Sevgili Dostlar,
Eleştirmek ve eleştiriyi kabullenebilmek üzerine bir şeyler karalamaya çalışacağım.
Hatırlıyorum da ilkokul yıllarında en sinir bozucu dersler, öğretmenimizin “Hadi arkadaşının kompozisyonunu bir eleştir bakalım.” dediği derslerdi. Kalkıp arkadaşımızı yerden yere vuran, kırık dökük birkaç cümle kuruyor sonra oturuyorduk. Arkadaşımızın çatık kaşları arasından bize bakan o simsiyah ve buğulu gözleri bu gün bile hatırıma gelince içim burkuluyor. Ortaokul ve lise yıllarında ise bu duygusallığının yerini tehditler almaya başlamıştı. Zaman zaman sınıfta eleştirilerimiz kişileşiyor, sesimizin tonu yükseliyor ve ardından da o klasik cümle geliyordu: “Çıkışta bekle…” Çıkışta ise birkaç hatırı sayılır arkadaşın araya girmesiyle kavga son anda önleniyor, tedirgin adımlarla evin yolu tutuluyordu.

Elbette bu gün geriye dönüp baktığımda bu olaylardan dolayı ne öğretmenimi ne de arkadaşlarımı suçlayabiliyorum. Her şeyin bir vakti vardı ve biz hayat tokadını yedikçe, tecrübe kazanacak; tecrübe kazandıkça da eleştirmeyi ve eleştirilmeyi öğrenecektik.

Üniversite yıllarında şiirlerimden bazılarını hocalarıma gösterdiğimde bana şöyle öğütlerde bulunmuşlardı: “Şiirlerini arkadaşlarına okut ve seni acımasızca eleştirmelerini söyle.” Ben de öyle yapmaya başladım. Yazdım, sildim, yırttım, değiştirdim, yeniden yazdım, mayaladım… Okuttum, beklettim, eleştirttim…

Bir gün baktım ki hocalarımdan biri “Edebiyat Kürsüsünden” benim şiirimin kritiğini yapıyor. Hem de öyle simgeler, öyle iç anlamlar yüklüyor ki; hocam anlattıkça ‘bu şiiri ben mi yazmışım’ diye içimden geçiyor. Sonra yine hocalarımın da heveslendirmesiyle Erzurum’da bazı gazete ve dergilere şiirlerimi gönderiyorum. ilk şiirlerim orada yayımlanmaya başlıyor. Ardından ulusal çapta yayın yapan bir edebiyat dergisine birkaç tane şiir gönderiyorum. Hiç biri yayımlanmıyor. Sonra derginin editöründen bir mektup alıyorum. Özetle şöyle diyor: “Şiirlerinizi taşra duyarlılığında yazıyorsunuz, şimdilik yayımlanabilecek düzeyde değiller.” O gün şiir yazmayı bıraktım. Bir daha kalemi elime aldığımda ise aradan dört koca yıl geçmişti. Editörün mektubu, en hevesli çağımda dört yılıma mal olmuş, şiir kitabı çıkarma hedefimse ancak on yıl sonra gerçekleşebilmişti. Burada iğneyi başkalarına batırırken, çuvaldızı da kendime batırmadan geçemeyeceğim. O yıllarda demek ki hâlâ eleştiri kültürünü kazanamamışım.

Sevgili Dostlar,
Meyvelerin olgunlaşması için nasıl güneş olmazsa olmaz ise; bir eser yazan veya bir eser yapan için de eleştiri olmazsa olmazdır. Eserin olgunlaşması için bilgi birikimine, tecrübeye, zamana ve eleştirilmeye ihtiyaç vardır.Tâ çocukluk yıllarından başlayarak yaptığımız en büyük yanlış ise eleştiri deyince eleştirdiğimiz şeyin sadece kötü yönlerini ortaya koymak ve onu yerden yere vurmak olmuştur. Hâlbuki eleştiri hem olumlu hem de olumsuz yönleriyle eseri ele almak, yazana ve okuyana yol göstermek olmalıdır. Eğer eleştirdiğimiz zaman o esere ve yazarına bir şeyler katıyorsak yaptığımız iş o zaman verimli olur.

Eleştiri, herhangi bir kişiyi, bir eseri, bir konuyu doğru ve yanlışlarını dile getirerek göstermek amacıyla yazılan yazılardır. Hedeflenen öğeyi doğru ve yanlış yönleriyle tanıtmayı amaçlayabileceği gibi, bu öğenin doğru tanıtılmasını sağlamayı ve bir değerlendirmeyi de hedef alabilir. Eleştiri yapılırken konudan asla sapılmamalı konuya öznel cümleler girmemelidir. Televizyonlarda açık oturumlarda, meclisimizde kelli felli adamlar bakıyoruz da bizim ortaokullu yıllarımızı anımsatıyorlar. Eleştirilme erdemini bir yana bırakın eleştirme, marifetleri bile yok. Konular anında kişileşiyor, konu saptırılıyor, bakıyorsun ki senli benli kavgalar başlıyor, yumruklar sıkılıyor, bazen bardaklar, sandalyeler havada uçuşuyor. Durumu ya reklamlara gitmekle ya da oturuma beş dakika ara vermekle kurtarabiliyoruz.

Eleştiri, bir toplumun demokratikleşmesini, başka düşüncelere saygı göstermeyi, birbirimizi kabullenmeyi, bu dünyada kendimizden başkalarının da yaşadığını fark etmeyi sağlar. Demokratik ve gelişmiş toplumlar eleştirmeyi ve eleştirilebilmeyi yüzyıllar öncesinden halletmiş olduğundan, düşünen, sorgulayan ve arayan beyinler hep bu toplumlardan çıkmıştır. Bilimde, sanatta, siyasette, edebiyatta o toplumların gelişmeleri tesadüfi değil gerçek anlamda eleştirebilmenin ve eleştiriyi kabul edebilmenin bir sonucudur.

Toplumumuzun en büyük hatalarından biri de bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya kalkmaktır. Eline kalemi alan her konuda ahkam kesmeye başlıyor.Sporda en iyi eleştiriyi biz yapıyoruz, dini bir konu önümüze geldi mi hemen fetvayı yapıştırıveriyoruz, Tıp alanın da mı; hemen hepimiz uzman doktor kesiliyoruz. Edebiyat mı, o herkesin yol geçen hanı olmuş… Ama şu sözün hep unutuyoruz “Yarım imam dinden, yarım doktor candan eder.” Hadi ona ben de şunu ekleyivereyim: “Yarım yazar da dilden eder.” Tabi burada son sözlerimi yanlış anlamanızı istemem. Bunları, asla genç şair ve yazarlarımızın hevesini kırmak için söylemiyorum. Çuvaldızı yine kendime batırarak bitirmek istiyorum. Edebiyat dışında insanları elleştirmekte kendimi marifetli saymıyorum. Eleştirebilmek marifettir, eleştirilebilmek erdemdir. Şimdilik marifetliyim, ama hâlâ kendimi erdemli olarak göremiyorum.

Erdemli bir toplum olabilmemiz dileklerimle…
Mustafa İsmet KESKİN
( Eleştirebilmek Marifet, Eleştiriyi Kabul Edebilmek Erdemdir başlıklı yazı şaircesevmek tarafından 7.06.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.