Ne kadar baygın
kaldığının hiç farkında değildi. İçine daldığı karanlık hala devam ediyordu.
Sayıklamalar arasında açtı gözlerini. Flu görüntüler içinde tek seçebildiği,
yanı başında duran yaşlı kadındı. Zorla bir şeyler tıkmaya çalışıyordu ağzına,
diğer yandan da kolonya ile masaj yapıyordu şakaklarına.
‘’Nerdeyim’’, diye
sordu, doğrulmaya çalışırken; başı hala dönüyor ve uğulduyordu.
‘’Yavaş, kızım, yavaş’’,
diye tuttu kolundan kadın usulca. Altmışlarında, nur yüzlü bir kadındı, bir
yandan kızın saçlarını okşuyor, bir yandan doğrulmasına yardımcı oluyordu.
Odada biri daha vardı. Evet, bu adamı hatırlıyordu, belleğinde kalan en son
görüntü adama aitti.
‘’Nasıl oldun, bacım;
doğrusu korkuttun bizi’’, diye yaklaştı yanına, hiç de kötü biri gibi
gözükmüyordu, ilk bıraktığı izlenime rağmen.
İyi hissetmiyordu ama
yine de iki saat öncesine göre farklıydı, baş dönmesi yavaş yavaş azalıyordu.
Bir anda aklı başına geldi: Öyle, ya, kuzenini arıyordu ve İstanbul’a varalı da
henüz bir gün dahi olmamıştı. ‘’Tanrım, neredeyim, napa cağım ben bir başıma’’,
diye hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı aniden. Kimsesi yoktu, koca şehirde bir
başına kala kalmıştı. Artık geri dönmesi de mümkün değildi. İçi para dolu
çantasını hatırladı aniden, çılgın gibi ayağa kalkıp, adamın üzerine yürüdü.
‘’Çantam nerede, söyle,
ne yaptın çantama’’, diye avaz avaz bağırmaya başladı, sahip olduğu her şey
çantasındaydı.
Sakin bir tavırla,
uzattı adam kızın çantasını.
‘’Hey, sakin ol, iyilik
de yaramıyor, çantan burada’’, diye fırlattı çantayı.
Açtı çantayı, her şey
yerli yerindeydi, kuruşuna dokunulmamıştı.
‘’Özür dilerim’’, diye
hatasını telafi etmek istercesine, yaşlı gözleriyle af diledi. Aslında teşekkür
etmesi gerekirken, bir de kalkmış, adamı paylıyordu. Onların sayesinde, ölümden
kıl payı dönmüştü.
‘’Gitmeliyim, size daha
fazla yük olmak istemiyorum’’, demişti ki, aniden kapı açıldı. Yaşlı, beyaz
sakallı bir adamdı içeri giren.
‘’Selamın aleyküm,
kızım, iyi misin bari’’, diyerek hatırını sordu. Diğer yandan da adeta
kaçırırcasına gözlerini, , ilk kez görmüşçesine odayı süzüyordu.
Belli ki, bakkalın anne
ve babasıydı bu yaşlı insanlar. Her ne olursa olsun, bu insanları tanımıyordu,
fazlasıyla da tedirgindi.
Çantasını göğsüne
bastırıp, kalktı ayağa. Gitme vakti gelmişti, nereye gideceğini bilmese de.
‘’Muzaffer Abi’ye
ulaşabileceğim bir telefon numarası ya da adres var mı’’, diye bir kez daha denedi
şansını.
‘’O’nun adını ağzına
alma artık, bacım’’, diye sert bir çıkışla karşılaşınca, dona kaldı. Ne
yapmıştı ki kuzeni, ondan böylesine nefretle söz ediyorlardı. Bildiği
kadarıyla, işinde gücünde iyi bir insandı. Üstelik çocuklukları beraber geçmişti,
karıncayı bile incitmeyen zararsız bir adamcağızdı, tabii ki eğer değişen bir
şeyler olmadıysa.
‘’Evladım, senin yeni
evin artık burası, hiçbir yere gitmene göz yumamam’’, diye beklenmedik bir
hamle yaptı, yaşlı adam. Ne demek istiyordu ki, onlara verdiği ne bir söz
vardı, ne de tanıyordu onları.
‘’Size fazlasıyla yük
oldum, kalamam, üstelik kalmıyorum da,’’ diyince, kolundan tutuğu gibi savurdu,
adını bilmediği bakkal. Bu da ne demek oluyordu ki; hiçbir hakları yoktu üstelik.
Neler oluyordu, kestirmek mümkün değildi. Sakin olmalı, onların huyuna suyuna
gidip, bu evden bir an evvel kurtulmalıydı.
Saatin kaç olduğu ya da
nerede olduğu bile önemsizdi artık. Gerekirse polisten yardım ister ve
kurtulurdu ellerinden. Nasıl bir talihsizlikti bu, tanımadığı bu insanlar ne
istiyordu ondan…
Çakan şimşekle fırladı
yerinden. Yağmur yağmaya başlamıştı, perdenin aralığından dışarı görmesi mümkün
değildi, zaten oldukça geç bir saat olmalıydı, ne olursa olsun, gidecekti
buradan.
Bir anda fırladı
yerinden, deli gibi sokak kapısını arıyordu, bulması da hiç zor olmadı; zira
kapı aniden açılmıştı. Gözlerine inanamadı ve baka kaldı.
‘’Selam, kuzen,
nasılsın görmeyeli?’’
Kuzeni, Muzaffer tam da
karşısındaydı.
‘’Abi, sen…’’ diye kekelemeye
başladı. Hani yoktu buralarda. Kötü bir şakaymış hepsi, diye rahatladı birden.
Muzaffer kapadı kapıyı,
kilitleyip, anahtarları cebine koydu.
‘’Geç içeri’’, diye bir
hamlede kızı ittiği gibi, yere düşürdü.
İnanması güç olayların
içinde bulmuştu kendini zavallı kız ve olanlardan en ufak bir şey bile
anlamıyordu. Belli ki, ortada esrarengiz bir şeyler dönüyordu. Madem, kuzeni
bir yerlere gitmemişti, peki ya, şimdi olanlar neyin nesiydi.
Burnu kanıyordu,
umursamadı bile; bu insanlar ondan ne istiyordu, üstelik kuzenini böyle
davranmaya sevk eden neydi.
Uzun sürmeyecekti, bu
soruların cevabını bulmak, lakin öğrendiği vakit de pişman olacaktı öğrendiğine…
...devam edecek........