Dingin bellediğim bir ömrün nihayetinde erdim düşlere ve erdim kifayetsiz sanrıların sancısında bel bağlamışken umutlara.

 

Yaşayıp giderken ufacık dünyamda kirli elleriyle yıktılar mabedimi. Fanusumun camı kırıldı bir anda ve seyre daldı cümle âlem bitmek bilmez ihtiraslarının gölgesinde.

 

Derken ve düşlerken ve bilmekteyken imkânsızlığımın imkân dâhilindeki yetersizliklerini gömüldüğüm karanlık aydınlandı ummadığım bir anda. Upuzun bir koridorda yanan ufacık bir mum ışığı bile yetti sonrasında…

 

Öncesi ve sonrası. Neyin ya da kimin hükmünde iken verebilirim ki kararımı. Kararsızlığın yetersiz kaldığı ve en kötü kararın bile kararsızlıktan fazlasıyla doğru olduğu gerçeği, söyle değişir mi?

 

Gerçek mi dedim nedir gerçek diye addedilen. Koca bir hiç olmak mı ya da işe yaramaz bir gölge mi can çekişen ve eşliğinde iken canhıraş sessiz çığlıkların. En kötüsü de bu işte: Görünmezliğe sığınmışken hedef tahtası olmak ve acımasızlığın boyunduruğunda dışlanmak.

 

Bir suçum olmasını öylesine dilerdim ki… Bilirdim o zaman ve hak ederdim hak etmediğim ne varsa şu an. Hak etmediğim bir döngü belki de kaybolduğum bir labirent.

 

Bir münafık belki de… Bir katil hatta yozlaşmış bir kimlik kendi çamurunda debelenen…

 

Ne varım ne de yok. Araf içine düştüğüm o boşluk.

 

Ne gidebiliyorum ne de kalabilmekteyim.

 

Susamıyorum da ama içimdekini dışa vurmam söz konusu bile değil. Kelimelere sığınıyorum sessizliğimin ve ezilmişliğim sona ermezken.

 

Yankılar, yankılar ve kaynağı belirsiz iddialar: Bilinmeyen ve görünmeyen her ne ya da her kim ise. Muhalif ve sorgulayıcı tutumlar.

 

Ne günahkârım ne de suçlu. Bir o kadar mazlum, bir o kadar mahzun.

 

Susmam gerektiğini bilsem de boğazıma düğümlenen ne varsa içimi yakmakta en az içinde yandığım o cehennem ateşi gibi.

 

Bilmekteyim ve görmekteyim hem uzanan hem de itekleyen elleri sahipleri olmayan. Cesaret edemem ki tutmaya. Olsa olsa çekilirim köşeme ve beklerim hem de ömrümün sonuna kadar.

 

Fark eder mi bunu bilmen ya da razı mısın şu dirayetsiz kimliğime. Ben çoktan razıyım zira bir o kadar alışkın hem acıya hem de hüzne. Metanet bana Yaratan’ın armağanıdır.

 

Hezimete uğradım sayısız kere ve bu yüzden anlarım halden ama hicap da etmem. Edemem ki… Korkarım Allah’tan en az kendimden korktuğum kadar.

 

Ne isyandır ne de inkâr dilimdeki. Olsa olsa bir izdüşümü sefil vicdanların hak gördüğünün. Herkes her şeyi öylesine hak görebilmekte ki haricindekilere ne yargılarım ne de hüküm verebilirim bir maskeye sığınıp. Boynum kıldan incedir O’nun öngördüğüne ama söz de geçiremem zaman zaman kendime. Hele ki yürek yakan o özlem yok mu…

 

Bir o kadar yakar ve yıkar kavuşamamak. Biraz kaygı biraz kayıtsızlık ve derken beklerim üstelik sonucunu bilme imkânımın olmamasına rağmen.

 

Bilemem yarını ve bilemem nedenlerini. Dile gelmez zahir. Çok şey dile gelmez tarafınca. Ama anlamamam mümkün mü ya da umarsız kalabilmem.

 

Anlarsın en az benim kadar ve susmaya da devam edersin. Kabullendim artık en az kabullendiğim tüm diğer doneler kadar.

 

Bir bileşke önümde duran. Adını tahmin et. Çok şey barındırmakta içinde biraz senden biraz benden. İmkânsızlık ise en çok muhteva ettiği. Özlem var harcında ve adını koyamadığım onca duygu ya da dile getiremediğim ne varsa. Çok dile getirdim öncesinde, görmezden geldin. Çok şey söyledim, duymazdan geldin. Ama biliyorum ki her bir kelamım kayıtlı zihninde ve bir o kadar benden iyi bilmektesin dile getiremediğim tüm gerçekleri en az senin dile getiremediğin gibi.

 

Olsun, bilmek de kabullenmendir. Her ne kadar inkâr etsen de. Güven duygusunun sağlamlaştırdığı şu temel olmasa bir an durmam ve tereddütsüz giderim hatta çoktan gitmiştim.

 

Ne çok şey eksik şu sefil hayatlarda ve bir o kadar ne çok şey var kıymetini bilmediğimiz. En başta kimliklerimiz her ne kadar zaman zaman kabul görmese de. Öyle ya mecbur kılıyoruz kendimizi kabullenilmeye. Kabul edelim ya da etmeyelim önem arz etmekte öngörüler ve hatta bağnaz fikirler onca kirli muhteviyatına rağmen. Kimse de bilemez üstelik ne yüreklerde yer edeni ya da gönülden dileneni. Varsa yoksa gündelik hayata uyum sürecinde yadsıdığımız her ne ise ya da mecbur kılındıklarımız yapmak adına hiç mi hiç haz etmediğimiz üstelik.

 

Bakir hayatların platosunda at koşturan onca duygu ve düşünce koruyup kolladığımız. Ya niyetler içten içe savunup gerçekleşmesini beklediğimiz…

 

Sayısız bilinmeyen mevcut çözmeye çalıştığım şu zorlayıcı denklemde. Üstelik hiçbir formül de işe yaramıyor. Oysa ne çok şey bildiğimi sanırdım. Koca bir yalan işte. Artık adımdan bile emin değilim. Sahi adım neydi?

 

Ne fark eder ki… Unutulmuş ve bir o kadar kırılgan ve sayısız parça bir araya getirilmeyi bekleyen tarafımca üstelik.

 

Eksik onca parça, eksik bir yanım ve yarım kalmış cümleler tamamlanmayı bekleyen.

 

Ve nihai vazifem: Yarım kalmış resmi tamamlamak: Er ya da geç…

 

 

 

 

( Ne Fark Eder Ki... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 29.06.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu