Bir anda irkildi. Açık kalan pencereden içeriye yağmur damlaları girmişti. Pencere kenarındaki mermerden aşağıya sular sızıyordu. Perdelerde yer yer içeriye giren yağmurdan nasibini almıştı. Olsun dedi kendi kendine. Açık bırakılan her kapıdan girecek bir yiğit bulunur. Çok küçük gediklere bile sızacak –bir anahtar- her zaman vardır. Öyleyse yüreğimizdeki bu karanlıkta ne?

 Onun sözüydü. Öyleyse yüreğimizdeki bu karanlıkta ne? Sorgulayan sesi, onu konuşmaya iten bir yargıcın edasındaydı. Sorguluyor zannediyordu, sonra anlamıştı hakikati. Sorgu insanın zihnini kemiren bir fareydi. Birbirine yaklaşan iki dişlinin ortasındaki tendi. Yargıcın sorduğu sorular, zanlının ruhundaki aynadan akseden yansımalardı.

 

                                   *          *          *          *          *                     

 Eyyub zengindi. Hem de lügatlerin ifade edemeyeceği manada zengin… Ona her türlü nimet esirgenmeden sunulmuştu. Altın tepsilerde gönderilen nimetler, tadılsa da kapları geri götürülecek hizmetkârlar her daim hazırdı. Gölge kaybolduğunda, gerçek kendini gizliyordu. O, gölgenin nerden geldiğini, neden kaybolduğunu biliyordu. Gölgeyle kendini gösteren gerçek, elbette gölgesiz de tecelli edecekti. Gölgenin kaybolduğu yeri bilen gözler, haliyle gerçeğin kapısından ayrılmayacaktı.

 Eyyub böyle biriydi işte. Kendisine sunulanlar bir gecede elinden alınınca, gölgeler saklanınca, O gerçeğin kapısından ayrılmadı. Biliyordu ki, gerçeği bulanlar, gölgeyle tatmin olmazlardı.

 Uzun yıllar gözledi gerçeğin kapısını. Tıkırdatmaktan ürktü uzun bir süre. Gölgeyle geçirdiği zamanlardaki mutluluğuna bedel, gerçeğin kapısı açılana kadar başını yerden kaldırmamalıydı. Nankörlükten korktu, böyle itham edilmekten ve sustu… Ta ki dili kuraklıktan çatlayıp, gerçeğin adını anmaktan onu alıkoyuncaya kadar. İşte o zaman gerçek, gölgesiz tecelli etti. Sınav başarılmıştı…

 

                                   *          *          *          *          *

İyi hatırlıyordu bu anı, kan ter içinde kalmıştı. Yattığı yatağın hemen solundan gelen bu ihtiyar ses, onun yüreğini okumuştu. O ömrünü gölgeleri kovalamakla geçiren bir adamdı. Bunu anlamıştı. Ama nasıl? Kimdi bu ihtiyar? Ne istiyordu? Nerden tanıyordu kendisini? Ve nerden biliyordu yaşamını?

 Evet zengindi. İhtiyarın anlattığı gibi. Adeta sonsuz bir zenginlik içindeydi. Hiç bileği bükülmeyecek bir güce ve kudrete sahip, istediği ne varsa alabilecek, canı ne isterse tadabilecek bir iktidar! Kendini bu kadar güçlü hissediyordu. Fakat bazen güç, aciz bir çocuğun bakışlarındaki masumiyette eriyordu. Tatmin edilememezlik onu, son domino taşını da yere dizen bir çılgına benzetiyordu. Bundan böyle tek arzusu, o taşların sarsılmaz bir kararlılıkla birbirlerini devirmelerini izlemekti. Son taşta devrildiğinde perde kapanacaktı. Tüm niyeti buydu. Tatmadığı tek zevki, hissedeceğin umuyordu. O niyetle binmişti arabasına. Fakat gölgeler sinsiydi. Gerçek nasıl tecelli edecekse, niyet defterine çizgiler öyle çizilecekti… (DEVAM EDECEK)

 

( Eyyubun Sabrı Beni İmana Getirdi 2 başlıklı yazı Süvari İzci tarafından 30.03.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu