İşte buyurun gerçekler ve kaçtığımız fobilerimiz.
İmanın güzelliği(16)
İman berrak bir nehir gibidir, değdiği her nesneyi ak pak yapar. İmanın
olduğu yerde çirkinlikler bulunamaz. Çünkü onun özünde güzellik vardır. Fakat
imanın hakkıyla yaşanması pek çok fedakârlığı gerektirir. Müslüman olmak
zorlu bir imtihanı da beraberinde getirir.
Nitekim Kur'an-ı Kerim'de "Biz emaneti göklere, yere, dağlara
sunmuşuzdur da, onlar bunu yüklenmekten çekinmişler ve ondan korkup
titremişlerdir. Pek zalim ve çok cahil olan insan onu yüklenmiştir"
(Ahzâb, 72) denilerek bu zorluğun derecesi anlatılmakta, bütün zalimliğine ve
cahilliğine rağmen insanoğlunun bu vazifeyi üstlendiği
hatırlatılmaktadır.
İmanın kelime anlamı "inanma, inanç, din inancı, itikat" demektir.
İman; 'emanet, eman, emniyet' ile aynı kökten gelen bir kelimedir.
Sözlüklerde "Hak dini kabul etme, Allah'ın varlığını, birliğini ve
peygamberini kabul etme, dil ile söyleme, kalp ile doğrulama, İslam dinine
inanma" olarak geçer. Yine iman; Allah'a, bu kâinatın bir halikı
olduğuna, onun gönderdiği mukaddes kitaplarına, peygamberlerine, meleklerine,
ahiret âlemine, kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna, öldükten sonra
dirilip haşr ve hesap olunacağına inanmaktır. Buna genel anlamda 'müslümanın
amentüsü' de denir. Bir kişinin 'Müslüman' sıfatını kazanabilmesi için imanın
altı şartını hakkıyla idrak etmesi gerekir.
İmanla şereflenen insan, hayvani vasıflardan uzaklaşmak zorundadır. Kişi
hayvani özelliklerden uzaklaştıkça imanın lezzetini bütün hücrelerinde
hissetmeye başlar. Ahlaki güzellikler inkişaf edince kişi özüne döner,
yaratılış gayesini hakkıyla idrak eder. Allah'ın emirleri doğrultusunda
yaşamayı en büyük gaye edinir. İmanla müzeyyen ruhlarda hırs, kıskançlık, kibir, yalan, ikiyüzlülük, gıybet
gibi kötü huylardan eser kalmaz. Çünkü iman güzel ahlakı da beraberinde
getirir. İmanlı sinelerde kötü ahlakın barınması mümkün değildir. Zira imanla
küfür, ateşle barut gibidir. İkisinin bir arada olması düşünülemez. İman
bütün güzelliklere açılan, bütün çirkinliklere kapanan bir rahmet kapısıdır.
Bu kapıdan şerrin girmesi mümkün değildir. Şayet şerler peşinizi
bırakmıyorsa, kalbinizi yoklamak mecburiyetindesiniz. Mevlana Celaleddin
Rumi'nin dediği gibi "Kimde güzel ahlâk varsa kurtulmuştur. Kim de şişe
yürekli (bozuk ahlâklı) ise kırılıp gitmiştir."
Küfrün çirkinliği
Küfür "Allah'a inanmama, ortak koşma, dinsizlik, imansızlık"
anlamlarına gelir. İslam dininin öğrettiği iman esaslarını reddeden, kabul
etmeyen kimselere "kâfir" denir. Küfür en büyük afettir.
Bilinmelidir ki küfrün ve inkârın ucu cehenneme varır.
İnsanı yaratan Allah, onun fıtratını, neler yapabileceğini de çok iyi
biliyordu. İnsana akıl ve irade veren Allah, onu tavır ve davranışlarında
özgür bırakmıştır. Kişi akıl ve iradesini kullanarak ya Rabbine teslim olmuş,
ya da onun yolundan çıkıp şeytana talebe olmuştur. Abese suresinin 17.
ayetindeki şu ifadeler Allah'ın, kendini bırakarak şeytana teslim olan
kullarına şiddetli hitabıdır: "Kahrolası insan, ne kadar
nankördür." Bu sözler Allah'ın kahır sıfatının tecellisidir. Yoldan
çıkan insana Rabbinin sert yaklaşımının tezahürüdür.
İman ne kadar hoş ve latif bir kavramsa küfür de o kadar tiksindirici bir
nankörlüktür. Onun için Rabbimiz küfrü, şirki ve inkârı affedilmez bir
davranış olarak görüyor. Gerçekten de öyle değil midir? Sizi yaratan,
kayıran, besleyen, binlerce nimetle mükâfatlandıran bir yaratıcıyı
reddedeceksiniz. Bu ne kadar çirkin ve çirkef bir davranıştır.
Bu çirkinliğe meyledenler; nimetleri çalışarak, emek vererek kazandıklarını
söylerler. Dünyanın en zengin kişilerinden biri olarak tanınan iman fakiri
Karun bu düşüncede bir insandı. O ve onun gibiler zenginliğinin sebebi olarak
Allah'ın lütfünü değil, kendi çalışmasını ve gayretlerini görmüştür. Oysa
Allah, sebepleri araya koyarak nimetleri çalışan kullarına bahşediyor. İnkârcılar gerçekte dünyayı ahirete tercih etmiş bahtsız insanlardır. Kimse
onları kararlarında zorlamamıştır. Onlar cüzi iradelerini o doğrultuda
kullanmışlardır. Hayrı reddetmiş, küfrü ve isyanı kucaklamışlardır. Bu
onların şahsi tercihleridir. Bunun bedelini ahiret yurdunda elbette
ödeyeceklerdir. Rabbimiz şükredicilerin ve inkârcıların durumunu şu ayette
bakın nasıl açıklıyor: "Eğer şükrederseniz elbette size nimetimi
artıracağım. Eğer küfrederseniz, şüphesiz azabım çok şiddetlidir."
(İbrahim, 7) Bugün yeryüzünde fitne fesat tohumları ekip ortalığı karıştıranlara
baktığımızda, boş bir gayret içerisinde olduklarını görüyoruz. Çünkü
insanların Allah'ın saltanatını devirmeye, onun sonsuz kuvvetini
noksanlaştırmaya güçleri yetmez. Allah dilese, kendisiyle savaşanları bir anda
yerin dibine batırır. Tarihte bunun örnekleri görülmüştür. Fakat bu gibi
hadiseler nadirattandır. Akıl nimetiyle nim etlenen insanlar, gece gündüz
demeden imtihan edildikleri için onların iradeleri esas alınmaktadır. Bu
durum Allah’ın koyduğu bir kanundur. Yoksa Allah dileseydi herkes
inanırdı. Allah, bu dünyada insanlara inanıp inanmama özgürlüğü tanıdı. Lakin
inananları ve inanmayanları nelerin beklediğini de sıralayarak tembihte
bulundu. Hiçbir iyiliğin ve kötülüğün karşılıksız kalmayacağını, büyük hesap
gününde zerre miktarı iyilikle zerre miktarı kötülüğün mizanda tartılacağını
bildirmiştir.
Kimse İslamiyet’in, Kur'an-ı Kerim'in hayatın dışına itileceği endişesini
taşımasın. Herkes asıl kendi kurtuluşu için hayatına çeki düzen versin. Zira
şu ayette Allah nurunu tamamlayacağını müjdeliyor: "Allah'ın nurunu
üfürükleriyle söndürmek istiyorlar; oysaki Allah nurunu kâfirler istemese de
tamamlayacaktır!" (Saff, 8)
Kişinin küfür bataklığına batmaması için azıcık uyanık olması yeterlidir.
Zira dört bir yanımızdaki varlıklar kudretli bir yaratıcının var olduğunu ve
ona iman etmemiz gerektiğini haykırıyor. Bu konuda uzaklara gitmeye hiç mi
hiç gerek yoktur, zira kendi simamıza bakmamız yeterlidir.
