… 1997
Çok sevdiği dolaylı yeğenlerini gören Çise, öğle tatili arasında lahmacun yemeye gittikleri
dershane arkadaşlarından ayrıldı. Taze âşıkların rahat bir şekilde el ele gelişlerine gülümserken
Aslı, yeni sürgün bir dal gibi narindi…Upuzun saçlı, ay yüzlü, güzeller güzeli bir kızdı. Ya Kerem?.. Etine dolgun, uzun kirpiklerin sarmaladığı çakır gözlere sahip, erkek güzeli bir oğlandı… İkisi de, ortaokul ikiye geçmişlerdi. Çise, dayı ve hala çocukları oldukları için onların aşklarının da hüzünle bitebileceği olasılığıyla sevdalarından yanıp, kül olduklarını düşündü bir an.
Yüreği cız ediverdi.
Yaklaştıklarında, ellerinin ayrıldığını görünce saklı gülümsedi.
“El ele gezmek sizlere daha çok yakışıyor,” diyerek onları utandırmak istemediği gibi yanına geldiklerinde şefkatle sarmayıp öptü. Kısa bir hal hatır sormanın ardından, taze âşıkları el ele tutuşturdu. Kolunu Aslı’nın boynuna dolayıp onları kendine yoldaş eyledi.
Çise, dershane arkadaşlarından ayrı olarak yeğenleriyle lahmacun yiyip, yayık ayranı içerken
Nuran halasının, yürüyemeyecek halde ayağını incitmiş olduğunu öğrendi. Yemek sonrası arkadaşlarına, dershaneye gelmeyeceğini, rahatsızlanan halasını ziyaret edeceğini söyledi.
Çise, yeğenlerinin eşliğinde halasının kapısı çaldı. Boş gelmiyordu. İçinde büyük boy çikolata kutusu olan kağıt çanta taşıyordu.
Altmış yaşlarındaki Nuran kadın, dolaylı yeğeninin ziyaret etmesine pek sevindi. Öpe öpe bir hal oldu. Uzandığı divanda, yanına oturttu. Torunlarını da annelerini çağırmaları için dışarıya yolladı. Çise’yle baş başa kalınca hüzünlendi. Dudakları titredi. Boğazı düğümlendi. Bir şeyler diyecek oldu. Nedense dili varmadı. Kapı açılınca zaten bir şey diyemedi. Kendilerine ait binanın üst katında oturan Aslı’nın annesinin çok çabuk gelişinden hoşnut olmadı.
Nedime’nin, “Gülüm gülüm,” deyip Çise’yi bağrına basması, Çise’nin de “Yengeciğim…” diyerek aynı içtenlikle sarılması Nuran kadının hoşuna gitti. Zilin çalması ve Aslı’nın kapıyı açmaya gitmesi, sıcak duyguları soğutmadı. Aslı’nın feryadı ve odaya giren Kerem’in kanlı yüzüyle sevinçleri köreltiverdi.
“Yusuf, kalleşçe yumruk vurdu,” dedi Kerem, iç çekerek. Çise, tülü çekip pencereden sokağa baktı. İri yarı bir oğlanın koşarcasına gittiğini gördü. “Şu oğlan mı?” diye sordu Kerem’e. Onun pencereye yanaşıp “Evet,” demesiyle deli gibi fırladı. Holdeki spor ayakkabılarını kapıp dışarıya attı kendini. Ayakkabılarını nasıl giydiğini bilemeden sokakla buluştu. İlerdeki köşede bulunan binanın duvarı arkasında gizlenerek bakan yarım bir yüz fark etti. Müthiş bir depar attı oraya doğru.
Küçükken, oyunlarına katıldığı çocuklardan hep dayak yerdi. Kavga eden çocukların, “Babama söylersem görürsün sen,” dediklerini duyardı. “Anneme söylersem görürsün sen,” dediklerini hiç duymamıştı. Babasız olduğunu bildiklerinden, “Babama söylersem görürsün sen,” diyemediğinden, kendinden küçük çocuklardan bile dayak yerdi. Çünkü onların babaları vardı. Onları döver ve onlar da babalarına söylerlerse?..Baba, belki de çocuk yiyen bir canavardı. Babanın nasıl olduğunu bilmiyordu ki...Annesinin demesine göre, babası öldüğünde hâlâ meme emiyormuş. Haklı olduğu ve rahat dövebileceği çocuklara bile el kaldıramazdı. Canavar babalarından korktuğu için...Bir başka çocuktan dayak yiyen yumruk kadar çocuklar dahi öcünü ondan alırlardı. Babasının olmadığını bildikleri için... Onlardan kurtulmayı umarak, “Annem öğretmen,” derdi bazen. Çok az yararını görürdü...
Sokak köşesine geldiğinde oğlanın, tek katlı bir evin kapısını açmaya çalıştığını gördü.
“Yusuf!”
Oğlan beriye baktı. Kapıyı açamayınca kaçmaya başladı. Ama Çise geliyordu arkasından.
Üniversite sınavları nedeniyle ara verdiği koşularına yeniden başlamışçasına…
Küçüklüğünde çelimsiz,çirkin ve çekingen bir kızdı Çise. Kendisiyle oyun oynayan olmazdı pek.
Ama bir gün, omzuna yumruk vurarak oyundan dışarı atan bir kıza tokat attı. Kaçarken yüzünü
çevirip baktığında dört kızın koşarak peşinden geldiklerini gördü. “Anne! Anne!” diye feryat eti. “Beni kurtarın!” diyerek yardım istedi. Ne annesine de başkalarına duyurabildi sesini… Yakalandığında, öldürülesiye dövülecekti. Kim bilir, öldürürlerdi de…Korkuyla kaçıyor, çırpı bacaklarıyla bu denli hızlı koştuğuna kendisi de inanamıyordu. Bir ara başını çevirdiğinde kovalayanların geride kaldıklarını görünce yavaşladı. Sevinip, rahat bir soluk aldı. İşte o günden sonra pek çok kavgası oldu. Bir vurana iki vurdu. Hakkından gelemediklerinden kaçıp kurtuldu. Bacak boyluydu. Adımları uzundu. Kimse yakalayamıyordu. İyi koştuğunu öğretmenleri de gördü. Okullar arası yarışmalara katıldı. Hep iyi dereceler aldı. Adı, Taykız oldu.
Bu defa kaçmıyor, yakalayıp dövmek için tay gibi koşuyordu.
Topuklarına kanat takmışçasına kaçıyordu oğlan. Ama, Taykız çok hızlı koşuyordu. Sanki bir yarışta
derece elde etmek istercesine…Oğlan , arkadan yediği çelmeli tekmeyle un çuvalı gibi düştü. Öptüğü yeri tozuttu. Kalçasına inen ayak darbesiyle iyice yapıştı yere. Canını kurtarmak için emekleyerek kaçarken can havliyle, “Ana!..” diye bağırdı. Kalkmaya çalışırken, “Kerem’i döversin ha?” diyen Çise’den yediği yumrukla, kurtuluşu yere yumulup yüzünü korumada ve ağlayarak kendini acındırmada buldu.
İlkokul dördüncü sınıftaydı. Bahçeli, üç katlı bir binanın iki odalı çatı katından oturuyorlardı. Okuldan gelmiş, çantasını duvar dibine bıraktığı gibi bahçedeki dut ağacına koşmuştu. Eğdiği daldaki dutları yerden birinci katta oturan ev sahibinin oğlu gelmişti. O, ilkokul beşinci sınıfta okuyordu. Yaşına göre baya büyük görünüyordu. Birlikte dut yerlerken, nasıl olduğunu anlayamadı, oğlanın omuzlarında ve dallar arasında buluverdi kendini. “İndir beni!” diye bağırdı. Oğlanın aldırmayıp, etek altından bacaklarını okşamasıyla kafasına yumruk vurdu. Dala yapışıp kendini çekmek istedi, çekemedi. Oğlanın, “Dut yemek için kendin istedin,” demesiyle çıldıracak gibi oldu. Oğlanın saçlarını yolarken, bir kolun belden sarıp oğlanın omzundan aldığını fark etti. Yere indirildiğinde, “Manyak!” diye bağırdı oğlana. Kendisini kurtaranın, üçüncü katta oturanların, liseye giden, uzun boylu, basketbol oynayan oğluydu. Utancından onun yanında kalmak istemedi. Çantasını alırken dönüp baktığında kurtarıcısının; o oğlanın kulağını çektiğini gördü.
Çise, dut yemesini zehir eden o oğlanı da dövüyordu…
Evlerden çıkan kadın erkek ve çocuklarla doluverdi sokak.
Kalçaya hâlâ tekme vuran Çise’yi çekerlerken oğlanı da kaldırdılar. Açılmayan kapı karşısındaki evden çıkan orta yaşlı iki kadın, bağrışarak beriye yöneldiler. Oğlan, “Ana, aha bu kız beni dövdü!” deyip iki kadına doğru kaçarken bir tekme daha yedi Çise’den. Bu arada, Nedime, Kerem ile Aslı göründüler sokağın başında. Oğlanın anası ve yanındaki kadın hışımla gelirlerken Çise, bir boksör gibi kollarını gerip hınçla beklemeye koyuldu onları. Sokaktakiler zor tutuyorlardı iki kadınla Çise’yi. Koşarak gelen Nedime, yandaki evin çitinden bir tahta parçası kırdığı gibi, Çise’nin başındakilerin üzerlerine yürüdü. Çise’yi tutanlar korkup kaçıştılar. Nedime, arkasına aldığı Çise’yi bir koluyla kavradı.
“Hele bir yaklaşın!” diye haykırdı. Öbür elindeki tahta parçasını da kaldırarak.
Komşularınca engellenen iki kadının yanı sıra mahallelilere de meydan okuyordu âdeta. Kerem ile Aslı da, Çise’nin yanında yer aldılar. Bu defa kadınlarla ve Nedime arasında başladı ağız kavgası.
Sokak daha da kalabalıklaştı.
Evde divanda uzanan Nuray, değnekle koştururcasına geliyordu. Kapı dibinde, yüzü çizilmiş ve biraz kanlanmış oğlanı görünce değneğini kaldırıp, “Torunumu niye dövdün len!” deyip üzerine yürüdü. Oğlan, iki kadına sığındı. Mahalleliler Nuray’ı engellediler bu defa. Oğlan, “Anama küfretti!” deyince bu defa Kerem;
“Çise ablanı s*kem demeseydin ben de senin ananı s*kerim demezdim!” diye bağırdı olanca sesiyle.
Müthiş bir kahkaha patladı sokakta. Çise de güldü. Olayların etkisiyle birebir atıştığını sanan Kerem, gülüşlerle insanların olduğunu anlayınca derin bir utanca girdi. Kolunu okşayan Çise’nin, “Aldırma. İyi yaptın,” demesine rağmen utancından sıyrılamadı. “Yeğenime küfredersin ha?” diyen Nuray, yine oğlanın üstüne yürüdü. Kerem de, yengesinin elindeki tahta parçasını çektiği gibi fırladı oğlana doğru. Çise, yakalayıp beriye getirdi. Nuray’la kadınlar arasında ağız dalaşı sürerken, adamın birisi bir şeyler fısıldayınca çan çan öten kadınların sesleri kesiliverdi. Birisi, Nuray’dan özür dileyip oğlana yaklaştı.
