Taraf mıyız?
Değerli
Kızım;
Allah
sizi sevsin ve münafığın şerrinden, nefis ve şeytanın hile ve desiselerinden korusun.
Öfke rüzgârı semtinize uğramasın, elinizde muhafaza etmeye çalıştığınız hakikat
kırıntıları saçılıp yok olmasın. Bilginiz ve ilginiz yetim kalmasın.
Değerli
Kızım;
Gün
fitne ve fesadın ayyukaya çıktığı, zalim ve zorbaların masumu ve mazlumu daha
fazla ezmek, elindekileri gasp etmek, biraz daha kendi köşesine sindirmek için
kuduz köpekler gibi saldırmaya devam ettiği günlerden geçiyoruz.
Etraf
doz-duman ve sis… Nerdeyse göz gözü göremeyecek seviyede… Dün denizleri,
yolları, park ve bahçeleri, dağlar ve dereleri kirleten insan, bu günde zihinleri
ve düşünceleri kirletiyor. Hasbel kader kirli ortamda yaşar da insan, kirli
düşünce ile yaşayamaz. Renk ve saf değiştirir, imansızlar safına doğru ayakları
kayıverir. Bu ise işin en tehlikeli ve acı olan tarafı…
Biz
de taraf mıyız? Sorusunu sormak bile, abesle iştigal etmektir. Evet, biz de
tarafız! Hem de en ücra köşesine kadar… Müslüman elbette taraftır. Hakk’ın
yanındadır, hakikatin yanındadır. Aksi ise mevziinin ve cephenin kaybedilmesi
demektir. İrfan sahibi olalım da, insafız olmayalım…
Küfür
tek millettir. Neticede renkleri, dileri ve yaşamları farklı da olsa, küfür-çamur
deryasında birlik ve beraberlik üzeredirler. Onların kini ve düşmanlığı
Müslüman’ın inancına ve yaşam biçiminedir.
Değerli
Kızım;
Doğru
zamanda ve doğru yer ve zeminde ayakta durmak gerekir. Hakikat ilmiyle
donanmak, güç ve zor şartlar altında da olsa, hakikat ve doğrunun yanında yer
almak gerekir. At izinin it izine karıştığı günlerde doğru yolu bulmak ve doğru
yolda yürümek, o kadar da kolay olmasa gerektir. İşine geldiğinde yanlışın, işine
geldiğinde doğrunun yanında yer almak ikilemi, erdemli kişilerin hasleti
değildir.
Bir
tarafımızı acıtsa veya kanatsa da yanlışa yanlış demek, doğrunun yanında ayakta
ve dik durmak da, bir maharet ve hassas bir haslet ister. Yanlışlarımızı işimize
geliyor diye, bir bebek hassasiyeti içinde kucağımızda taşıyamayız. Doğru her
ne kadar gözden düşmüş ve yerlerde sürünüyor gibi görünse de, yine de safımız ve
yerimiz bellidir.
Batıdan
esen fitne rüzgârı olanca hızıyla devam ediyor. Bütün hatlarıyla saldırıyor. Salt
kendi gücünü kullanmıyor, içimizde tesis ettiği mekanizmalarını da kullanıyor. O
rüzgârın önünde eğilir, rükû ve secdeye varırsan fazla dokunmuyor ama dik
durayım dersen hırpalamaya devam ediyor. Yanımızda ve yakınımızda gördüğümüz
birçok şey ise bu rüzgâra teslim oldu.
Biz
biliyoruz ki, bu toz ve dumanın arkasında; bu milletin imanına ve mukadderatına
musallat olmuş, asırlardır bizi zillete duçar etmiş zındıka takımı ve onların
maşaları vardır. Dün oynadıklarını bu gün yeniden oynuyorlar.
Şu
taraf alınır veya bu taraf sevinirmiş, bunun hiçbir önem ve değeri yoktur. Bu
hususta Allah’ın tavrı nedir? Ölçü budur. Ona bakmak gerekir. Gayret ve
çabalarımız, tevazu ve hürmetimiz ve hatırımız, doğrunun ve Hakk’dan yana
olmalıdır. Eğer hala sesi kaldıysa, vicdanlar da aynı şeyleri söyleyecektir.
