Bir toplumun medeniyeti cezaevleriyle ölçülür...Dostoyevski

Bayrampaşa Cezaevi-1982


Diğeri hiç konuşmasa da o devamlı söyleniyordu.
 
"Hızlı yürü ulan şerefsiz, senin yüzünden yollara düştük. Hadi lan çabuk ol, yol paran bile yok. Otobüsten otobüse hamal gibi dolaştırdın bizi."

Polis memurunun devamlı ikazı ile bağırması sarışın, genç adamı ürkütüyordu. Elleri kelepçeli olduğu halde polislerin birkaç metre önünde yürürken titremesi daha da çoğaldı... 
"Düzgün yürü ulan, Almanya mı zannettin burasını. Şimdi ananın ..... görürsün, pezevenk seni."

Bazen tutukluya bir tekme sallarken, arada bir sırtına yumruğuyla vuruyordu. Kıdemli polis memurunun bağırmasına, feryat etmesine diğeri gülüyordu.. Tutuklunun ayakları hala titriyordu. Belki de karakolda yediği falakadan olacak ki ağır aksak yürürken göz ucuyla çevresini izliyordu. Haklıydı polis memuru, burası hiçte Almanyaya benzemezdi... Bayrampaşa Cezaevinin kapısına geldiklerinde tutuklu korku ve dehşet içerisinde yüksek kulelere dikenli tellere bir kaç kez daha  baktı. Cezaevinin giriş nizamiyesinde oturan gardiyan ayağa kalkarak kapıyı açtığında içeri girdiler.

Dışarıdaki soğuk havaya, yağan kara rağmen, içerisi sıcaktı... Elindeki evrakı masada oturan gardiyana teslim eden polis memuru, soba başında ellerini ısıtırken ağzından  buhar saçıyordu. Sıradan, rutin işlemleri polis memurları, gardiyanlar, nöbetçi kolluklu asker alışkın sayılırdı. Gardiyanın sorduğu sorulara bozuk türkçesiyle cevap vermeye çalışan tutuklu arada bir kekeleyerek konuşuyordu. Soba başında ısınan sinirli polis memuru sık sık araya giriyordu. 

"Hırsız bu orospu çocuğu, Almanyada da oto teybi çalıyormuş. İzne gelmişler, burada da devam etmiş."

Gardiyan evrakları incelerken başını sallıyordu.Suratını ekşitirken  güldü... 
"Vay be yirmi günle on sekizi tutuyor, şanssızmış pezevenk.Bunu  Karantinaya teslim etmeniz lazım. Bu evrakla  gidin teslim edin."

"Daha önce buraya teslim ediyorduk hayret bir şey, nerede bu karantina."

Ayağa kalkan gardiyan pencerenin önünde parmağıyla cezaevinin orta bölümünde bulunan yüksek parmaklıklı bir yeri gösterdi.
"Nöbet bekleyen şu askeri görüyorsun ya...İşte  yeni açılan karantina orasıdır."

Polis memuru hiç bakmadan tutuklunun kelepçeli ellerinden tutarak öfkeyle hırsla çekti. 
"Haydi gel Allahın belası gidelim"

Giriş bölümünden çıktıktan sonra hızlı adımlarla nöbet bekleyen askerin yanına geldiklerinde kağıdı askere uzattıktan sonra zoraki bir gülümsemeyle sordu:
"Buraya mı teslim edeceğiz?"

Elindeki tüfeği bir kürek gibi tutan asker uykulu gözlerle polislere ve tutukluya baktı. Kendinden çok emin ve güçlü bir insan havasında kendini kasarak sordu:
"Bakayım şuna suçu neymiş hemşerim?"

"Ne olacak, hırsız. Oto hırsızı."

Asker cevap vermeden genç adam omuzlarından ayakkabılarına kadar göstermelik bir arama yaparken, tutuklunun cebindeki yarım paket sigarayı çıkardı. 
"Sigara yasak hemşerim, bu kalacak. Paran yok mu?"

"Yok parası şerefsizin. Bu soğukta yollarda süründürdü bizi."

Nöbetçi asker kapıyı açarken bir binanın kubbe şeklindeki büyük kapısını gösterdi. 
"Karantina orası, aha oraya teslim edilecek."

