Yatağa bıraktı kendini. Kollarını iki yana
açarak… Orada tavanın bir yerinde küçücük bir çatlak vardı sanki. Açtığı o
aralıktan gökyüzünü getiren…. Adam tavana aynen o çatlak varmış gibi bakıyordu.
Sonsuzluğu küçücük bir köşesinden yakalamak istiyordu sanki.
Karısı az önce bulundukları o yerde kalmıştı
hala. Bedeniyse adamın tam karşısında, bir aynada kendini seyretmekle meşgul, küpelerini
çıkarıyordu. “Ayşin ne rüküştü bu gece…” dedi odaya girdiklerinden beri bol bol
attığı o çıngıraklı kahkahalardan birini daha atarken… O kahkahalar adamı
ısrarla sarsıp duran eller gibiydi. “Kendine gel!” diyorlardı. “O tavana
bakmakla bulunduğun yerden kaçabileceğini mi sanıyorsun?”
O gürültülü yerde de bol kahkaha vardı. Ama
her şey yerine göre farklı bir anlam kazanıyordu galiba. Mesela o kahkahalar
oradayken, doğup büyüdüğü şehrin sokaklarında dolaşan biri kadar aşina
oluyorlardı çevrelerine. Bu odadaysa öyle yabancılardı ki!.. Üstelik bununla da
kalmıyor, kaç yıllık eşine de bulaştırıyorlardı bu yabancılığı.
Sonra bu alkol kokusu… Karısının hiç aşina
olmadığı işveli halleri… Kollarına,ellerine tuhaf bir uyuşukluk gelmişti.
Küpelerini, kolyesini yavaş yavaş çıkarırken üzerini değiştiren bir kadından
çok dans eden bir kadına benziyordu. Çok ilginç bir
danstı bu! Hem davetkar, hem de bir o kadar gizemli…
Karısı bu haliyle tıpkı arkadaşlarıyla bir iki
tek atmak için bir yerlerde buluştuğunda rastladığı o kadınlara benziyordu. Tüm
erkekleri bir kılan o bütünleyici bakışla, tam bir kadın gibi bakıyordu
gözlerine. Kimlikleri, ayrımları yok eden o katmandan; içindeki o ilkel kadının
gözlerinden...
Bir gece o kadınlardan biriyle birlikte olmuş, pişmanlığını
hala duyduğu günah dolu saatler geçirmişti. Tıpkı karısının şu an aynadan
yatağa, orada uzanan kendisine baktığı gibi bakıyordu o da. Bar taburesinde
minicik eteğinden görünen çıplak bacakları kadar davetkar gözlerle... Karısını
o kadına benzeten bir büyüydü sanki bu yoğun alkol kokusu. Kahvaltı masasında
ekmeğe reçel sürüp oğluna uzatan o kadından çok uzaklara koyan onu... Yüzüne
bar taburesindeki o kadını getiren...
"Ne güzel bir yermiş orası!" dedi karısı, gece
gittikleri mekanı kast ederek. Sesinde de aynen yüzündeki o işveli ifade vardı.
O kaçamak gecesini hatırlatıyordu adama. Karısı bu haliyle o kadından bile
güzel görünüyordu. Ve en az onun kadar yabancı... Ne zamandır ilk kez ona dokunmak
için bu kadar büyük bir arzu duyuyordu. Sanki ilk kez değecekti tenine. Bedeninde,
tanımadığı bir kadını keşfedercesine ürkek dolaşırken elleri, karısından çok
kaçamak yaptığı bir kadına dokunurcasına kirlenmiş hissedecekti kendini. Her
sabah yanağına meleksi bir öpücük kondurarak onu uyandıran o kadını deli gibi
özleyerek...
Sabah kahvaltı sofrasına oturduklarında ve karısı
yine çayları dolduran, çocuklarına reçel süren o kadın olduğunda, o günah dolu
gecenin sabahındaki gibi muhtemelen bakamayacaktı ona yine, kaçırıp duracaktı
gözlerini. Gazeteye uzanacaktı hemen. Şimdi önünde soyunan bu yabancı kadınla
yaptığı kaçamağı yüzünde görmesin diye bir gazetenin ardına gizlenecekti.