Devri
zaman cehenneme çalışıyor. Küfür seline kapılan insanlar, iradesiz ve çabasız
bir şekilde, sarhoş kütükler gibi akıntıya doğru kürek çekiyorlar. İnsanlığın çok
ciddi kayıpları var.
Gün
bed-dua zamanı değil, zaman dua zamandır. Beddua içinde olanların eline elbette
uhuvvet helvası yağmayacaktır… Allah yoldan sapanları, sapkınlık ve şaşkınlık
içinde bırakır da, bindiği gemiyi denizin ortasında yaktırır. Perişan ve zelil eder.
Gün
hararetle, dikkatli ve azametle çalışma zamandır. Elbette yarın (ahrette) herkes pişman
olacaktır. Neden yarın daha az pişman olanlardan olmayalım? Keşkelerin hiçbir
değer ve kıymetinin olmayacağı o günde…
Fitnenin
ateşini söndürmek adına su taşıyamazsak bile, bari malzeme atarak hararetini
yükseltmeyelim... O ateş, öyle bir ateş ki, kendine malzeme taşıyanları da
yakıp harap eder. Yangının yeri bu topraklarda ise, bundan inan da, inanmayan
da zarar görür. Yakılan ateşin dumanı ortalığı kaplamayacak mı? Semtimiz ve
çevremiz bundan etkilenmeyecek mi?
Değerli
Kızım;
Bu
gün insanlığın onuru gibi, inancı da yaralıdır. Bu gün hiçbir şey net bir
şekilde siyah-beyaz görünmüyor. Ortalık griye kesmiş... Üzerine siyah bulaşacak
diye, çalışmaktan geri durma… Savaştayken elbette üzerine kan, pas ve pis
bulaşacaktır. Kanı, pas ve pisi suyla yıkar temizlersin de, inancında
doğabilecek kan, pas ve kiri temizlemen o kadar kolay olmayacaktır.
Dert
dava; imanı kıyısından köşesinden güvelere yedirmemektir. Doğrunun yanında olabilecek
o kalbi içimizde taşımak, büyük bir gayret ve çaba gerektiriyor. Fitnenin palazlandığı
günlerde bazen Meryem Orucu (susmak) tutmak daha hayırlıdır.
Hakikati
arayan yok… Çamurla kavga eden de elbette çamura bulandır. Çamura bulanacağım
diye de kavgadan da geri duramazsınız. Çünkü kavgadaki yenilgiden sonra ki
yıkım çok büyük olur. Neredeyse tamiri imkânsız…
Değerli Kızım;
Geriye
dönmemizi gerektirecek işlerimizi azaltalım…
Allah
Kuran’da “Nihayet onlardan birine ölüm gelip çatınca, ‘Rabbim Beni geri gönder
de, geride bıraktığım dünyada iyi şeyler yapayım’ der. Hayır. Onun söylediği
söz, boş laftan ibarettir. Önlerinde yeniden diriltilecekleri güne kadar bir
berzah vardır”
Bu
millet zillet içinde aşağılanarak esaret altına girmek istemiyorsa, aklını
başına almalı, ihtilaflarımızdan istifade edecek olan zalim olan ehli küfre
fırsat vermemeli… “Müminler kardeştir” kalesi içinde sığınmalı, hayatların ve
hukukların çiğnenmesine müsaade edilmemelidir.
Irak’ı
perişan eden ateş, Mısır’ı kan gölüne çeviren bela, Suriye’yi helak eden veba
bizi de perişan etmesin. Eğer muhabbet ve uhuvveti terk eder isek, bela
kaçınılmaz olur. İşler zıvanadan çıkarsa ne kutsal kalır, ne hürmetli… Fitneden
nasibini almayan kalmaz.
Hz.
Ömer’i, Hz. Osman’ı ve Hz. Ali’yi es geçmeyen fitne bizleri mi es geçer? Canlar
ve kanlar heder olduktan sonra, kimin haklı olduğunun ne önemi kalır? İyilerin
birbirini kırdığı yerde meydan, leş yiyici akbabalara kalır.
Değerli
Kızım;
Allah
bu milleti tekrar kan ve gözyaşıyla imtihan etmesin. Allah bu milleti, zillet içinde yaşayacak bir mukadderata
muhatap etmesin…
Seni
seven adam/yani baban…
Ant-140414