Duvarları
bembeyaz bir odanın içindeyim. Ne kapısı var ne penceresi… Beyaz bir gecelik
var üzerimde. Kırmızı rujum dudaklarımda. Bazen çok üşüyorum bazen de çok
terliyorum.
Nefesler
hissediyorum arkamda. Yüzler var. Bir görünüp bir kayboluyorlar… Tanımakta
zorlanıyorum bazen. Hep tanıdığım adamlar oysaki. Hep sevdiğim adamlar…
Neden
oldukları yerde kalmıyorlar? Neden sürekli görünüp görünüp kayboluyorlar? Neden
beni bu odada yalnız bırakıyorlar? Dönüyorum odanın içinde sürekli. Ayaklarım
acıyor. Ayaklarım… Çıplak…
Ayaklarım…
Kanıyor… Dudağımdaki rujla aynı renkte kan. Yine ayrılık yine hüzün kokuyor.
Her belirdiğinde bir yüz ona doğru koşuyorum. Ama tam yakaladığım an
kayboluyor. Ellerim birbirine çarpıyor her seferinde. Her seferinde tırnaklarım
etime saplanıyor. Ayaklarım kanıyor taşlara çarptıkça. Bu odanın içine kim bu
kadar taş, çakıl doldurmuş ki böyle!? Ayaklarım kanıyor, çok acıyor. Kime
koşsam, kime sarılsam daha çok acıyor.
Hepsi
‘Ben geldim, bak işte buradayım. Beni seç!’ diye fısıldıyor kulağıma. Birini
seçmem mi gerekiyor? Neden bunu yapmak zorundayım? Neden hepiniz birden yanımda
olamıyorsunuz?
Dönüyorum
odanın içinde. Daha da ısınıyor hava. Nefes alamıyorum. Yavaş yavaş uzaklaşıyor
yüzler. Beni terk ediyorlar yavaş yavaş. Daha da ısınıyor hava. Ayaklarım daha
çok kanıyor, daha çok acıyor şimdi. Burnumda kan kokusu hep. Gözyaşıyla karışık
kan kokusu. Duvarlar kızarıyor şimdi. Her taraf kırmızı… Her taraf kan…
Duvarlar… Oda…
Elif
Ayvaz
23.02.2011