Zorla güzellik olmadı
mı olmuyor işte. Bunu benden iyi kimseler bilemez. Evet, iddia ediyorum. Yeri
geldi mi, ite kaka yürüyebilen her ne ise asla nihayete varmıyor.
Kimine göre
mükemmeliyetçi, kimine göre hayalperest ve yeri geldi mi de nankör. Evet,
nankör. Elindekinin kıymetini bilmeyip, burnunun dikine giden. Yapabileceğim
bir şey yok: Ya kıymet diye addedilen mutlu etmiyorsa ve huzur bulamıyorsam.
Duygusal olmak bir
seçim değil tamamen mizacın o doğrultuda olması. Ve bu asla ve asla realist
olmama da engel olmadı, olamaz da.
Ufuk çizgisinde uçuşan
o rengârenk balonlar peşinden koştuğum. Balon dedim de aklıma geldi: Ufacıkken
ne zaman uçan balon alsam karyolamın ayakucuna bağlardım ve o güzelim rengine
takılı kalırdı gözlerim uyumazdan önce. Hissettiğim o mutluluk balon eşliğinde
uçmak kadar keyif verirdi bana. Ama ya sabah oldu mu nasıl da ağlardım canımdan
can çekilirmişçesine. Altı üstü balon söner ve uçma vasfını yitirirdi. Elimden
en sevdiğim oyuncağım alınmışçasına ardı arkası kesilmezdi gözyaşlarımın.
Ve yine koşa koşa gider
yeni bir balon alırdım her seferinde üstelik üzüleceğimi bile bile ama diğer
taraftan da diler ve umut ederdim; belki bu sefer sönmeyecek ve hala salına
salına süzülecek havada diye.
Peki, ne değişti onca
sene geçmesine rağmen? Objeler, imgeler ve istekler ama ben yine aynı benim.
Yapabileceğim bir şey yok ki: Küçük mutluluklar ve ipe sapa gelmez üzüntü kaynağı
olarak addedilen ufacık dertler.
Herkesin derdi, tasası,
hüznü kendine. Bu yüzden herkes tarafından anlaşılmak gibi bir mecburiyetim ya
da derdim yok. Ama yine de anlaşılmak ve destek görmek istiyor insan.
Utanmasam her gördüğüm
uçan balonu alır ve yine aynı taktiği kullanırım. Büyük ihtimalle de uyanınca
oturup ağlarım. Kolay ağlayan ve kolay da gülebilen biri olmak hemen değişken
olarak algılanacaktır, biliyorum. Ama anlık değişimler genel gidişatı asla
bozamaz. Zira doğrularım yine doğrudur ve hep de böyle oldu ömrüm boyunca. Ufak
tefek standard sapmalar tabii ki mevzu bahis ama bu da demek değil ki üç yüz
altmış derece değişeceğim.
Seneler geçerken
olgunlaşıyor bir yandan insan ama yine de sabit kalan çok şey var. Sanırım
yedimde neysem yetmişimde de o olacağım.
Zaman, mekân, idealler,
insanlar sürekli hızlı bir değişim içersinde ama sabit kalan insanın kendisi.
Evet, biliyorum ve itiraf da ediyorum değişim geçirdiğime ilişkin ama temel
hala aynı ve sağlam. Sanırım harcı itibariyle ve de ön görüp, benimsediklerim
gereği kolay kolay da yıkılmaz bu bina. Zira büyük ölçekli sayısız deprem ufak
tefek çatlakların haricinde bir yıkım yaratmadı. Her ne kadar fay hattında
geçen bir hayatım olsa da çok şükür yeteri kadar korunaklıyım. Bu açıdan
kentsel dönüşüm gerekmiyor ve gerekmeyecek de. Şaka bir yana hep de öyle olmak
zorunda değil miyiz? Tabii ki şartlarımız ve koşullar uygun olduğu sürece.
Olmalı da, olmak zorunda ve dayanak noktamız aslında bizim en önemli noktamız.
Çok şey eksik olabilir
insan hayatında. Varsın olsun: Yetinmeye bildikten sonra. Zira sınırsız istek
ve gereksinimler. Ve bu açıdan da sabredip, şükretmeli.
Ve bu gücün tek
kaynağı: İçimizdeki maneviyat ve O’nun sonsuz gücü. Tabii ki yaşanmışlıklar ve
hayat tecrübesi. Her olay ve karşılaştığımız her insan daha da güçlü kılıp,
motive etmekte bizleri. Gerçi olumsuzluklar aşırı kırıcı ve yıkıcı olabilmekte
ama yine de her olumsuzluktan kendimize olumlu değerler katmalıyız.
Hayata genel anlamda
bakıp, değerlendirmek önemli olan. Ve tabii ki insanlara ve olaylara da. Güzellikleri
çekip almalıyız içersinden sadece güzel ve olumlu tarafları. Varsın
çirkinlikler ve olumsuzluklar arka planda kalsın.
Ve tanımak kendimizi,
sorgulamak eksik yönlerimizi ve törpülemek tüm olumsuzlukları. En azından
deneyip, uğraş vermeliyiz. Eninde sonunda mutlu olmamak için hiçbir neden yok.