Bilim alanında bu kadar ilerlemiş olan Avrupa'nın ve Amerika'nın Allah'a
tevhit inancıyla bağlanma hususunda gösterdikleri zaafı anlamak mümkün
değildir. Buna dense dense ancak kuru bir inat ve bağnazlık denir. Dolaylı
veya direkt olarak tabiatı ilah kabul edenler, hangi mantıktan hareket
ediyorlar? Bunu anlamak mümkün değildir.
İnanmış gibi görünenler
Bazı insanlar Müslümanların nüfuzundan yararlanmak için, gerçekte inanmadıkları halde inanmış gibi görünürler. Bunlara dini terminolojide 'münafık' diyoruz. Münafığın hükmü kâfirlerinkinden daha zorludur. Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim inanmadığı halde inanmışların safında görülenlerle ilgili şöyle der: "İnsanlardan öyleleri vardır ki: 'Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik' derler; oysa inanmış değillerdir. (Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller. Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını arttırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azab vardır." (Bakara Suresi, 8–10) Kişileri deliller sabit olmadan durup durur iken tekfir etmek (kâfirlikle suçlamak) çok tehlikeli bir davranıştır. Fakat müslümanın uyanık olması gerekir. Müminlerin, açık inkâr delilleri varken herkesi katıksız Müslüman olarak görüp İslam düşmanlarının tuzaklarına düşmesi kaba tabirle ahmaklıktır. Her konuda olduğu gibi bu hususta da ölçüyü iyi ayarlamak ve basiretli olmak elzemdir.
İmtihan şuuruyla yaşamak
İnsan olarak dünya denen mukavvadan bir sahnede büyük imtihanlardan
geçiriliyoruz. Yaşadığımız müddetçe hayır ve şerlerle sınanıyoruz. Elbette
hayırlara şükredenler, şerlere sabredenler bu ilahi imtihandan alnının akıyla
çıkacaklardır. Ancak unutulmamalıdır ki imanı besleyip güçlendiren de
amellerdir. Amelsiz iman her dem yara alır. Dünyanın gelmiş geçmiş en hayırlı toplumu olan sahabeler ibadette sınır
tanımazlardı. Onlar bilirlerdi ki ibadetler nimetlere şükrün bedenen
ifadesidir. Şükür kulluğun aynasıdır. Hayattayken cennetle müjdelenen
sahabeler ibadetlerinde hiçbir zaaf ve gevşeklik göstermemişlerdir. Aksine
ibadetlere dört elle sarılarak hayatlarını idame ettirmişlerdir. Bu dinin Peygamberi, gecesini gündüzünü ibadetlere ayırmış, asla kulluk
şuurundan bigâne kalmamıştır. Her fırsatta ibadet etmiştir. Bununla ilgili
olarak Hz. Aişe validemizin naklettiği şu hadis-i şerifi dikkatlerinize arz
ederim. O şöyle buyurmuştur: "Nebiy-yi muhterem (sav) Efendimiz mübarek
ayakları şişinceye kadar geceleyin ibadet ederdi. Bunun üzerine kendisine: 'Ya
Rasûlullah! Geçmişte ve gelecekteki bütün günahların mağfiret olunduğu halde
niçin böyle yapıyorsun?' dedim. 'Rabbime şükreden bir kul olmayayım mı?'
buyurdu."
Mümin basiretli, ferasetli ve sağduyulu olur. O eşyaya ibret nazarıyla bakar.
Dünyanın geçici hevesleri onu asli vazifesi olan kulluğundan uzaklaştıramaz.
Daima Allah'ın onu gözetlediği şuuruyla yaşar. Yaptığı her işi hak ve hakikat
süzgecinden geçirir. Kararlarını verirken hakkaniyeti gözetir. Güçlü olsa da
daima haklının ve mazlumun yanında olur. Bu özellikler onun imanının
tezahüründen başka bir şey değildir. Bir kişi iç dünyasında böyle bir âlem oluşturabilmişse iman nimetinden payına
düşeni almış demektir. İmanın ne kadar büyük bir nimet olduğunu, onsuz
yüreklerin bir yükten öte mana taşımadığını büyük İslam şairi Mehmet Akif
Ersoy şu mısralarında ne kadar da veciz bir şekilde ifade ediyor:
İmandır o cevher ki ilâhi ne büyüktür
İmansız olan paslı yürek sinede yüktür
Şu kısacık ömürde en büyük sermayemiz kulluğumuz ve imanımızdır. Tabir caizse
kulluğumuz sultanlığımızdır. O bizi dünyayla kıyaslanmayacak kadar güzel ve
sonsuz olan cennete götürecektir. Ya inkârcılar; onları da sonsuz acı bir
azap bekliyor. Ne mutlu iman üzere yaşayanlara ve son nefesini bu hâl üzere
teslim edenlere… Sözlerimi Yüce Rabbimizin kâfirlere yönelik olarak söylediği
şu tüyler ürperten sözlerle noktalamak istiyorum:
"Ayetlerimizi inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince; işte
Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların lâneti onların üzerinedir. Onlar ebediyen
lânet içinde kalırlar, artık ne kendilerinden azap hafifletilir ne de onların
yüzlerine bakılır." (Bakara, 161–162)
Rabbim bizleri bu zümreye dâhil olmaktan ve onların şerrinden korusun.
(Âmin)(16)
M. NİHAT MALKOÇ(16)
Allah’a ait sonsuz ve sayısız güzellikler, ancak hakiki bir marifet ve tahkiki bir (15)iman ile anlaşılıp zevk edilebilir. Gafil bir nazar ile bu incelikler görülmez ve zevk edilemez.
İnsanın nazarı madde illetine müptela olduğu için, böyle manevi güzellikleri tadıp tartamıyor. Tadıp tartmanın tek yolu, o maddi nazarı manevi ilaçlarla tedavi etmektir ki, bu manevi ilaçlar yukarıda da işaret ettiğimiz gibi sağlam bir iman ve keyfiyetli bir ibadettir. Nasıl ki, burnu pis kokuya alışmış bir tabakhane (derinin işlendiği fabrika) çalışanı, esanslar çarşısındaki envai güzellikteki kokuları koklayıp hissedemiyorsa, aynı şekilde kalp ve aklı madde içinde boğulmuş bir madde perest de manevi güzellikleri idrak ve ihata etmesi kabil değildir.
KAYNAKLAR:
1-http://sozluk.ihya.org/dini-terimler/akl-i-feal.html
2-http://hasankamilyilmaz.com/index.php?option=com_content&task=view&id=284
3-http://www.hakkinda-bilgi-nedir.com/akli-mead-ne-demek-nedir+akli-mead-ne-demek-hakkinda-bilgi
4-http://www.sorularlaislamiyet.com/soru/197817/aki-i-meadmaad-nedir-akil-nasil-kullanilmalidir.html
6-http://www.hakikat.com/nur/tsvf/tsvf15.html
7-http://www.enfal.de/Fikhi/Y/yaratma_ve.htm
8- http://www.islamalimleri.de/hidayet-nedir
9- http://www.islamalimleri.de/olmeden-once-allah%E2%80%99-ulasmak
10- http://www.islamalimleri.de/inanmak-ihtiyac-mi
11- http://www.islamalimleri.de/asiri-dincilik
12- http://www.islamalimleri.de/elbette-muminim
13- http://www.islamalimleri.de/islamiyet%E2%80%99ten-haberi-olmayanlar
14- http://www.islamalimleri.de/zerre-iman-ne-demek
15-http://www.sorularlarisale.com/makale/17990/imanin_guzelligi
16-http://www.gulistandergisi.com/dergi_oku.php?id=341
17-http://semerkanddergisi.com/bu-guvensizlikle-nereye-2/
18-http://allahayonelis.com/post/2011/12/01/Yasayanlar-Icin-Umut-Her-Zaman-Vard%C4%B1r.aspx