“Elin kızına küfür ettin ha!” dediği gibi okkalı bir yumruk indirdi omzuna. Götürüp, anahtarla açtığı kapıdan içeriye itekledi. Sokağın öbür tarafından siren çalmadan polis arabasının geldiğini gören sokaktakilerin bir bölümü evlerine kaçıştı. Nuray da yakınlarına ulaştı hemen. Çise, arabandan inen üç polisten birisinin iyi tanıdığı başkomiser olduğunu anlayınca halasının siperine geçti. Aslı’nın, elindeki büyükçe bir taşı usulca yere bırakışına sessizce güldü. Kerem’in sıkı sıkıya tuttuğu tahta parçasını alıp arkaya kaydırdı. Daha önce çan çan öten kadınlarla konuşan adam, polislere de bir şeyler söyledi. Çise, gizlense de başkomiserin gözünden kaçamadı. Evlerin önündekilere, “Hadi evlerinize!” diyen başkomiser beriye yöneldi. Utanan Çise’nin güleceği tuttu. Başını öne eğerek ve dudağını dişleyerek sessiz gülüşünü kesmeye çalıştı. Korkuya kapılarak kendine sığınan Aslı’ya, işaretle güvence verdi. Nedime soğukkanlılığını korurken endişelenen Nuray öne geçti. Kollarını arkaya gererek, yavrularıyla gelinini korumaya aldı.
“Yeğenime küfretmiş. Torunumu dövmüş. Asıl suçlu onun oğlu,” diye savunma yaptı.
Başkomiser, yana geçip ayrılması için eliyle Çise’ye işaret etti.
Nuran kadın, hemen önüne geçti.
“Canlarımı vermem! Beni götür! Yavrularıma dokunma!”
Sokaktakiler taş kesiliverdi.
Taş kabuğunu çatlatan Başkomiser hüzünle gülümsedi.
“Anacığım… Kimseyi götürecek değilim. Çise’yle görüşeceğim.”
İnanmadı Nuran kadın. Değnekli kolu ile Çise’yi daha bir kavradı arkada.
“Polis efendi! İnan etme! Yeğenimi vermem sana!”
“Halacığım,,” dedi Çise. “Salih amcayı tanıyorum. Oğlu, lisede sınıf arkadaşım. Rahat ol.”
Nuran kadın, birden uysallaşıverdi. Kollarını ve değneğini öne aldı. Az yana çekilirken
sendeledi. Çise, hemen koluna girdi.
Başkomiser Kerem’in yüzünü kontrol etti. Çise, “Yeğenimi böyle görünce dayanamadım Salih amca,” dedi haklılığını vurgularcasına. Başkomiser, omzundan sardığı Çise’yi Nuran kadından ayırıp tenha yere doğru götürürken şaşkın bakışlarla herkes onları izlemeye koyuldu.
Biraz gittikten sonra başkomiser kolunu çekti.
“Çocuk dövmek sana yakışır mı hiç?”
”Neyin çocuğu Salih amca?” diye yakındı Çise. “Ana danası bir oğlan. Görseniz, bu kızdan nasıl dayak yersin diye bir tane de siz vurursunuz.” Gülmemek için kendini kasarken, başkaları duyacak düzeyde güldürdü başkomiseri. “Boyu o kadar olmasa bile, kilosu Metin’den fazla.”
“İyice dövdün mü bari?”
“Yeğenlerime bir daha el kaldıracağını sanmam.”
