Kaldırımlarda yürüyen garip bir yolcuyuz aslında bugün varız yarın yokuz. Bazen içimizde kopan fırtınaları gönderdiğimiz geçmişin dokunaklı sesi ürpertir ruhumuzda biz isteme sekte, bazen mutlulukla bazen de hüzünle. Yıllardır hiç kımıldamadan duran duvarlar gibi, hissizleşmelerimizin bir hareketliliğini, yansımalarını aks etmesini bekleriz gözlerimizde, bize yakın olan ama yüreğinde uzak olan sevdiklerimizle bazen de dost diyerekden, dost olarak seçtiğimiz kişilerin yüreğinde, ama bu beklentilerimiz sonuçsuz kalır yalnızlığı yaşarız bazen aylarca yıllarca, yan yana olsak ta göz göze olsak ta. Yalnızlığımızda kalmanın bize armağan ettiği güçsüzlüğüne çaresizliğine sımsıkı yaslanarak, bazen de kimsesiz izbe soğuk sokakların taşlarında yol alarak bu kavuşmanın isteğiyle kavuşmanın ümidi ile onlara doğru yürümenin cefasında yol alırız ama nafile. Uzun zamandır gönüllerde olmayan gönüllerin yalnızlığa, sarılmış onu bir yar gibi saranların yorgunluğuna teslim olmuş bedenlerin, hissizliği bir tokat gibi yüzümüze çarpar, lakin bunu yüreğinde taşıyanlara bu tokat nedense hiç vurulmaz, sanki hayatta tüm tokatlar, senin içindir ve senden başkasına vurulmazmış hissi ile mahzun ve üzüntülü, yoluna devam edersin! Önüne gelene çarparak, çıkış yolunda ilerlerken, yalnızlığa esir olmuş ruhunun çırpınışları feryadı cansız hayali vurur düşüncelerine ama o an elinden bir şey gelmez. Ama yılmadan ruhundaki bedenindeki inançla imanla, kat kat güçlü olan ruhunla hayallerine, yalnızlığa son verecek olan kapının kilidi olan sevginle o kapalı kapıyı açmak için yüreğindeki umut dolu imanının dadır. Bu imanının sesine kulak verirsen bu yalnızlık mutlak son bulacaktır. Soğuk ve yağmurlu bir havanın seni selamlamasının izin vermemelisin boş gözlerle anlamsız bakan bu sahte selamı gerçek selamlara çevirmek senin yüreğinde iman dolu yüreğinde, imanının içindedir. Yalnızlığın bedeni ile sımsıcak sevginin merhameti ile muhtaç gönüllerin sığınacağı bir gölgelik arayanlara, sığınacak bir liman kucak olabilirsin, kış karları boranları bedenleri dondurmasın diye onları sımsıcak saran bir evde olabilirsin, yeter ki kalbindeki imanın sesine kulak ver, çünkü kalbine imanı yerleştiren Rahman, onu boş yere yerleştirmemiştir, Rahman boş olanı yaratmaz, sen istemedikçe arzulamadıkça.Bunu yapmaz isen gülün renginden, güzelliğinden, kokusunu duymadan ömür son bulur. Aşkın sesini yüreğimizdeki diğer seslerden ayıramadan atamadan ömür son bulur. Bazen çiçeklerin hepsinin aynı zamanda yaprak açtığını, aynı tohumlarla tomurcuklandığını ve kokularının da aynı olduğunu sanır; gülle lâle, menekşeyle leylâk arasındaki farkları pek bilmez hepsinin zahmetsiz yetiştiğin sanarak aldanarak ömür son bulur, geride kalanlara değerli bir şey bırakmadan elveda diyerekden elimiz boş döneriz Rahmanın yanına. Yok, oluşla kahır oluşla… Ölümü anlamak var olduğumuzu dünyadaki amacımızı insanlara bakış açımızı yaşamı tüm gerçekliği ile anlamaktır. Şımarmamaktır, insanlara saygılı olmak nefsin esiri olmadan nefsi tanrılaştırmamaktır. Tüm insanların haklarına özgürlüğüne yaşamına saygı duymak haklarını gasp etmeden insanca yaşamaktır. Mala mülke makama tapmamak onların esiri olmamak şehvetin esiri olmadan yaşamaktır. Mülke tapmamaktır. Ne oldum delisi olmamaktır. Ölüm herkesi eşitler, Ölümden ibret almak demek ölümü anlamak demek;bir ölü gördüğümüzde bir iki dakika başını eğmek üzüntülere bir anlığına gark olmak değildir, hele ölen yakınımız olduğunda bir kaç saat ağlayıp sonra tekrar dünyaya mala mülke tapmaya devam etmek demek değildir. Hayat ölüm için, ölüm de hayat için son derece anlamlıdır. Hayatı olmayan bir ölüm nasıl hiçlik ve yokluk demekse; ölümü olmayan bir hayat da öyledir. Ölümden ibret almak, en derin hazda, zevkte keyifte, coşkuda dahi ölüm ürpertisini kemiklerinin iliklerinde hissetmektir. Ölümden ibret almak, Necip Fazıl’ın şu mısralarında ifadesini bulmuş ruhu, ruhunda yaşatmaktır:
“Tahtadan yapılmış bir uzun kutu
Baş tarafı geniş ayakucu dar
Çakanlar bilir ki bu boş tabutu
Yarın kendileri dolduracaklar”
Hz Muhammed(S.A.V.) lne güzel demiştir: ''Öğütçü istersen ölüm
yeter!''
Açlıktan
gözlerinin feri sönmüş, dalakları şişmiş, inlemeye mecalleri kalmamış çocukları
anlamaktır ölüm. Birilerinin daha iyi yaşaması için yok olan canlar değildir bu
canlar, bencilce despotça uygulanan zalimlikler için gelmedik bu âleme, bazen
bu olanları seyrederken zavallılıkla acizlik içinde yardımcı olamadan "Ah
insanlık. Ah ölüm.. Neredesin?"diye kıvranarak acizliğimizde kahır
olduğumuzda iç çekerek iken feryat edercesine geçmişe bir gönderme yaparak,
Yaralı kuşlara sahip çıkan onları şefkatle saran onlara bile vakıflar kuran,
yuvasız kuşlara yuva yapan yüce ruhlar nerelere gittiniz?" yok mu sizi
takip eden izlerinizi takip eden hiç mi kalmadı diye! Acı ile! Gözyaşı ile!
İşte size
kıssadan bir hisse:(1)
Yine bu gecelerden birindedir.
Rabia Sultan yine niyazda yine
namazdadır. Fakir kulübeciğin kilidi usulca kırılır ve içeri bir hırsız
sessizce süzülür.
Daha içeri girer girmez yanlış bir
yere geldiğini anlar hırsız. Çünkü bu fakir kulübecikte onun işine yarayacak
hiçbir şey yoktur. Hilal hayal bir kadın seccadesinde namaz kılmaktadır.
Yine de gelmişken boş gitmeyelim
diye eline bir iki kap kacak alarak biraz önce girdiği kapıya doğru yönelir.
Kapı yerinde yoktur.
Elindekileri aldığı yere bırakarak
tekrar kapıya yönelir. Bu kez kapı yerindedir. Kapıyı bulmuşken bıraktıklarımı
alayım diyerek geri döner.
Elindekilerle yeniden kapıya
yönelir kapı yine yerinde yoktur.
Seven aciz bir kadınsa da sevilen her şeye kudreti yeten bir ulu sultandır.
Hırsız hayret makamındadır,
şaşkındır. Selamını veren Rabiatül Adevi hırsıza; "Rabia'nın evinden eli
boş gitme bari şu ibrikten abdest al da iki rekât namaz kıl git" der.
Hırsız içinde bulunduğu durumun
şaşkınlığı ile ibrikteki suyla abdest alır ve namaza durur. Hırsız namaza
durunca Rabia Sultan da duaya durur.
"Allah'ım! Bu kulun benim
kapıma geldi eli boş döndü, ben de senin kapına gönderdim onu boş döndürme
Allah'ım!"Hırsız namazın sonuna doğru göğsüne bağladığı elinin altından
gönül yamaçlarına doğru tatlı bir esintinin yayıldığını fark eder. Taze
baharlar açar yüreğinde. Namazdan sonra sadece ellerini değil yüreğini de açar
Rabbine;
"Allah'ım! Bunca yıl neden
hep başka kapılarda dolaştım durdum, neden senin kapına gelmeyi akıl etmedim.
Allah'ım! Ne olur bana bundan sonra onun bunun kapısında yüzsuyu
döktürme!"
Gözyaşları sel olup akar. Fakir
kulübeciğin kapısı kapansa da Hakkın kapısı açılır, Rabiatül Adevinin evinden
boş dönse de Hakkın kapısından boş dönmez. Bu durumu gören Rabia Sultan;
Allah'ım! Bu kulun bir kere kapına geldi onu kabul ettin, bense bir ömür boyu
kapındayım böyle bir kabul görmedim" der. Ben ses yankılanır fakir kulübenin duvarlarında "Onu da senin hürmetine kabul ettik"(1) Aman ha dikkat edelim!Yaşar iken her şeye,her ana her saniyeye.Selam ve
dua ile.
1- http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HarunTokakPazar/eli-bos-gitme/28645