“On bir ayın sultanını” sevmesine severdi ama, yaz aylarına denk gelmesinden de yakınırdı. Yaz aylarında gelen ve ha deyince gitmediği için  “ağır konuk” derdi Ramazan’a. Bin dokuz yüz yetmişli yılların sonları ile seksenli yılların başlarında da yaz aylarına denk gelmişti Ramazan. O yıllarda “ağır konuğun” ağırlığı altında baya ezilmişti.   


Ramazanın yaz aylarına denk gelmesine ikinci kez tanık oluyordu. Sadece davulcudan yana yakınıyordu bu defa. Davul, uyuyanları değil, uyanıkların sinirlerini bozmaktan başka bir işe yaramıyordu.


 Ramazanın bu mevsimde denk gelmesinden yakınanlar vardı yine. Otuz küsur sene önce pek çok kişi, yakınmalarını çekincesiz söylüyordu. Bu defa söylemekten kaçınıyordu çok kişi. Belli ki halkta, yönetimden kaynaklı dinsel baskılar vardı. Oruç tutmayan bazı kişilerin oruçlu gibi görünmelerinden de belli oluyordu bu baskı. Sorduğunda, siteler ortasındaki marketçi-bakkal da teyit etti bunu. Günlük ekmek tüketimi pek değişmemiş. Tarla tokatta çalışan köydeki yakınlarına telefon açtı. Açık alanda görevli birisine sordu. Şu dönemde Ramazan’ı, sevinçle karşıladığını söyleyen bir Allah’ın kuluna rastlayamadı.


 Kış aylarına denk gelse bile başkalarının dediği gibi sevinçle karşılamazdı Ramazan’ı. Ama severdi Ramazan’ı. Oruç; gündüzün belirli bir vaktine kadar uysallaştırıyordu oruçluları. Tutmayanları da, oruç tutanlara karşı bir nebze de olsa saygılı yapıyordu. Kuran İslam’ının, sadece Kuran’dan öğrenileceği gerçeğiyle insanları Kuran okumaya yöneltiyordu Ramazan. İnsanın iradesini dizginleyip, merhamet ve yardım duygularını okşuyordu.


Ramazan’ın gelişine elbette sevinenler olur. Bunların başında, zamlı tarifeden yiyecek içecek satanlar gelir. Çoğu hurafelere dayalı dini bilgiler vermek için televizyonlardan yüklü para alanlar da dört gözle beklerler Ramazan’ı. Mezarlıklardaki Kuran okuyucuları da. Lüks iftar verme yarışına giren mekan sahipleri de. İftar çadırlarının bedavacıları ve zekatçılar da. Bir de, Ramazan istismarcıları var tabi. Hani şu, bir tek kuş sütünün eksik olduğu iftar sofralarında boy gösterip nutuk atan  bazı siyasiler…Bunlar var ya, Ramazan nedeniyle dinine daha duyarlı olan insanların bu duygularını doymak bilmezcesine sömürürler…Ramazanda bunlar da türediği için o nedenle sevinçle karşılamazdı oruç ayını…


 Ömrü hayatında, Ramazanı özenle karşılayan sadece bir adam tanıdı.Yetmişli yılların başlarında, Balıkesir’in Kepsut ilçesinde. Merkezde görevli, İbrahim adında bir orman muhafaza memuruydu bu adam. Kendi anlatımıyla, yirmi yıldan bu yana her yıl, bir buçuk ay ve kandil geceleri dışında her akşam iki  kadeh rakı devirirmiş. Akşamında içse de Cuma namazını aksatmazmış. Bu adam, günde iki pakete yakın sigara da içiyordu. Ve bu orman muhafaza memuru, Ramazanı özlemle karşılardı. Bir hafta kala, içki ve sigarayı bırakarak, bedenen ve ruhen kendini hazırlardı Ramazan’a. Orucunu eksiksiz tutar, tüm namazları eda ederdi. Ramazan sonrası bir hafta boyunca, yine içki ve sigara içmeyerek uğurlardı Ramazanı. Hafta bittiğinde, sigara ve  içkisine başlardı…Görevine sadık, saygılı bir memurdu…

                                                                            ***

Orman muhafaza memurunu anımsaması, bin dokuz yüz seksenli yılların başlarına götürdü emekli orman bölge şefini. Bu defa Balıkesir’in Burhaniye ilçesine. Ramazan yine yaz aylarına konuk olmuştu.  Bu sıcakta gelen ve bir ay kalacak olan ağır konuktan yakınanlar olduğunu iyi biliyordu. Kendisi de yakınmıştı.  Sıcaklar nedeniyle konukla içli dışlı olmak istemese bile onun varlığıyla bazı kısıtlamalar uygulayacaktı kendine. Oruç tutmasa bile saygısı vardı Ramazan’a. Ramazan’ın sıcaklarla örtüşmesine yakınmışken öyle bir söz vermişti ki, dönememişti geriye…


Gölgede hava sıcaklığının kırk dereceyi geçtiği ve Ramazan’ın ilk günüydü. On kişilik orman yangınları ilk müdahale ekibindeki işçilerle başlarındaki nöbetçi orman muhafaza memurunun oruçlu olduklarını öğrendi.  Ramazan öncesi “oruç tutmamalarını” istemişti. Orman içindeki bir köyde bulunan motosikletli altı yangıncının da oruç tuttuklarını öğrendi telefonla.  “Oruç tutmayın” demediği için kızmadı onlara. Resmi aracına atlayıp, orman emvali deposundaki ahşap barakada kalan işçilerin yanına gitti. İşçilerin her biri, az da olsa esintili gölge yerlere serpilmişti. Orman bölge şefinin gelişiyle toparlandı işçiler. Şef, barakaya gitmek isteyen işçileri, tek odalı ve balkonlu depo binası önüne istedi. Balkondaki gölge yere oturup sigara yaktı. Güneşin en fazla sıcaklık verdiği bir saatte karşısında sıralı hale geçen işçilerine doğru üfledi dumanı.  Yanda duran orman muhafaza memuruna baktı. Onu da güneşte tutarak işçiler üzerindeki otoritesini zedelemek istemedi. Yangın ekibindeki işçiler üzerine yine sigara dumanı üfledi.  


Bir orman yangınında, şu andaki güneşin sıcaklığından daha fazla alev harareti vururdu insanın yüzüne. Yangına karşı amansız savaş veren bu insanlardan birisi, açlıktan değil de susuzluktan ve dolaysıyla aşırı güç kaybından bayılarak, dumandan boğulma tehlikesine maruz kalabilirdi. Hatta yanarak ölebilirdi. Bir doktor, sağlığı açısından hastasına oruç tutmamayı dikte ediyorsa, bir orman bölge şefi de, orman yangıyla yapılan savaşta elemanlarının can güvenliğini de sağlamalıydı…


 “Şu saatlerde bir orman yangınıyla savaşta olduğumuzu varsayın,”  dedi şef işçilerine. “Alevlerin yüzünüze vuran yakıcılığı, güneşin şu anki sıcaklığında çok daha fazla etkili olur. Şu sıcakta bile baygın gibisiniz. Orman yangınında ne halt edeceksiniz?.. Susuzluk ve hararetten baygınlık geçirip, pat diye düşersiniz alevlerin içine! Bir orman yangınını kontrol altına almada ve söndürmede, elemanlarımın can güvenliği çok önemlidir benim için… İşte bu nedenle oruç tutmanızı yasaklıyorum! Oruç tutanın işine son verilecek. Sizin yerinize ben oruç tutacağım…”


İşte böyle dedi memuruyla işçilerine. “Hay, söz vermemiş olsaydım” diye yakındı kısa süre sonra. Tehlikelere karşı elemanlarını güvenceye almak istemişti ama, onlara dediği, kendi başına da gelebilirdi. Söz vermişti bir kere. Dönmezdi geriye. Hele hele, sözünden dönen şef konumuna düşmeyi asla kendine yakıştıramazdı…


Ertesi günü oruca başladı şef. Aralık vermeden devam ettirdi ama,  istekle değil de kerhen tutuyordu orucu. Daha önceleri, tuttuğu oruçlarda, tatlı bir huzur hissederdi benliğinde. Bu defa tuttuğu oruçlarda o hazzı bulamıyordu. Sözünün eri bir şefti. Manevi bir huzur bulamasa da tutacaktı orucunu…Bir gün, “Kusuruyla, eğrisiyle, eksiğiyle Allah kabul etsin,” deyip sıyrıldı işin içinden.


Ramazan ayı süresince, ikisi onun bölgesinde gerisi Havran ve Edremit’te olmak üzere beş orman yangınıyla mücadele etti şef. Çok sıkıntı çekti çook…Bir damla suyun bile ne büyük bir nimet olduğunu daha iyi anladı. Yangınların kontrol altına alınması sırasında, yanında birisini bulundurdu hep. İşçileriyle nöbetçi orman muhafaza memurlarına orucu yasak etmenin çok doğru bir karar olduğuna inandı bu yangınlar süresince.


Üç sene sonra, askeri kışla düzeyine yeni bir bina yaptırdı. İşçi sayısı elliye çıktı. Onlara da yasak etti orucu.  

                                                 ***

          Yüce Allah, zorda kalan kullarına pek çok kolaylık göstermiş.  Kutlu peygamberimiz de, “Kolaylaştırın, güçleştirmeyin, sevindirin, nefret ettirmeyin” diye buyurmuşlar.


     İslamiyet öncesi tutulan oruçlarda Allah, Oruç ayı süresince kadınlara yanaşmayı haram etmişken, Kuran’la bunu kaldırmış.


          Oruç tutamama durumunda sonra da tutabilirsin. Fakir doyurursun. 


          Mecbur kaldığında, sağlık gerekçesiyle zaruret miktarını aşmamak kaydıyla haram edilen domuz etini yiyebilirsin.


          Su bulamadığın zaman toprakla teyemmüm abdesti alabilirsin.


          Kalbin imanla dolu olduğu halde zorbaların eline düşerek zorda kaldığında, Allah’ı bile inkar edebilirsin.

          Kuran’da, mealen belirtilen bu ayetler dışında, insanlara kolaylıklar sunan daha başka ayetler de bulunmakta. Atalarımız şunu da söylemiş.

“Zaruret kapıdan girince, şeriat  bacadan çıkarmış.” 


Kuran İslam’ının temelinde insan bulunmakta. İnsan varsa Allah var.  Dolaysıyla din var. İnsanın olmadığı bir ortamda Allah ve dinin varlığı bir şey ifade etmez. İnsanı yaratan Allah, belirlediği peygamberler aracılığıyla insanoğluna kendisini kabul ettirdi. Kitaplarında dikte ettiği buyruklarıyla da insanca yaşanmasını istedi. Kuran’daki insanın yaratılışıyla ilgi ayetler, Kuran diliyle “Akledildiğinde,” Allah’ın insana verdiği değer çok iyi anlaşılır. Yüce Allah, kullarına bunca kolaylıklar sağlarken ne yazık ki din konusunda söz edenlerin bir bölümü, inadına zorlaştırıyor dini. Kuran dini yerine, maddi ve siyasi çıkarlara dayalı dinler türetilmekte. Müslümanlar arasındaki dinsel bölünmelerin ve bitmeyen kanlı kavgaların temelindeki bir neden de bu. Yukarıdaki felsefi yaklaşımdan şuraya varmak istedi eski şef. 


Bir diyanet yetkilisi veya hatırı sayılır bir din adamı; “Sıcakların etkisiyle oruçlu halde çalışırken bedensel sorunlar yaşayabilecek ya da çalışma verimi düşecek kişiler oruçlarını daha sonra uygun bir zamanda tutabilirler,” diyebilmeli. Hurafelere dayalı, dini kaynak olarak  Kuran’ın üçüncü sıraya indiği bir din anlayışının hüküm sürdüğü bir toplumda böyle diyen bir din adamı, yerden yere vurulur kesinlikle. Haysiyet cellatları tarafından linç kampanyası düzülürdü hakkında.