İki polis tutukluyla gösterilen binaya doğru giderken, nöbetçi asker onları izliyordu. Tutukludan aldığı yarım paket sigaradan bir tane çıkarıp yaktıktan sonra paketi cebine koydu. Volta atarken ağzından bir türkü mırıldanıyordu. Polisler demir kapıyı hızla yumruklarken, küçük mazgal kapak açıldığında bir gardiyanın esmer suratını, kalın bıyığını, morarmış bir çift gözü gördüler. Kapı açıldığında tutukludan çok polisler şaşırmıştı. Büyük kapalı bir avluya girmişlerdi. Esmer suratlı, kara kafalı beş altı gardiyanın elinde kalın sopalar varken,ortalık sesten kargaşadan inliyordu.

Altı metre yüksekliğinde, demir bir kafesin içinde yüzlerce tutuklu haykırıyordu. Baş gardiyan öfkeyle polislere çıkıştı. 
"Tam zamanında geldiniz be, bekleyin biraz şu kenarda durun." 

Tek tip elbise giyen, saçları sıfır numaraya kazınmış mahkumların görüntüsü polisleri, ürküttü.. Bunlar insandan başka her türlü yaratığa benziyordu.... Beş on tanesi demirlere bir maymun gibi tırmanmıştı...Bazıları "ekmek, ekmek açız" diye haykırıyordu. Gardiyanlar demirlere tırmanan mahkumların ellerine, ayaklarına sopalarla vururken, bir kaçı yuvarlanarak yere düştü... Birkaçı da kendini aynı anda yere atıyordu. Başgardiyan ana avrat küfürleri saydırırken bağırıyordu. 
"Ulan bir gün ekmek gelmedi diye kıtlık mı çıktı, orospu çocukları akşama gelecek, inin lan oradan, içeri girmeyelim fena olur diyorum"

Polisler de, yeni tutuklu da dehşet içerisindeydi. Gardiyanların sayısı artınca kafesin kapısını açarak içeri girdiler. Az önce bağıran, haykıran tutuklular bir anda çil yavrusu gibi küçük odalara girerek gözden kayboldu. Yakalananlar da anında tekmeyi, sopayı yiyordu. Gardiyanlar karantina bölümünden çıktıklarında yüzlerce insan sanki yer yarılıp da içine girmişti. Başgardiyan polisleri çağırdığında masasına oturmuştu. Sinirli polis memuru bir anda yumuşadı. 
"Baş efendi neler oluyor böyle olay mı çıktı?"

Baş gardiyan evrağı imzalarken polise bakmadan hırlayarak boğuk bir ses tonu ile konuşuyordu:
"Fırın arıza yaptı, ekmek çıkmadı. Görüyorsun ya ibneler neler yapıyor.Dışarıda açlar, bura da açlar, sanki ben doyuracam şerefsizleri... Tamam alın teslim yazısını."

Polisler adeta yangından kaçarcasına karantina bölümünden çıkarken tutukluyu unutmuşlardı. Tutuklu korku, dehşet içersinde perişan bir halde. olduğu yerde durmuştu, adeta ayakları kilitlenmişti. İki sopalı gardiyanın ikazıyla başını çevirdi. 
"Gel lan buraya dikilme orada çabuk şu odaya gir, soyun."

Küçük bir odanın içine girdiğinde eskimiş mahkum elbiselerinin yığıldığı bir kabindeydi. Birkaç dakika geçmemişti ki iki gardiyan yeniden içeri girdi. Hırsızın elbiselerini, ayakkabılarını kontrol ederlerken soru sormadılar. Üzerinde sadece bir don kalmıştı. Bir tanesi elindeki sopayla külodu araladı. Önce önüne, bacak arasını, arkasını sopayla yokladı. 
"Tamam şu elbiselerden birisini giy,  hadi sıranı bekle, saçlarını kessinler."

Dayak yiyeceğinden endişe eden hırsız ilk kez biraz rahatlamıştı. Dehşet içerisinde az bir dehşet onda az da olsa belki de bir mutluluk yaratmıştı. Profesyonel bir mahkum elinde traş makasıyla gelenlerin saçını sıfıra vuruyordu. Giydiği elbisenin içinde adeta kaybolmuştu. Gardiyana söylemekten çekindi. Kollarını paçalarına bir kaç kez katladıktan sonra pantolon belini eliyle tuttu.. Berberin çağırmasıyla sandalyeye oturdu. 
Uzun boylu asık suratlı berber yıllardır hapis hayatından bezmiş gibiydi. Korkunç çirkin suratı ile temiz yüzlü kırmızı yanaklı bu genci traş ederken tuhaf bir şekilde bakıyordu. Kör makina yüzünden olacak ki hırsız acı çekiyordu.

