SEZON
Ticarette, satılan malın çok talep edildiği; bol bol alınıp satıldığı bir dönem vardır. Bu döneme “sezon” adı verilir. Allah’a kullukla ticaret arasında da bir ilgi vardır. Saff Suresi’nin 10–11 ayetlerinde bu, “Cehennem’den kurtuluşun yolu” olarak teklif edilir. Hayatın tümü kulluktur ama “üç aylar” dediğimiz süreç, ticaretteki sezona benzetilebilir.
Oruç Bayramı öncesindeki Ramazan, Şaban ve Receb aylarına “üç aylar” dendiğini biliyoruz. Üç aylar daha çok biz Türk’lere özgüdür. Osmanlı’nın hâkim olduğu topraklarda izine rastlansa da aslında Anadolu merkezlidir. Halkı Arap olan Müslüman ülkelerde “üç aylar” yok; “dört aylar” vardır. Sadece Receb ayı bunların içindedir; diğerleri Hac ayı ve öncesi ile yılbaşı sayılan Muharrem’dir. Bu aylarda savaş yasak olduğu için, Arapça adına “Eşhur-u Hurum” denir.
Hicrî takvim dönerli olup bütün mevsimleri dolaştığından, Haziran ayının ilk hafta sonu itibarıyla geçen yılın üç ayları girmişti. “Ticaret-ibadet” ilgisi ve sezon benzetmesinden hareketle, birçokları gibi, biz de bazı dostlarımıza, Receb ayının başında mesaj göndermiş; üç aylarını tebrik etmiştik. İlk cuması Regaib kandili olduğu için karşılığı gecikmedi ama bu cevaplardan biri bana ilginç geldi:
“Müjde! Bu gece günahlarda %100’e varan indirimler, iyiliklerde 1000 katına varan puanlar, sizi bekliyor!
"Not: Kul hakkı kampanya dışındadır! İyi kandiller..."
Düşündüm. Mesaj, tamamen ticarî mantıkla yazılmıştı ve yoruma açıktı. İbadet-ticaret ilgisi Kur’an’da kuruluyordu. Sezon benzetmesi de bizden çıkmıştı ama bir an bana garip geldi. Korktum. Alay ediliyor olabilir miydi? Olamazdı; çünkü gönderenler/gönderilenler arasındaki ilişkiler İslamî idi. Öyleyse bu, biz hocaların anlattığı şeylerin algılanması sonucunda, “modern tarzda yorumlanmış” bir mesaj olmalıydı.
Anlatımda sizin ne söylediğinizden çok dinleyenin ne anladığı önemlidir. Söz ağzınızdan çıktıktan sonra sizin elinizde değildir; yoruma açıktır. Tepki ya da geri dönüşüm olursa yankısı hissedilir; yoksa neye çekildiği, nereye gittiği kestirilemez. Teşvik olsun diye söylenmekte sakınca görülmeyen sözler, söyleyenden davacı olabilir. Nitekim uydurma hadislerin uydurulma gerekçelerinden biri de “daha dindar olmayı sağlamak için”, önderimiz Muhammed’e (saygı, sevgi ve selam ona) dindarların söylettiği sözlerdir. Hz. Muhammed adına hadis uydurmak –O’nun ifadesiyle- Cehennem’den parsel ayırtmaktır. Hadis uyduranlar bunu çok iyi bilirler ama yine de Arapça’nın bir dilbilgisi kaidesini yamultarak, iyi bir şey yaptıklarını dile getirirler. İnsan bu; hani, “çiğ süt emmiş” derler.
Hocaların, konuşurken sarf ettikleri sözlerin kaynağını bilmeleri gerekir. Ayet mi, hadis mi? Hadis ise, sahih mi? Menkıbe mi? Menkıbe dediğimiz hikâye cinsinden uyduruk bir şeyse, ille de “halkın hoşuna gidiyor” diye anlatılabilir mi? Acaba bu menkıbe ayetle ve sahih hadislerle çelişkili mi? Faydasından çok zararı olabilir mi? “Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder” sözü atalarımız tarafından söylenmiştir.
Kayseri, bulunduğu coğrafyadaki yolların kavşağında yer aldığı için, ticaret merkezidir. Benim gibi memurlar ticaretten anlamaz ama anlayanları bilir. “Erciyes dağı kadar kar’ım olsa/ Kabayel gibi müşterim olsa” sözü eski ve Kayseri’lidir. Kaba yel yani lodos, kara köz gibi değip erittiği için, satılan mala; sonuçta müşteriye benzetilmiştir. Erciyes’in karıyla, kaba yeliyle böylesine bir ilgi kuran Kayseri’li hocaların bol bol bağış yapıldığını söylediği kandil gecelerini ticarî kampanyaya niçin benzetmesin?!...