adın bir öykünün rengidir
nesli unutulmuş yoksul düşlerimin en ücra kentidir
anka’nın kanatlarına tutunup doruğunda süzüldüğüm
masallardaki bir dağın dengidir
ah benim rüzgâr sayıklayan mum çiçeğim, yanaklarında raks eden
hüznü ayinim
mevsimleri kardelene mayalanan kaderim
sessizlik heykelinden melodi, tevekkül sarayından yayılır vadilere
senden önce sevdiğim
elçileri bembeyaz kuşkularla gelir
en asil yetimliğimi duyurmak için sana
şefkatli bir gecenin kucağında bebek gibidir güneş
solgun bir başağın boyun eğmiş onurunda üşüdüğüm toprağımsın
karanlığı emen bir baykuşun uykusunda yıkıldı mahzenim
daha hangi ülkenin tahtını devirir endamın
bir kahır perdesinde küflendi ay, sokulduğu yerde
ah bir sökebilseydin içimdeki sancıyı
ah bir duyabilseydin seferindeki hancıyı
milattan sonra yeniden, çağ açılırdı anların buluştuğu yerde
yosun tutmuş taşların bağrına sinen külfetimsin
ağlak bir kekeme bırakıyor ayaklarıma kaldırımların
dudaklarımda düğümlenen şuh bir bilmecesin
yokluğun en son noktasında ihbar edildi aynaların öteki yüzü
memnu bir çareye ahını sunarken yaralarım
yılların şakağına çivilendi gökyüzü
nabzımın nihayetsiz her atışı durağına bir adım daha yakın
ve yâr diye dağları delecek firakın
camlarına yağmur vuracak resimlerin
o an yıkıldı tebessümü kalbinde tarihin
ikindinin omuzlarından yayılan simli bir gölge gibi
hatırası büyüyecek çehresinde yapayalnız ülkemin
mekânında ıssızlık ağırlayan kutsal bir harabeyim
dirileceğim, ah ellerinle bir dokunsan
kanayan sütunların kuyusuna gömüldü s/ensizliğim
gökte yıldız ararken renge susmuş katran
en masum duruşunu sergiledim sana g/izini fışkıran devlerin