"Hırsız mısın?"
"Şey evet abi."
"Ne çaldın?"
"Teyp"
"Nerede?"
"Şişlide."
"Fazla konuşma ulan dikkat et başgardiyan bize bakıyor. 

Karantina iki bölüme ayrılmıştı. Bir bölümde gardiyanların kayıt idare bölümü yazılıydı. Diğer ikinci bölümde ise bir kafesin içinde yedi sekiz tane küçük koğuş ve içinde onlarca ranza bulunuyordu. Genç hırsız traş olurken  etrafına  bakmaya çalışıyordu. 

"Ahmet abi bunun traşı bitti."

Berber mahkumun sesi duyan gardıyanlardan bir tanesi kafesin kapısını açarak onu içeri soktu. Ne yapacağını şaşırmıştı. Bir odanın önünden geçerken ürkerek baktı. Ranzalarda uzanan mahkumların bazıları sessizce konuşurken, birçoğuda kahverengi battaniyelere sarılmıştı. Hangi odanın önünden geçse de gördüğü manzara aynıydı. Midesi bulanıyordu, odalardan yayılan koku yüzünden kusmamak için yere çömeldi... Arada bir bazı mahkumlarla göz göze gelse de bakışlarını kaçırdı. Paspasların yığılı olduğu bir yerde durduğunda kapıdan baktı. Burası tuvaletti. Yedi sekiz tuvalet yanyana diziliydi. Kapılar yarımdı. Kapı kapansa da içerisi görünüyordu. Tuhaf bir durumdu. Tuvaletin kokusu daha da ağır, berbattı. Lavaboların çoğu kırılmıştı, her yerden su akıyordu. Kusmaya çalışsa da başaramadı. Tuvaletten çıktığında duvarın önünde yeniden  diz çöktü. Ağlıyordu. Onu izleyen genç bir adamın farkında değildi. Bir odadan çıkan iri yarı, sarışın genç adam başında dikilmişti.

"İlk kez mi cezaevine düşüyorsun?"

Başını kaldırdığında onu gördü. İri yarı adamın bakışları sertti... 
"Evet abi."

"Nerede oturuyorsun?"

"Almanya da "

"Almancısın demek. Buralarda ne işin var? Kendini boş yere yaktın be oğlum. Nerelisin?"

"Göçmeniz, Yugoslav göçmeni."

"Gel benimle."

Ayağa kalktığı gibi peşinden yürüdü. Küçük bir odaya girdiklerinde yedi sekiz genç daha onları karşıladı. Mahkum elbiselerine, dazlak kafalarına rağmen bu grup diğerlerinden biraz farklıydı. Bir anda bu insanlara güven duymuştu. Sanki rahatlamıştı. 
"Bu ranzada yatarsın. Bunlarda bizim çete üyeleri. Bayrampaşada oturuyoruz. Biz de göçmen sayılırız. Bugün yarın dağıtım olacak, dağıtım olana kadar bizden ayrılma tamam mı?"

Onunla diğerleri hiç ilgilenmedi. Çok rahattılar, şaka yapanlar bir yana, arada bir kabadayılık gösterisi yapanlar da vardı. Çıktığı ranzada etrafı izlerken gözleri kapandı. Başının büyük bir belada olduğunu hissediyordu.

---Sayım Ulan Sayım, Herkes Kalksın---

Bir anda duyulan ses üzerine ranzalardan inen mahkumlar koşturmaya başladı. Ellerinde sopalarla koğuşlara giren gardıyanlar bağırıyordu. Ranzalardan paldır küldür inenler koridorlara diziliyordu. Gardiyanlar yanlarından koşarak geçen mahkumlara sopalarla vuruyordu. Birkaç dakikada koridorda çift sıra halinde askeri bölük gibi dizildiler. 

---Sağ Baştan Say---

---Bir, iki, on beş, kırk yedi, elli beş, yüz yirmi, yüz kırk yedi son Başefendi---

Baş gardiyan elindeki mevcut listeye mahkumlara baktıktan sonra tekrar bağırdı. 
"Yemeği dağıtın ulan, kavga etmeyin sakın, şerefsizim aç bırakırım ona göre kafamı bozmayın. Sırayla, kavga etmeden, adam gibi yiyin yemeğinizi."

