Durgun sularda kıyıya
vurmuş ölü balıklar gibiyiz her birimiz: Gözleri açık ama görmüyor. Hareketsiz ve
bir o kadar tepkisiz.
Göğün derinliklerinde
ücralara sıkışıp kalmış varla yok arası bulutlar gibi belki de…
Gizemin büyüsü ile
yoğrulmuş olmalıyız zira kıt kanaat mutluluklarla yetinmeyi öğrendik. Yine de
istisnalar kaideyi bozmamalı. Bir yanda bitmek bilmeyen aç gözlülüğümüz
mükemmelin peşinde.
Yoksa adını mı unuttuk mutluluğun
hüzün ile paralel seyreden düşlerin gölgesinde. Ola ki mutsuz ola ki deli
divane. Biraz huysuz belki de, nazı ve niyazı bitmeden koşturup duran…
Sevgi katsayısı çoktan
kayıplarda ve eş güdümlü yalnızlık her birimizi ters köşeye yatırmışken.
Yitip giden onca
kifayetsiz sancılar çekiyoruz bin kez doğar gibi ve eşlik ederken ölüm o boğucu
ve nemli ıslaklıkta. Sonunda çıkan çıktı kerevetine bazıları muradına ermez
iken…
Murat dediğin ne ola ki…
Şarkılardaki gibi dilek tutarken düşünüyoruz bir yandan neye niyet etsek diye. Ya
ayna kırılırsa ve uğursuzluk bizi esir alırsa. Bak şu siyah kediye nasıl da
geçti kapını önünden. Sakın ha merdivenin altından geçme hatta düşünme bile.
Zirve yapmış onca
saçmalık tıpkı süregelen saçma hayatlarımız gibi.
Güveni mi unuttuk nedir
yoksa en çok kendimize mi güveniyoruz oysa güven telkin etmeyen zavallı
varlıklarımızla.
Kolaysa yapın şu
alışverişi ve sevin karşılıksız. Ne çıkar, sevgi de mi parayla… Ya merhamet ya sükûnet
yoksa dostlukta mı ipotekli.
Hadi atın ne var ne
yoksa şu dipsiz kuyunun en dibine hem de. Varsa umudunuz varsa sevgi kırıntısı
boca edin hadi olmadı kendinizi de atın da bitsin şu sefil yalnızlık.
Nefret dolu onca söylem
ve bitmek bilmez ihanet. Hadi ne duruyorsunuz, ne var ne yok gizli saklı dökün
tüm kirli çamaşırlarınızı.
Aydınlık ve karanlık
arsında gidip gelmemek mümkün mü. Arkasından kurulmuş bir araba gibi kolaysa
toslamayın duvarla. Mümkünse alabora da olmayın. Alın işte aynaya tosladık yine
ve kırık dökük seyrelmiş düşler ayağınızın tam da dibinde. Binlerce kırık dökük
yansıma. Sancılı bir döngü. Kifayetsiz bir döngü hatta ve hatta kısıra intikal
etmiş. Kolaysa ayıklayın pirincin taşını. Tonlarca pirinç içi çer çöp dolu. Nöbete
durun hadi ki çalınmasın düşleriniz. Kurun alarmı ve tetikte olun her daim.
Noldu şu çizdiğiniz
sınırlara? İhlal mi ettiler yoksa? Tabii, öyle ya tebeşirle çizilmiş tüm
sınırlar aşıldı. Zaman aşımı gibi hepimiz ve günahlarımız arındık kirden
pastan. Zaman aşımına sığındık sevdiklerimize sığınamazken. Rehine verdiğimiz
her ne ise. Belki de ruhlarımızı çoktan sattık şeytana.
Sınırları ihlal edilmiş
kirli bir dünya ve unutulmuş insanlık. Kaybolduk, çoktan yitip gittik. Mefhumları
çoktan kaybettik ve ne varsa özel kayıp gitti ellerimizden.
Çocukların
katledildiği, sevginin adının bile unutulduğu ve ne varsa biz vahşi insanlara
dair. Ne ise bizi biz olmaktan çıkaran.
Bizler gündelik
işlerimizle haşır neşir olalım. Düzenimiz kurulu ne de olsa. Anahtarıyla kapısını
açtığımız bir evimiz var iyi kötü. İyi kötü bir işimiz var ya da yok. Belki
yalnızız belki aşırı girişken ve sosyal varlıklar. Önümüzde bir kap yemek ve
sıcacık yataklarımız.
Ya gerçekler…
Aynaya bakabiliyor
muyuz? Süslenmek değil kastım. Rahat mı vicdanımız ya da kefil miyiz
insanlığımızdan?
Adım gibi eminim ki
kimse kimsenin umurunda bile değil. Öyle olsa bu kadar rahat ve kaprisli
olabilir miydik?
Tık nefes bir
zorlamayla ite kaka yaşıyoruz hatta çoğumuz da gayret ediyoruz her ne kadar
açık vermemek adına uğraşsak da. Artık biliyorum ve görüyorum maskelerin
ardında saklanan yüzleri. İster iki yüz deyin ister kırık yüz. Ana, kişiye ve
mekana odaklı sayısız kılıf, sayısız maske ve bir o kadar yalan yanlış beyanat.
Güven ve aidiyet denen
yalancı sıfatlar… Anlamını yitirmiş insanlık… Kifayetsiz ve yeti kaybına
uğramış bir dünya. Ölümün kol gezdiği sefil bir tablo acımasızlığın gölgesinde.
Ölen çocuklar; suçu
olmadan, hayatı tanımadan ve melekler kadar saf ve masum.
Sıfır noktasındayız an
itibariyle. İnsanlığımızı kaybettiğimiz o sefil noktadayız. Hala kahkahalar
atabiliyoruz. Hala birbirimizin kuyusunu kazabiliyoruz.
Ama çok ama çok
uzağındayız kayıp vicdanlarımızın. Kendimize uzak ya da yakın olsak ne fark
eder ki.
Suçluyum ve suçluyuz.
Bir o kadar duyarsız, yetersiz, dirayetsiz.
Kimiz biz? Sadece
yaşamak ve dünyanın sefasını sürmek için yaratılmış canlılar mı yoksa akıl,
vicdan ve yürek tahsis edilmiş insanlar mı ki çoktan çoğu şeyi geride bırakmış…
Sıfır noktasındayız ve
eksi sonsuzluğa sürükleniyoruz global anlamda üstelik.
Küresel bir vahşet
sergilenirken hala gündelik kaygılar içersinde yalan yanlış hayatlar sürüyoruz.
Kimi küpünü dolduruyor sefaletin üzerinden prim yapıp kimi de tavan yapıyor tüm
dürtüleriyle.
Şatafatlı hayatları ile
sefa sürenler ve ölümün kokusu üzerimize sinen.
Ölüm kokuyor dünya ve
ölüm kokuyor insanlık. Ne parfüm giderir bu kokuyu ne de dezenfekte edebiliriz
ruhlarımızı.
Kokuşmuş ve duyarsız
kimlikler nöbette şimdilerde hem de hiç olmadığı kadar.
Sıfır noktasındayız ve
bir o kadar yakın cehenneme. Cennet yeterince dolu zira o masum yavruların
melek ruhlarıyla…