Gülüşleri, izleyenleri iyice şaşırttı. Az öncesine kadar birbirlerini gırtlaklamak isteyen kadınlar canciğer olup, kahkahaya yakın gülüyorlardı. Çise’yle başkomiserin beriye gelişleriyle gülüşleri kesildi. Toplu olarak kenara çekilip, arabaya doğru giden Çise ve başkomiseri izlediler. Onların, baba kız yakınlığıyla sarılıp birbirlerini öpmeleri, sokaktakilere iyi bir gözdağı oldu. Başkomiser,“Sokakta gürültü duyarsam, hepinizi karakola alırım!” diyerek ikinci bir gözdağı verip arabaya bindi. Polisler de binince araba hareket etti. Çise, koşarak yakınlarının yanına gelip halasının koluna girdi. Öbür koluyla da Aslı’yı sardı. Onları yürüyüşe geçirdiğinde, Kerem ve Nedime de yanlara kaydılar. Gururla giderlerken, Çise-başkomiser yakınlığından etkilenen sokaktakiler bakışlarını, köşeden dönene kadar onlardan ayırmadılar…
Nuray kadının evi, akraba kadın ve çocuklarıyla doluverdi kısa zamanda. Nereden, nasıl haber alıp geldiklerini anlayamadı Çise. Kerem’in annesi, oğlunun şiş yüzünü görünce deliye döndü. Gidip hesap sormak istediyse de bırakılmadı. Nedime, “Çise, cezasını fazlasıyla vermiş,” deyince biraz sakinleşti. Çise, gönüllerde iyice taht kurdu. Bir teyzesi, gözlerimden öpüp, aferin çekti. Bir başka halası, sırtını sıvazladı. “Bayburtlular kavgası olurlar. Sen, Bayburtlunun hası oldun,” diyerek övgüsünü sundu. Bir başa teyzesi, “Peçeli efem,” deyip pazularımı okşadı. Şirketin mali işlerini yürüten yeni evli yeğen abla, “Dövdüğün oğlanı akşamleyin bir de babası döver,” deyip açıklama yaptı. Meğer oğlanın babası, şirkete inşat malzemeleri taşıyan nakliyatçılardan birisiymiş.
Muhabbetli bir hava sürüyordu salonda.
Üçlü koltukta uzanan Nuran kadın, gırtlaktan çıkardığı boğuntulu sesle birlikte saraya tutulmuş gibi titredi ve yüzükoyun halıya düştü.
Salonu dolduran büyük küçük herkes şaştı kaldı. Taze gelin, dizlerinin üzerine kaydığı gibi şoku atlatanların yardımıyla sırtüstü yaptı Nuran teyzesini. Ensesine küçük yastık koydu. Uçları boyunda bağlı, işlemeli yazmayı başından çekti. Başucunda toplananlara açılmalarını işaret etti. Ellerine dökülen kolonyayı teyzesinin yüzüne sürüp koklattı. Sıkılmış parmakları açtı. Az sonra, sesli soluk veren Nuran kadın, yüzünü buruşturdu. Diliyle dudaklarını ısladı.
İyice kendine gelen Nuran kadın, bir tek Çise’yi yanına alarak oturma odasına geçti. Divana uzandı. Dizleri yanına oturttuğu Çise’nin bir elini kavradı. Derinden sesli soluk verirken yaş dolu gözlerinde taşmalar oldu. Çise’nin bir eliyle silme girişimini engelledi.
“Annene ve sana karşı çok mahcubum yavrum,“ dedi üzgün ve mahcup. “Sizin hakkınızda iyi şeyler demedim kardeşime. Sizi yakından tanıyınca, sevginiz yüreğimi okşadıkça pişmanlığım fayda etmedi. Çıban oldu içimde. Salondaki bayılmam, o çıbanın patlamasıydı…”
Zorlanarak yutkunup, elinin tersiyle gözyaşlarını sildi.
“Hiç sorun değil halacığım…” dedi Çise, onu rahatlatmak için. “Benim de sizler hakkında olumsuz düşünce ve sözlerim oldu.”
“Benim dediklerim içime pek fena dert oldu kuzum…”
“Ne dediniz ise bir kez daha söyleyin. Rahatlarsınız. Dedikleriniz sırrım olarak kalacak.”
Nuran kadın, yürek yakıcı soluk verdi.
“Baban, annenle evlenmek için benim iznimi istemeye gelmişti. Elin kullandığı ve bir de taygeldisi
olan kadını istemem dediğimde bana öyle bir kızmıştı ki…Gözlerinden şimşekler çaktı adeta.
Bu sözleri bir başkasına söylediğini duyarsam sana abla demem dedi. Sana şimdi demem
dışında o sözler ağzımdan hiç çıkmadı. Bundan sonra da benimle birlikte mezara giderler.”
Çise’nin yüreği incindi ama babasının verdiği tepkinin sevinci çabucak iyileştiriverdi.
Üvey babasıyla çatışmaları olmuştu. Bunun öfkesini daha çok annesinden çıkarıyordu. Bir zaman sonra taze yüreğinden filizlenmeye başlamıştı baba sevgisi. İşte o gün tomurcuk tüm coşkusuyla açılıvermişti. Yedi ay öncesiyle. Hastanede yakınları olan bir hemşireye tahlil yaptırmışlardı. Annesi hamileydi. Annesi ve bazı akraba kadınlarıyla hastaneden ayrıldıklarında ok gibi fırlamıştı. İnşaat mühendisi olan ve inşaat şirketini yöneten üvey babası Cem amcasına müjde vermek için, delicesine cadde boyu koşmuştu. Babasının yalnız olduğunu öğrenip, odasına dalmıştı. Göremeyince yan taraftaki çalışma odasına geçmişti. Bilgisayarda plan-proje çalışması yapan üvey babası Cem amcasının boynuna sarılmıştı. “Babacığım!.. Annem hamile!..” diyerek müjde vermişti. Hep öz
baba duyarlılığında bulunan Cem amcasının, “Kızım!..” demesi ve doğrulup sarmalaması öyle yürektendi ki... Tıpkı kendinin “babacığım” dediği gibiydi...O ne güzel yaklaşımdı... Babası, bir çocuğunun olmasından çok, “babacığım” denmesine sevinmişti... “Kızım!..” derken ilk evladının kendisi olduğunu öyle güzel belli etmişti ki…O an baba sevgi ve şefkati gürül gürül akmıştı yüreğine... Öylesine sıcak öylesine gönül okşayıcı sevgiydi ki bu…Binlerce babacığım desen bile ödenemeyecek bir nimet hakkıydı...
Üvey babası güçlü ve tutarlı birisiydi. Candan ve anlayışlıydı. Çılgın dönemlerinde bile istenmeyen üvey evlat gözüyle bakmamıştı hiç. Sadece sınır noktalarında tepki vermişti. Evladını gözeten, koruyup kollayan bir babanın vereceği en uygun tepkilerdi bunlar. Tatmin edilmiş baba duygusuna ulaşmıştı artık... Babasını çok…çok seviyordu....Bu öylesine yalın bir sevgiydi ki, baba açlığının enfes bir lezzetle giderilmesiydi...Baba susuzluğunu gideren can suyu idi...Üvey olması hiç önemli değildi. Baba olarak yüreğine yerleşmesi önemliydi. Baba sevgisi öyle bir duyguydu ki, eksikliği doldurulamayacak bir boşluktu...
“Güzel kızım, pek daldın. Dediklerim çok mu gücüne gitti?” diye sordu Nuran kadın mahzunca.
“Hayır halacığım,” dedi Çise, güleç yüzle. “Ben bugün, kendimi bildim bileli akrabalarımla berabermişim gibi bir duyguya kapıldım...Ne kendimi onların arasına sonradan giren bir yabancı gibi hissettim...Ne de onlar beni taygeldi gördüler…Bu öylesine bir bağdı ki, kan bağı bile az gelirdi bu yürek bağına...”
“Bir daha o nalet sözü ağzına alma,” dedi Nuran kadın, yalvarırcasına.
Güldü Çise. Nuran kadın da güldü. Sonrasında sarılıverdiler…
Veysel Başer