Sabah yedide kalkacaktım aslında. Ama bir türlü uyanamadım. Yarı uykulu, yarı uyanık saat sekize doğru atıp durdum kalkma saatimi. Saat sekizde kalktım yatağımdan. Bazı geceler yalnızlıktan ne kadar çok ürperiyorsam artık; televizyon açık yatıyorum önümde. Kalktım televizyonu kapatıp bir çay demledim kendime…
İşim gücüm vardı yine gün boyunca. Aslında çok basit ama benim gözümde büyüttüğüm işler. Kahvaltı hazırlayamıyorum yalnız kaldım kalalı. Sadece ufak tefek bir atıştırma, o kadar.
Kahvaltımı edip izlerken bir yandan televizyonu; birden hüzün çöktü içime. Sevdiklerimi kaybetmişim gibi düşünceler hücum etti. Boş gözlerle bakarken televizyona, derin derin düşündüm. Ne kadar yalnız olsam da aslında ailemin uzakta da olsa varlığı; beni mutlu ediyordu.
Peki ya ben ne yapıyordum. Yaratanımı çoktan unutmuş, manevi âlemim çökmüş, duyguları olmayan, tembel bir hayvandım. Kendimi nasıl bu hale getirdiğime hala aklımın almadığını düşünüp duruyordum.
Geçmiş, gelecek artık karıştırıyorum. İşaretler geliyor bazı bazı. Eski duygular vuruyor yüreğime. Unuttuğum, hep arzuladığım bir dünya var biliyorum ama…
İşaretler geliyor biliyorum. Ölenlerin ruhlarını görüyorum rüyalarımda. Hiç yaşamadığım bir âlem görüyorum. Masmavi bir gökyüzü altındayım. Evimin bahçesinde içerken çayımı, aklımda türlü türlü düşünceler var. Evet, gökyüzü masmavi. Yaz günü göğün bu kadar mavi olduğuna şaşırdım bir an. Genelde kışın gündüzleyin bu kadar mavi olurdu gökyüzü. Bahçemde serin bir rüzgâr da esiyordu. Hala batıdaki o hafif sisli, deruni havaya baktım uzun uzun. Bir melankoli aldı yürüdü içimde. İçimde bir deniz kenarı vardı; göğü mosmor, gri; bir de denizi vardı fırtınalı. Arkamda kaplarını hep örtmüş o evler vardı. Bahçelerinde bir ömür geçecek evler. Pencereleri açıktı ama her bir penceresinde bir sevgili vardı belli ki denize doğru bakan. Kimi Leyla, kimi Aslı, kimi Şirin; birisi ise Züleyha idi Yusuf’a deli gibi sevdalanan.
Teker teker örttüler pencerelerini. Olduğum yere çöktüm, yıkıldım. Hava ise karardı kararıyordu. Aniden bir ışık vurdu yüzüme. Evlerden birinin penceresinden geliyordu bu ışık. Heyecanlandım.
Uyandığımı zannettim bir an. Çok güzel bir duyguydu. Tüm kaybettiklerimi bulmuş gibi olmuştum adeta. Yoksa bu sadece bir oyundan mı ibaretti bilmiyordum. Penceremin perdesini bir açıversem; sanki uyanacakmışım gibi geliyordu.
Hiç bitmeyecek bir ıstırap bu. Bir zindanda, bir odada ömür geçirmek ve ölmek yalnız ve sessiz. Sonra ise hiçbir şekilde ışığı görememek…
Zamanın içinden geçip geldim, küçücük bir ömre bir kâinat sığdırdım. Akıp gidiyorum sonuma doğru. Onlar ayrı, ben ayrı bir kıyamet yaşıyorum.
MEHMET ÇİFTCİ
14 Eyl. 09