Mahkumların bazılarında tabak, kaşık varken çoğunun eli boştu. Tabakları olanlar üç tane uzun masanın etrafına dizilirken, olmayanlar da sırasını bekliyordu. Üç ihtiyar şarapçı yemek dağıtımda görevliydi. Ellerinde kepçeyle gelen nohutu, bulguru dağıtırken, yemek dağıttığı kepçeyle de sırayı bozanlara vuruyorlardı. Mahkumlar çıldırmış gibiydi. Dört kişiye bir tabak, iki kaşık düşüyordu. Kaşıkla iki lokmanın alanın elinden bir diğeri zorla alıyordu. O da bir diğerine veriyordu. Yemekler etrafa üstlerine başlarına saçılıyordu. Hem yemek, hem dayak aynı anda uyum sağlıyordu. Gardiyanların haricinde gücüne güvenen bazı eski tecrübeli mahkumlarda düzeni sağlamak için gardiyanlık yapıyordu. Göçmen çetesi de altı kişiydi. Onlarda da üç tabak, dört kaşık vardı. Çete uyumu olacak ki sırayı bozmadan kaşıklar paylaşılıyordu.  

"Bak koçum yarın büyük ihtimalle dağıtım olacak. Hepimiz koğuşlara dağılacağız. Gittiğin koğuşa dikkat et kimselerle muhattap olma, sana gülene, ilgi gösterene kanma. Ranzandan sakın inme. Bir şey ikram etseler dahi alma tamam mı?"

"Neden abi?"
Adamın sert bakışları yumuşadı, ağzından kelimeler güçlükle çıkıyordu...
"Bak koçum sana ne desem boş ver sen..Gittiğinde anlarsın!"

Telaşla yenen yemek molasında bile devamlı tavsiyelerde bulunuyordu. Çete tecrübeliydi. Tavsiyeler sert, acımasızdı. Yemek bittiğinde masalar, koridor nohut tanelerinden, salça bulgur artıklarından geçilmiyordu. Kısa bir süre sonra gardiyanlar yine sahneye çıktı. 

----Sayım Ulan Sayım, Çabuk Olun Ulan İbneler, Yemeği Yediniz Çabuk Sıraya---

Aynı koşturmalar, patırtılar, küfürler, sopalar ile sıra birkaç dakikada yine tamamlandı. 

---Tecavüzcüler, Irzcılar, Hırsızlar, Gaspçılar, Dolandırıcılar Öne Çıksın---

---Sizler Çöpe Çabuk---

Bir gardiyan bu suçluları iki sıra halinde götürürken Başgardiyan durmadan  bağırıyordu:

---Katiller, Yaralama, Uyuşturucular Sizler de Temizlik, Paspas İşine---

Suç ayırımına göre mahkumlara görev verilirken, yüz kızartıcı suç işleyenlere daha pis işler veriliyordu. Karantina arı kovanı gibi kaynıyordu. Teyp hırsızı ile yeni girdiği çete ellerinde küreklerle haftalardır yığılı duran çöpleri bidonlara yığıyorlardı. Çete lideri isyan ediyordu. 

"Yarın dağıtım olsakta kurtulsak anasını satayım. Bıktım ulan bu çöplerden Allahsızlar."

Yeni dostunun yanından ayrılmıyordu genç hırsız.  Yarım saatlik bir süre geçmeden ortalık yine sakinleşti. İşleri biten gruplar yeniden odalarına ranzalarına çıkıyordu. Akşam üzeri yediden sonra ortalık iyice sakinleşti. Yeni gelen tutuklular genç hırsız gibi karşılanıyor, sonra içeri alınıyordu. Bazen feryatlar duyuluyordu. Gardiyanlar birilerini dövüyordu ama niçin, neden olduğuna kimse aldırmıyordu. Mahkumların tek isteği belki de bir an önce buradan kurtulmak, asıl ceza yatacağı koğuşlara kavuşmak istiyordu. Koridorda eski bitirimler hızlı biçimde volta atarken, tesbihlerde aynı hızlılıkla çekiliyordu. 

Babası acaba ne düşünüyordu. Onu bu kez affedecek miydi. Almanyada da birkaç kez yakalanmıştı, başı derde girmişti ama oranın polisleri iyi davranmıştı. Burası nasıl bir yerdi. Burada ne kadar kalacaktı. İçin için ağlarken bunları düşünüyordu. Dehşet içerisinde korksa da, titrese de artık çaresizce kaderine teslim olmuştu. Vücudunda bir şeyler oluyordu. Kaşımaya başladı. Gittikçe çoğalıyordu. Tırnakları derisine geçmişti. Uyuyamıyordu. Yine güven veren o sesi duydu. 

"Bit onlar, zamanla alışırsın. Yataklar, battaniyeler bit dolu. Fazla kaşınma alışmaya bak. Yoksa uyuyamazsın."

Gece yarısı bağıran birisinin sesini duydular. Merak edenler koğuş kapılarından kafalarını uzatanlar, gardıyanların bölümünde yerde uzanan yarı çıplak bir adamı gördüler. Adamın başında gardiyanlar, askerler bir grup oluşturmuştu. Joplar sopalar adamın vücuduna iniyordu. Adam buna rağmen bütün gücüyle bağırıyor, slogan atıyordu. 

---İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek, Kahrolsun Faşizm---

"Giy ulan şu elbiseyi."

"Giysene lan orospu çocuğu."

Mahkumlar konuşuyordu. 
"Bu siyasi mahkum, elbiseyi giymemek için nasıl da dayak yiyor. Helal olsun."

"Alt tarafı bir elbise, giysen nolacak kardeşim, bu kadar dayak mı yenir."

Slogan atan mahkumla baş edemeyen gardiyanlar, askerler onu sürükleyerek başka bir kapıdan cezaevinin bir bölümüne soktu. Sabaha karşı başka sesler duyuldu. Sabah eğitimi yapan askerlerin sloganları, sert postal sesleri duyuluyordu. 

---Her şey Vatan İçin!---

---Bir, İki, Üç, Dört!---

---Komando, Komando!---

Korkunç bir kabusun içinde yolculuk yapıyordu. Yaşadıklarına inanamıyordu. Çete liderinin kolunu dürtmesiyle başını çevirdi. Elinde bir ekmek vardı. 
"Al sabah ekmeği, sakın kaybetme. Günde bir ekmek veriliyor, ertesi güne kadar idare etmen lazım... Sakın çaldırma aç kalırsın.Yastığın altına sok, sana bir tabak bir kaşık ayarlardım, onları da yastığın altına sakla tamam mı?"

Hiç konuşmadan başını salladı. Gözlerini kapattığında kendisini özgür hissediyordu. Geçen her dakikayı hissetse de, zaman geçmesede uyumaya çalışıyordu.

---Sayım Ulan Sayım, Herkes Eşyasını Toplasın Dağıtım Var---

Ranzalardan fırlayanlar son hızla ellerindeki ekmekle, tabaklarla koridorlara diziliyordu. Sıraya geçenler ayaklarının önüne tabağı ve ekmeği koyarken hırsız gençte diğerlerinin hareketlerini takip etti. 

"Sağ baştan say. Şimdi kısımlara dağılıyorsunuz. Adını okuyacaklarım ön sıralara çıksın."

"Başefendi komutan da geliyor."

Diğer gardiyanın ikazıyla başgardiyan aniden yüksek sesle haykırdı. 

"Dikkat, esas duruşa geçin ulan, dikkat komutan geliyor!"

Karantina kapısı açıldığında beş altı jandarmanın eşliğinde bir subay hızlı adımlarla içeri girdi. Gardıyanlar ve mahkumlar aynı anda esas duruşa geçmişti. Şişman yapılı subay mahkumların önünden geçerken sanki bir tören kıtasını denetliyordu. Mahkumların suratına gözlerine tek tek bakıyordu. 

"Sen çık öne senin suçun ne? Gaspçı mısın?"
"Senin suçun ne, hırsız mısın şerefsiz seni, utanmıyor musun hırsızlık yapmaya"
"Senin suçun ne ırzcı mısın senin ben ananı ....."

Komutanın soru sorduğu kızdığı mahkumlara aynı anda askerler joplarla vuruyordu. Özellikle tecavüz suçlusuna komutan da yerde tekmeleri saydırdı. Başgardiyan ile sistemi bilen eski tutuklular sanki bıyık altından gülüyordu. Bir mahkum'u uzaktan da olsa yanındaki arkadaşına söylediklerini o da duydu.

"Bu ibne var ya her karantina dağıtımında mutlaka gelir. Senin işin mi lan bu, zevk için yapıyor bu işleri. Ulan zaten senin döveceğin bir ton asker var. Bizle ne uğraşıyorsun. Polisten dayak ye, gardiyandan dayak ye, bir de bunlardan dayak ye. Adalet mi ulan bu."

Komutan baş gardiyana bir şeyler söyledikten sonra aynı hızla geldiği gibi kafesten çıktı. İsimleri okunanlar öne çıktığında gardiyanlar gruplar halinde mahkumları cezaevinin diğer bölümüne götürüyordu. Teyp hırsızı bir grupla giden Bayrampaşalı arkadaşlarını gördüğünde ağlamamak için kendisini zor tuttu. Genç adam giderken teyp hırsızına el sallamıştı. On beş kişilik mahkum grubunun arasında ismi okunmuştu. Gardiyan bağırıyordu. 

"Sırayı bozmayın, ekmeğinize tabağınıza sahip çıkın."

Cezaevinin uzun koridorlarında yürürlerken büyük demir kapıların yanında duran fotoğraflara korkuyla bakıyordu. Gardiyan her durduğu koğuş kapısından "Sen, sen buraya" diyordu. Nöbetçi gardiyanlar kapıları açarak yeni suçluları içeri aldıktan sonra kapılar hemen kilitleniyordu. Bir koğuş kapısında teyp hırsızının adı okundu. Kapıdan girdiğinde aynı ranzaları aynı dazlak kafaları, kalın bıyıkları, dağınık yüzleri gördü. 

"Hey meydancı yeni biri geldi."

Koğuş girişindeki tuvalette elini yıkayan bir mahkum teyp hırsızını gördükten sonra bağırmıştı. Koşar adım gelen esmer suratlı bir mahkum ayakta duran yeni tutukluya soruları hemen saydırdı.

"Suçun ne?"

"İlk kez mi düşüyorsun?"

"Güzel insanlık hali her şey olur neyse geçmiş olsun."

"Almanyada mı oturuyorsun? Cezaevinde hiç tanıdığın var mı? Gelenin gidenin ziyaretçin olur mu? Şu ranzada yatarsın, ekmeğini tabağını ranzanın altına koy şimdilik. Sana bir gazete vereceğim ona sararsın."

Ranzasına çıktığında etrafına baktı. Koğuştaki bazı tipler yeni geleni göz ucuyla izliyordu. Bir kaç kişi uzaktan da olsa geçmiş olsun derken fazla da kimse ilgilenmemişti. Öğlen dağıtılan, akşam dağıtılan yemeği sessizce bir masa kenarında yedi. Burası karantina gibi değildi. Daha sakin daha temiz bir yerdi. Koğuşun televizyonu aylardır çalışmıyordu. Yan ranzada  muhabbet edenlerden duymuştu. Karşı ranza bölümüne baktığında kalın bıyıklı adamın genç bir adamla samimi bir şekilde oturduğunu gördü. Bıyıklı adam genç adamın bacağını okşarken, genç adam da elini onun omuzuna atmıştı. Şaşırdı. Bıyıklı adam  teyp hırsızına gülümseyerek bakıyordu. Bakışlarını birden çevirdi...Akşam dokuzdan sonra mahkumlar ranzalarında ikişerli, üçerli gruplarla koyu muhabbetlerine dalmışlardı. Uyumak istiyordu. 
Sırtı, ayakları ve bacak arası kaşınıyordu. Bitler büyün vücudunu sarmıştı. Buna rağmen gözleri yorgunluktan olacak ki kapandı. 

Birisinin dürtmesiyle aniden gözlerini açtı. Etrafına baktığında ranzalarda uyuyan insanları gördü. Bir çoğu horluyordu. Dürten meydancıydı. 

"Kalk beni takip et. Tuvalet temizliği var. Yeni gelenler sırayla bu işi yapar."

Yarı uyuklar halde ranzasından indi. Tuvalete girdiğinde meydancı hızlı adımlarla koşar adım yanından geçti. Tuvaletten çıkan adamı gördü. Pala bıyıklı adamı gündüz görmüştü. Bacak okşayan adamdı... Ona yine gülümsüyordu. Elini yıkayan adam teyp hırsızın yanına geldi... Yanağını okşayan adamdan kaçmak istedi. Arkasını döndüğünde, dazlak kafalı iki bıyıklı adam daha gördü. Ellerinde şiş vardı. Bir tanesi şişi gırtlağına dayadı.

"Gıkını çıkarma ulan yavşak sessiz ol, gir şu tuvalete."

Üç mahkum teyp hırsızını bir tuvaletin içine sürükleyerek soktu. Pala bıyığın sesi duyuldu:

"Sırayla ulan, önce ben başlıyorum."



( Cehennem Melekleri başlıklı yazı Şenol Durmuş tarafından 11.02.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu