Gezi Parkı Olaylarına karışanlar kimlerdir? Kimlikleri nedir? Bir bilen var mı?
Ön saflarda;
Politikalarıyla her geçen gün güç kaybeden ve yenilgi psikozundan bir türlü kurtulamayan, Taksim’den iktidar çıkarmaya heveslenenler var…
Mevcut hükümetin düşmesinden, güçsüzleşmesinden medet bekleyen, hatta nemalanmak isteyenler var…
Her fırsatta ülkeye ihanet eden odaklarla işbirliğini maharet sayan, her zaman, her olayda, “her ihanette sizinle birlikteyim, çözüm sürecine ihanet” diyenler var. Ve bir türlü Kürt baharını getiremeyenler var…
“Benim içmeme, ne zaman içeceğime, ne kadar içeceğime, çevreye, kazalara ne kadar zarar ve ziyan vereceğime sen karışamazsın” diyen, sınırlama ve yasaklamalardan hiç hazlanmayanlar, diğer adıyla zavallılar ve satılık kalemler var…
İnanç ve imandan mahrum yetişmiş, arayış ve aldanışlar içinde tepinip duran serseriler ve macera arayanlar var…
Turist adı altında Fransız, Ermeni, Yunan ve İngiliz ajan ve lejyonerler…
Türkiye’nin büyümesini, kendi kendine yeter durma gelmesini, zenginliğe ve belirli bir güce erişmesini istemeyen, her fırsatta yalan, yanlış, iftira kampanyalarına öncülük edenlerin Türkiye’deki yerleşke Medya kolları var…
Bir yanda yargı ile başı belaya giren, en kıymetli lider ve önderlerini tutuklamasını önleyemeyen, güç ve kan kaybeden derin devlet kalıntıları var…
Her fırsatta ve her kargaşa biz de varız diyen ADD’ciler, Ateistler ve Çapulcular var…
Ne halt yediğini, nereye, niçin ve neden gittiğini bilmeyen sürüleştirilmiş bir kısım ahmaklar var…
İşçi görünümlü militan Sendikacılar var…
Birilerine payanda ve dolgu malzemesi olanlar, at gözlüğü takmayı sevenler var…
Diğer yanda gaza gelenler, Biber Gazı koklamayı, tazyikli su yemeyi sevenler var…
Dine küfretmeyi kendilerine kutsallık addedenler, Küfür etmeyi bir yaşam biçimi ve meslek edinenler var… Zarar ve ziyan vermekten zevk alanlar var…
Taksimi mabet edinenler var…
Faizle düzülmeyi sevenler, darbe özlemi çekenler var… Şehit cenazesi bekleyenler var… Benzin-mazot kuyruğunda beklemeyi sevenler var… Türkiye’nin bir sente muhtaç olmasını, enflasyon canavarının tekrar gelmesini özleyenler var… Sağlığa-ilaca para vermeyi, hastaneye senet imzalamayı özleyenler var… İmf’den para dilenmemizi, bir gecede devalüasyon yıkılmamızı görmeyi arzulayanlar var… Bankalar tarafından hortumlanmayı seven ve özlemini çekenler var…
Bu da saymakla bitmez ki!
Şu veya bu şekilde bu birlikteliğin içinde yer alan masum ve iyi niyetliler; yukarıdakilerle birlikte yürüdüklerinden kirlenmiş ve masumiyetlerini yitirmişlerdir.
İyi niyetlilerin çabası, yukarıda adı geçenlerin ortamı kirletme çabaları yüzünden güme gitmiştir.
Bir kaşık yoğurt sütü mayalandırıp yoğurt yaptığı gibi, bazen bir avuç militan da halkı sokaklara sürüklemeye yeter de artar bile… Yangın çıktığı zaman yaş ve kuru diye ayırmaz, önüne geleni yakar… Hatta çoğu kez yangını çıkaranı da...
Buna bir isyan ve ayaklanma denemesi denebilir mi? Bir fitne ateşinin provası yapıldı denebilir mi? Veya seneye yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi için bir prova olabilir mi? İnsanın aklı sormadan edemiyor…
Diğer yandan son iki yılda Gezi Parkın meydana gelen olayların istatistikleri şu şekildedir. Yoldan geçen 9 genç kıza tecavüz, 7 kadına şiddet, 43’ü ölümlü olmak üzere 323 kavga olmuştur.
