Şimdi bunları
düşünüyorum. Sessizliğim o derece arttı gitti. Herşeyden geçtim aylardır.
Hiçbir şeyimle ilgilenemez oldum. Fakat önceden böyle miydim. Bunlar mı düşünür
dururdum. Neden diye sorar mıydım kendime, neden?
Bazı olaylar gün geçtikçe
tazelenir oldu. Geçmişim hala bir şeytan, ya da yüzü o derece çirkin; ihtiyar
kötü bir koca karı gibi peşimden geliyor. Bazen kaçıyorum ondan, bazen ise
oturup adamakıllı konuşmak geliyor içimden. Sorduğum her soruya doğru düzgün
cevap veren, sakin, anlayışlı bir insan olarak görüyorum onu. Ama biraz üstüne
gidiverince birden çirkinleşiyor hasbam.
Bir sabah
vaktiydi. Gece delirmiş gibi yağmuş yağmıştı. Bahçemizin her yeri gölete
dönmüştü gibiydi. Hala hafiften yağıyordu bir taraftan. Herkes uyuyordu daha,
benden başka uyanan yoktu. Tuvalete gittim geldim. Yağmurun ve toprağın
kokusunu ciğerlerime doldurdum. Küçük bir kahvaltı hazırladım kendime. Yeni
Türkü’nün en sevdiğim şarkılarını açtım VCD playerden.
Mutfağın kapısı
açıktı. Bir yandan kahvaltımı ediyor; bir yandan ise mutfağın penceresinden
karşıdaki delirmiş gibi esen rüzgarda dans eden kavak ağaçlarını seyrediyordum.
İşte o an geçmişimi düşündüm.
Bir şekilde
dünyaya geldim. Bazen alıştım, bazen şaşırdım. Çocuk da oldum, genç de oldum.
Bazen yaşlandım, bazen ise ölmüştüm sanki. Güzel şeyler de vardı dünyamda...
Sevgilimin gözleri. Bulutlar, yağmur, rüzgar...
Şimdi bunları
düşünüyorum. Sessizliğin tam ortasındayım. İstemedim hiçbir zaman dünyanın
malını mülkünü, sevgiyi arzuladığım kadar...