hali yoktu
üstüne üstük ceketini çıkardı ve şimdi üzerinde incecik bir kazak vardı üstelik
kolları yırtık.
‘’Siz üşümeyin yeter ki. Yeter ki siz
iyi olun ve sonuna kadar okuyun ve ülkeye faydalı gençler olun.’’
Öğretmenim o kadar güzel ve doğaldı
ki üstelik çok güzel ve şık giyinen biri ama bu gün her zamankinden çok
farklıydı. Kollarımı çekiştirmeyi bıraktım ve vazgeçtim anamın yama yaptığı
kazak kollarını saklamaktan. Demek ki öğretmenler de yırtık ve yamalı kazaklar
giyebiliyordu üstelik bu kadar okumuş eli ekmek tutan ve…
Arkadaki diğer öğrenciler de
kıkırdamaya başlamıştı bu sefer dayanamadı biri ve sordu:
‘’Öğretmenim siz de mi yalınayak
geziyorsunuz artık Aynur gibi?’’
Göz göze geldim bu eşsiz kadınla ve
gözlerindeki nemi ve ışıltıyı gördüm ansızın gerçi öncesinde de buna şahit
olmuştum ama bu gün bir başkaydı öğretmenimiz.
‘’Neden olmasın canım? Herkes
gezebilir yeter ki yürekleriniz yalın ayak olmasın; yeter ki yürekleriniz yalın
sevgiyle dolsun.’’
Ayaklarım üşümez oldu bir anda ve
sınıf öylesine ısınmıştı ki üstelik yağmur kara dönüşmek üzereydi dışarıda ve
okulun kaloriferleri aylardan sonra ilk kez az daha olsa yanıyordu.
Her şeyin ötesinde yüreğim o kadar
ısınmış ve huzurla atıyordu ki ve o gün iyice dank etti aklıma ne yapmam
gerektiği. Herkesten çok çalışacaktım ve okulun en iyi öğrencisi olacaktım hoş
zaten başarılı bir öğrenciydim ama…
Sonra sandalyeye astığı poşetin
yanına gitti öğretmenimiz ve içinden iki çift ayakkabı çıkardı ve yine göz göze
geldik öğretmenimle:
‘’Haydi, gel de beraber giyelim
ayakkabılarımızı bak ikisi de aynı model sadece numaraları farklı. Önce sen mi giyersin
ben mi?’’
Ne yani, öğretmenimle bir örnek
ayakkabılarım mı olacaktı üstelik hayatımda aldığım ilk ve en unutulmaz hediye.
Çekinmem için bir neden yoktu artık mademki öğretmenimin de ayakları çıplak ve
üşümüştü…
Tereddüt dahi etmeden yanına gittim öğretmenim
ve kulağıma fısıldadı usulca:
‘’Ders çıkışı müdür beyin odasına
gel, Aynur. Senin için bir sürprizimiz var.’’
Gülen gözlerle baktım öğretmenime ve
usulca başımı salladım ve başımı okşadı anaç bir ifadeyle.
‘’Öğretmenim, bize anlatacağınız o hikâyeyi
söyler misiniz?’’
‘’Sınıfa girdiğim ilk andan beri ne
anlatıyorum sanıyorsunuz çocuklar? Hem zaten günün birinde Aynur bu hikâyeyi
kalemine yakışır bir şekilde yazacak, öyle değil mi Aynur?’’
Yazdım üstelik o hikâyeyi de değil
yalnızca. Nice hikâye hem başımdan geçen hem hayal gücümün emrinde ama en güzel
hikâye yaşayıp başarmaktı elbet sevgiyle beslenen bir yürek ve insanlar…
Aslında benim hikâyemi yazan Tanrı ve
sevgili öğretmenim: üstüne kaç hikaye yazarsam yazayım haklarını ödeyemem ve
Allah’ın verdiği güç ve bunca imkansızlık içinde devlet de bana sayısız imkan
yaratmışken ne yazarsam yazayım ne yaparsam yapayım borcumu asla ödeyemem…
İşimde çok mutlu olmasam da zor bir
hayatın meyvelerini topluyorum üstelik geceleri de yaptığım başka bir mesleğim
var hem de çok sevdiğim elbet öğretmenimin de eşlik ettiği nice hikayeyi
yazmama vesile.
Uyumadan annemin ilaçlarını
vermeliyim bir de yarın giyeceğim ayakkabılarımı iyice parlatmalıyım gerçi
artık kimse dikip de gözlerini ayağıma bakmıyor ama.
Her nerede isen seni seviyorum canım
öğretmenim.