Bu bir hak arma, demokratik özgürlük eylemi değildir. Ne taş atarak hak elde edilir, ne de Molotof kokteyl atılarak demokratik özgürlük gelir. Çevreye, esnafa, ülkenin imajına zarar gelir, gölge gelir…
Ergenekon’dan bir şey anlayamadılar. Orduyu etkileme güçleri de kalmadı. İş başa düştü. Hatta bir kısmı militanlığa soyundular… Gençleri tahrik edip ateşe sürüklüyorlar. Sokak kargaşasından medet umanlar var… Leş sevdalısı Akbaba gibi bekleyenler de…
Hangi kitapla amel ettiğini kestiremediğim biri köşesinden hükümete: “Çoğunluğun oyu ile gelsen de kendi kendine karar vermezsin… Terbiyeli ol ve militanlarımızla doğru dürüst konuş… Onları aşağılama, onlara karşı tertemiz bir üslup kullan ve onlara saygı göster… İnat etme, zor kullanma, geri adım atmasını da bil, Alkoliklerimizi de aşağılama…” Gezi Parkı adına sokaklarda terör estirenlerin adına hükümete manifesto yayınlıyordu. Yıllarca kanal7’yi söğüşleyen bu nankör kediyi kınıyorum.
Diğer altmış sekiz sol kuşağından yaşlı kurtlarından biri: ”İstanbul halk ve gençlerini selamladığını, Tayyip Erdoğan’a “one minute” dediğini, olaylar birkaç ağaç yüzünden değil, Tayyip Erdoğan’a karşı çıktığını. Tayyip’in karizmasının çizildiğini, hükümetin aklını başına alması gerektiğini, İstanbul’da yaşananların gurur verici olduğunu,” dile getiriyordu. Bu beyi de Azrail’e havale ediyorum.
“AKP’ye Karşı Ayaktayız”, “Hükümet istifa, Kimyasal AKP”, “Benim Gaz Bol Acılı Olsun Polis Emmi”, “Biber Gazı Bizde Kafa Yapıyo”, “Direne Direne Kazanacağız”, “Bütün Ayyaşlar Toplandık”, “Kaç Reco Tinerci Geliyor”, “Bizim Gibi Üç Çocuk İster misin?”,” “Polis Kardeş Gerçekten Gözlerimizi Yaşartıyorsunuz” gibi belli başlı sloganlar, insanı zoraki tebessüme sürüklüyor…
Netice itibarıyla:
Taksim’de yaşananların ağaçların korunmasıyla hiçbir ilgisi yoktur. Ağaçların ırzına geçen, yeşille, yeşillikle hiçbir alakası olmayan yine bu taifenin ta kendisidir.
Dünyayı perde gerisinden idare eden ellerin kimlere, nasıl ve ne kadar uzandığına bakmak, merceğin büyütecini biraz da buralara tutmak gerekir. “Türkiye ekonomik olarak ciddi bir yere geldi” diye düğmeye basanlar mı var?
Hadi benim vatandaşım gösteri yapıyor da, Londra’da, Brüksel’de ki gösteri ve yürüyüşler ne demek oluyor? Batı başkentlerine ve batı basınına ne oluyor da bu kadar yakın ilgi ve alaka gösteriyor?
Neden illa bir “Türk Baharı” çıkartma gayret ve çabasındalar? Neden Kürt-Türk kavgasında başarılı olamayan İngilizler, neden Alevi-Sünni çatışmasında ısrar ediyorlar?
Üçüncü köprünün adının “Yavuz” konmasıyla Türkiye; “Ben tekrar masaya döndüm,” dedi ve İngiltere ise fitne fitilini ateşleyiverdi. Kaleler dışarıdan değil içeriden yıkılır. Ya parayla, ya da kılıçla…
Türkiye, teröristleri hep dağlarda aradı durdu. Hâlbuki esas teröristler en modern şekilde giyiniyor, ellerinde rakı bardaklarıyla bu ülkenin didişmesinin ve birbirini boğazlamaya çalışmasının şerefine en lüks mekânlarda cirit atıyorlardı.
Hatta Gezi park olaylarını en yakın otel odalarından izliyorlardı. İstiklal caddesi ve pera onların Osmanlıyı yıkmak için kullandıkları için kutsal mekânlar sayılırdı. Sayın Tayyip Bey; sen bir de buraya cami yapmaya kalkarsın ha! Öyleyse al sana…
Sokağa dökülenler büyük fotoğrafı görmekten acizdir. Türk bayrağı ve istiklal marşı ile sokağa çıkıp yürüyenler, ancak dünya baranlarına hizmet ederler. Baronlar büyüyen değil, ellerinde tutup oynayabilecekleri bir Türkiye istenmektedir. Türkiye’de sokaklar karıştığında hep kaybeden Türkiye olmuştur.
Sosyal medya aracılığı ile ortaya atılan ve yürütülen korkunç yalan ve iftira kampanyaları, isyan ve darbe çağrıları, yürütülen çirkinliğin ve yürütenlerini seviyesini göstermektedir.
Perde gerisinde “İstanbul Türkiye’nin kalbidir. Eğer hükümet dokuz ay sonraki İstanbul seçimini kaybederse iktidardan gitmesi muhtemel ve yakın olur…” düşüncesinin bir sahne çalışması yatmaktadır.
Yarın; “Bu gün Taksim düştü, sıra İstanbul’da…” gibi manşetlerini görmek, birilerine alerji yapmasın… Bu zaten onların görevidir…
Sokak hareketleriyle hak aranabilir ama hükümetler devrilmez. Demokrasili ülkelerde hükümetler ancak sandıklarda yıkılır. Güçle sokak hareketleri durmaz ve durulmaz, aksine öfke çığırından çıkar.
Öfke: hal hatır sorma, onları dinleme ile soğur. Sokağın sesini dinlemek insanı küçültmez, aksine büyütür. Sokaklarından bir kaynama noktasının da olduğunu, özellikle idaredekilerin bilmesi gerekir.
Mit ve Emniyet gerekli emniyeti almalı, İç İşleri Bakanlığı-Vali-Emniyet Müdürü, bu yürüyüşe ve protestoya izin vermeli… Sinir uçları gerdirilen halkın yollarda ve parkta belenerek birikmiş elektriği ve gazı alınmalıydı… Diğer yanda ise görevli emniyet güçleri halk ile görev mecburiyeti arasında bırakılmamalıydı.
Polisleri yerden yere vuranlar, her türlü samimiyetten uzaktırlar. Suçlamalar da bulunanlar, elinde en az bin dolarlık kalemle, İngilizlerin gönderdiği harçlıkla beslen hainlerin ta kendileridir.
Hükümete alternatif politika ve vizyonlar üretmeye çalışmak yerine, her şeyi inkâr eden bir muhalefet, kin ve nefretin tohumlarını ekmek, istismara açık alanları büyütmeye çalışmalarının kısır döngüsünde ülkeye ihanetle eş değere düşmesi de ne kadar acıdır.
Sayın Başbakan; size bu iktidarı verenin biraz da, acziyet içinde sürünen muhalefetin olduğunu asla unutmayın… Sizden daha yeterli olgunluk ve vizyona kavuşacak bir muhalefet kendini iktidara taşırken, size muhalefet görevini verecektir.
Hükümet ise yüzde ellilik bir halk desteğin, “istediğimi yaparım” sarhoşluğundan çıkıp sıyrılmalı. Sayın Başbakan: “Elbette, CHP ve birkaç çapulcudan zaten izin almana gerek yoktur.” Ki onlar izin makamında değillerdir. Yapılacak olan projeleri, kurum ve kuruluşlarınız bir yolla da bu halka anlatabilirlerdi.”
Bir anket veya bir sandıkla halkın isteği sorulsa, halkın memnuniyeti olurdu. Bu kadar zarar ve ziyana, terör heveslilerine de zemin ve zaman verilmemiş olurdu.
Türk ve Türkiyeli olmakla gurur duyuyorum.
Gurur duyduğum ülkemin bir başbakanı; sığ ve seviyesiz olan muhalefetle Tom ve Jery gibi didişmek yerine, geleceğe yönelik planlar, çalışmalar içerisinde görmek istiyorum…
Biliyoruz ki ne tartışanların ne de savaşanların galibi vardır. Üstünlük ancak takva/olgunluk iledir. Doğru yolda yürümek müşavere iledir…
Bir imparatorluk bakiyesi olan bu ülkenin elbette farklı desenleri olacaktır. Herkesin inancı ve yaşantısı kendine mahsustur. Kanunlar ve uygulamalar yeterli hoşgörü taşımaz ise yerini şiddet ve terör alır. Yeryüzünde bu ülke kadar güzel ikinci bir ülke yoktur.
Elbette bu ülkenin ve halkının kalkınmasında emeği geçenlere, bu halka hizmet edenlere hem müteşekkir ve hem de duacıyız. Yıkmak için çaba sarf edenlerin üzerinden önce hidayete davetimiz, hidayetten mahrum ise lanetimiz eksik olmaz…
Dışarıda çöküş ve yıkılışımızı bekleyen çakal sürüleriyle uğraşmak varken, birbirimizle didişmek, zaman, emek ve güç kaybından başka bir şey değildir…
Öyle ise hep beraber “Haser-ül Esved gibi, o huzur ve hoşgörü taşını” gediğine/yerine koyalım…
…
Ant-030613