Nereye kadar
sorgulayabiliriz ki hayatı… Ya da neyi, kimi; yoksa şartları mı? Belki de
sunulanları, sunulmayanları, koşulları, elimizden kaçanları, arzularımızı,
kabullenilen doğruları, yanlışları, eksiklikleri. Sürer gider bu liste,
fütursuzca. Yeri geldi mi, inancımızı bile sorgulamak olası, her ne kadar
yanlış olsa da. Kim bilir, belki de, sonsuz ihtimaller zincirini ve çok şıklı
sorulara bile vakıf olmak neredeyse imkânsız.
Aslında şans faktörünü
de dâhil etmeliyiz, elimizdeki donelere. Öyle ya, kimi doğuştan şanslı gelir
dünyaya; kimi ise ağzıyla kuş tutsa yaranamaz ne hayata ne de kaderine.
Yaranamaz dedik de; kime yaranacaksın ki… Kendine mi, etrafındakilere mi yoksa
doğru bildiklerini tasdikettirip, içinde bulunduğun ortama mı? Neticede
herkesin doğrusu ve yanlışı kendine özel. Kim kime neyi kabul ettirecek ki.
Belki görünürde, prensipler ortak gibi gözükse de, aralardan yükselen çatlak
seslere ne demeli…
Konumuza dönelim; hayatı
sorgulamaktan bahsediyorduk. Kendi yolumuzda giderken, kesişen yollardaki
insanlar ne derece etkin olabilir ki bizim için. Belki hatta kesinlikle, yine,
kaderin oyunlarından biri ile karşı karşıyayız bu noktada. Rotamız beklenmedik
bir anda öyle değişebilir ki; her anlamda ama: Lehimize ya da aleyhimize; belki
iyi, belki kötü…
Ve ailemiz,
dostlarımız, arkadaşlarımız: Bizim için özel ve kutsal kim varsa. Ya onların
hayat görüşleri, kimlikleri, bizle çatışan fikirleri. Uyum sağlayalım ya da
sağlamayalım, onlar bizim her şeyimiz. Onlardan öğrendiklerimiz, tutumları,
aramızdaki kuşak çatışması ne derecede olursa olsun; elimizdekilerin kıymetini
bilip, onların ışığı altında devam etmeliyiz yolumuza; kabullensek de
kabullenmesek de. Her halükarda bizim ezeli ve ebedi destekçilerimiz onlar.
Varlıklı bir aileden
gelebiliriz ya da tam tersi. Bunu sorgulama ve yargılama hakkına asla ve asla
sahip değiliz. Eşimizi, işimizi, dostumuzu ya da düşmanımızı bile bir yere
kadar sorgularken, ailemizle ilgili böyle bir hakkımız yok. Başımızın tacı
onlar ve olmaya da devam etmeli hayatımız boyunca. İmkânlar değişebilir ama
onları incitmeden.
Ve daha sayısız nice
soru cevaplanmayı bekleyen. Bir şeylere inanmak, insan olabilmenin bir
uzantısı, yoksa aklımızı yitirmek içten bile değil. Bu kâinat, Yaradan’ın gücü
ve ışığı ile nasıl aydınlanıyorsa, bu inançla da bizim yolumuz aydınlanmakta.
Ve güçlenen maneviyatımız. Her şey bir yere kadar, filozof olmaya gerek yok.
Zira yaratılışımız hikmeti O’nun ulvi gücünde saklı.
İtiraf etmek gerekirse;
gizemli bir âlemde hüküm sürüyoruz. Her an, her şeyin olabilme ihtimalinin
olası olduğu upuzun ve bilinmezliklerle dolu bir yol ya da dünya. Her an bir
ağaca toslayabiliriz, tabir-i caizse, her an dipsiz bir uçuruma yuvarlanma
ihtimali de bir diğer şık. Kim bilir, belki an itibariyle; dünyanın ve kâinatın
en mutlu ve en şanslı insanı da olabiliriz. Ya da bir bakmışız ki, tüm
mekanizma çökmüş ve devre dışı kalmışız ve sürüklenip gidiyoruz. Hayat bu; ne
zaman ne getirir ya da neyi çalar bizden, hiç mi hiç belli olmaz.
Bize düşen; dünü dünde
bırakıp( her ne kadar zor olsa da), geleceğe umutla odaklanıp, günü yaşamak.
Hele ki, istek ve arzularımıza gem vurup, elimizdekilerle yetinebiliyorsak,
bizden mutlusu yok. Zira, mutluluğu inşa etmek, bizim inisiyatifimizde, sahip
olduğumuz imkanlar dahilinde. Ne zaman ki, beklentilerimizi aşağı çektik,
mutluluk hiç de uzak değil.
Sonuçta her birimiz, kâinatta
ufacık birer kum tanesiyiz, her ne kadar kendimizi dünyanın merkezi gibi görsek
de. Eğer ki, kendi küçük dünyamızda yetinmeyi biliyorsak, bizden mutlusu ve
huzurlusu yok.
İçimizde
sakladıklarımız, muhafaza ettiğimiz değerler baki olduğu sürece de, bu hep
böyle sürüp gidecektir.
Aslında, kaderci
olmakta da oldukça fayda var. Elbet, Yaradan’ın bir bildiği var ki, gidişatı O takdir
ediyor. Sonuç itibariyle, zaman zaman bazı kapılar yüzümüze kapanırken, nice
kapının da açılacağı ihtimali de yine O’nun takdirinde. Bu kapıların ardındaki
bilinmezlikler, sürprizler ve güzellikler aklımızın almayacağı boyutta
olabilir.
Değerlerimizi muhafaza
ettiğimiz sürece; umut ve sabır asla tükenmez. İnsan olabilmenin hikmeti de
burada saklı değil mi…