Gece gebe parlaklığa,
uyumsuz karanlığın aydınlığa nispetine rağmen. Adeta izdüşümü yalnızlığın, inat
edercesine o ketum kalabalığa.
Haydi, savrulun ey
insanlar. Konuk edin ehli keyif gönlümü, zor mu inkârı. Ne duruyorsunuz, itiraf
edin.
Salkım saçak, sere
serpe savurmuşken yadsıdıklarımı vaktidir aşkın göçebe tavafının konuk olduğu
bakir gönlüm.
Suspus-um sessizliğin
dibinde savruk bir meftayım adeta.
Tüm duygularım ket
vurdu muhalif ve yoz anlamsız anlaşılmamışlıklara. Vakit şimdi. Beklemezdim
beklentilerim gömülüyken ve görmezdim de görünmezliğim perdelemişken gözlerimi
ve çoğunun gözlerini.
Çok beyazım ölü kadar.
Çok pembe belki de yeni
açmış baharın esintilerini taşırken.
Çok siyahtı öncesi.
Miladım hatıralarımı dibe tıktığım ve sen çıkıp geldiğinde. Kavruk biraz yanık
ve özlem dolu. Hasreti yangınların, nirengi noktası aşkın.
Sus. Bak. Haykır.
Ya ben…
Dilim lal. Felce
uğramışım tümden. Tümden gelim sanırdım meğerki tüme varımmış nihayeti bu
ömrün. Bir devir kapandı işte.
Öncesi sensizliğin ve
sonrası bir elmanın iki yarısı. Tadı tatlı. Ekşimtırak bir tat bırakırdı
öncesinde oysa… Sevmezdim pek çok şeyi sevmediğim gibi.
Ve seviyorum elediğim tüm duygularımı ve bir o
kadar deli tarafımı. Deli değilim de ne… Yoksa nasıl tuttururdum kıvamını
hayatın onca normal sanrılarla hüküm süren ahvalimin en arkasına tıkılmışken.
Yakınım, olması
gerekenden çok hem de. Uzağımda ne varsa yakan, yıkan… Doğdum doğalı aynı
masumiyetle yolun tam da ortasındayım. Biraz çocuk, biraz kadın ve bir o kadar
istem dışı yargılardan arınmış. En az kötülükten arındığım kadar. Yalın ve
uzlaşmacı. Ne sandın ki… Haricimde ve haricinde elenmiş tüm şıklar varsın
toplansın ve izbelerde hüküm sürsün. Yeter ki ikimiz kalalım…