 “Onlar diyemiyorsa ben demiş olayım!..” dedi emekli şef. Güldü yavaştan. “Elifi görse mertek sanacak birisi yakıştırması yaparlar hemen,  Zırvalamış derler.  Kuran  diliyle akledenlerse; doğru ve Kuran’a da uygun diyebilirler,” diye söylendi kendi kendine. Bu kez de, “Şu devirde, aynı görevde bulunsaydım, yangın söndürme ekibindeki işçi ve memurlara orucu yasaklar mıydım?” diye sordu kendine.  Görüşünde değişiklik olmadığı için yine yasaklardı orucu.  İlk önce, ekipteki işçilerince gammazlanırdı. Emrini dinlemeyenler olurdu. Sırtlarını iktidar partisine dayadıkları için işten atılamayacaklarını bilirlerdi. Çünkü; şu dönemde o işlere bile partinin belirlediği adamlar alınıyordu. Ne orman bölge şefi, ne orman işletme müdürü ne de orman bölge müdürü işçi seçebiliyordu . Seksenli yıllarda ise, yangın söndürme işçilerini orman muhafaza memurları belirliyordu…


Şefin şu dönemde, yangın söndürmede görevli işçi ve memurlarına orucu yasak etmesi, ülke gündemine oturuverirdi hemen. Dinci televizyon ve gazetelerde şeytan olarak gösterilirdi kesin. Hakkında açık oturumlar düzenlenir, aslı astarı olmayan ithamlara maruz kalırdı.  Sosyal medyada akıl almaz hakaretlere uğrardı. Orucu yasaklamadaki işin özelliğini ve insan hayatına verdiği değeri önemsemeyen hükümet, derhal soruşturma açardı. Sonuç beklenmeden sürülürdü. Destek vermek isteyenler, “şeytanın avukatı” suçlamasıyla karşı karşıya kalacakları için ortalıkta fazla görünmezlerdi. Orucu yasaklamanın yanında, “Çok sıcak günlerde, güneşte ve sıcakta çalışanlara oruç tutmak caiz değildir,” deyivermiş olsaydı var ya, ölümlerden ölüm beğenirdi…Kuran dini yerine hurafelere dayalı dine inandığı için insan boğazlayan, insanları yakanlar şefi de katletmek isterlerdi. “Allah’ü Ekber!” diyerek çıkardığı kalbi yiyen çıkabilirdi. Boğazlanabilirdi şef. Kancıklıkla kaçırılıp, domuz bağıyla bağlanarak işkenceye ölüme terk edebilirdi. Ormanı ateşe verip, orman yangınında bile yakılırdı…Hislerinde pek yanılmazdı şef. Başına gelecekleri hissettiğinde, beylik tabancasındaki iki şarjör mermiyi boşa harcamadan teslim etmezdi cansız bedenini…

“İyi ki o zamanlar görev yapmışım” dedi övünçle


Kötü bir düşten uyanmışçasına sarsıldı şef. Güzel düşüncelere yönelerek, yaşamı süresince belleğinde kalan Ramazanları anımsamak istedi.  Ramazanla, değişik yerlerde ve farklı mevsimlerde tanış olmuştu. Çocukluk ve çocuksu gençlik dönemlerindeki ramazanlar daha güzeldi.Oruç tutmak ayrı bir keyifti o zamanlar…Köyde evin merdiven sahanlığında ezan sesini dinlerdi küçük çocukken. “Hadi hoca, hadi galik oku ezanı,” diye yakınır, ezanı  duyunca da, “Okunuyo!” müjdesiyle içeriye koşardı…Bir de, yetmişli yılların son çeyreğinde görev yaptığı Çanakkale’nin Bayramiç ilçesindeki Ramazan davulcularına hayranlık duymuştu. Bir ezgiye dayalı çalınırdı davullar. Bazen, manilerin yanı sıra türkü ve Türk sanat müziğinin en güzel şarkılarını sunarlardı davulcular. Makam ve bestelerinden şaşmaksızın. Orman işletmesinin bahçesine alınan davulcu-davulculardan, pencere ya da balkonlardan; şarkı-türkü isteğinde bulunulurdu.  Derhal yerine getirilirdi istek. “İsteğinizi yerine getirdik, bahşiş ver” açgözlülüğü yaparak kapıya dayanmazdı davulcular…


Oruç, insanın iradesini terbiye eden bir olgu. Bu iradenin en başta geleni de dilin tutulması. Bu yazı da dilin ortaya dökülüşü. İlaç aldığı için oruç tutamadığı gibi yazıya başlayınca dilini de tutamadı emekli ormancı…


 Veysel Başer        

           

          

( Bir Söz Verdi Ki başlıklı yazı Veysel Başer tarafından 8.07.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu