Sen de benim gibi olsan
keşke hele ki geçen o senelerin hatırına.
Sanırdım ki kan bağıdır
iki kişi arasındaki en güçlü köprü. Yanılmışım halen de yanılgılarım pür nakıl.
Hayal gücümü bilirsin zira. Yoksa onu da mı unuttun?
Çok şeyi unuttuğunu
biliyorum ve hep de yüzüme vurdun ne varsa hatırlamadığın.
Bak, mesela otuz küsur
sene gözlük kullanırım da sen gelip:
-Aa, sen ne zaman
gözlük takmaya başladın,
Diye sorman gibi.
Bilirsin detaylar
önemlidir dostlar arasında. Of, yine dost kelimesini telaffuz ettim. Kusura bakma
sen. Ne de olsa lügatinde yazmaz.
Sahiden, biz dost
değildik de neydik seninle?
Öyle ya, dostlar
birbirinin kuyusunu kazmaz. Ah, be arkadaşım ne vardı sırtını dönecek. Bak,
yine hatalı bir kelime zikrettim. Huyum kurusun. Hala gelmiş böylesi kelimeler
kullanıyorum hele ki senden sonra. Evet, senden sonra başıma gelenler pişmiş
tavuğun başına gelmez. En azından o zavallı tavuk bile bir amaca hizmet ediyor.
Ya, ben?
Hep de inanmıştım sana
biliyor musun. Benimle gurur duyduğunu söylerdin de nasıl gözlerim parlardı.
Ne de olsa hayatım bu
kadar durağan değildi ve bu kadar da derbeder değildim ve böylesine de ihtiyaç
duymuyordum dostlarımın (pardon, dost geçinenlerin) varlığına.
En son konuşmamızı
hatırlıyor musun? Çok net aklımda benim. Saatlerce dert yanmıştım sana ve o
günden sonra bir kez bile kesişmedi yollarımız seninle. Ne zaman ki teşebbüs
ettim kaçtın benden. İşte bu yüzden hep suçu kendimde arıyorum. Herkesin gözünde
nasıl bir fotoğraf isem… Ve seninle olan tüm fotoğrafları yırtıp attım. Bilsen,
neler neler geride bıraktım. Oysa paylaşacaktım seninle ve sen değil elimi
bırakmak tüm anlamıyla varlığını soyutladın benden. Duruma geneli itibariyle
bakarsak, oldukça yüzsüzüm. Evet, yüzsüzüm. Zira insan sevdiklerinden kolay mı
kopar sanıyorsun. Dostluklar öylesine zor şartlar altında inşa ediliyor ki ve
her yeni zorluk bir pekiştireç vazifesi görüyor. Daha doğrusu, öyle bilirdim. Sayenden
bunun yanlış olduğunu bariz bir şekilde gördüm ve de öğrendim.
Bakışlarımızla anlaşırdık
biz hatta konuşmadan birbirimizin aklından geçenleri de okurduk. Garip ve ulvi
olaylar da yaşamıştık akabinde. Of, adam olmayacağım ben. Öyle ya, sen bunları
da unutmuşsundur. Ne de olsa önemli projelerin vardı o günlerden hatırladığım
kadarıyla.
Dün Montaigne’nin kitabının sayfalarını karıştırırken gördüm ki
yalnız değilmişim. Ona göre, yaşamayı beceriyorsak bu bile yetermiş biz
insanlara. Konu da bu işte; ben yaşamayı bile beceremezken demek ki adam
mezarından çıkıp gelse kesin gerisin gerisin kaçardı. Tam da senin yaptığın
gibi.
Şu an karşımda olsaydın
neler neler anlatırdım sana. Ve her şeyi de bir bir vururdum yüzüne. Bilirsin,
arkadan konuşmam.
Eh, ne yüz yüze ne de
arkadan konuşmak… Sahi, ne olacak benim bu halim?
Senden önce de gidenler
oldu senden sonra da. Evet, çekilmezim ve bir o kadar zor. İnanılmaz değişken
ve bir sürü gereksiz detay. Unuttuğun diğer detaylar gibi…
Bazen hatta sık sık
düşünüyorum ve artık kanaat da getirdim. Ben vermem gerekenden fazla değer
veriyorum üstelik kim ya da ne olursa olsun. Kendime bu kadar değer verseydim
soylu ve asilzade bir prenses olup kraliyet ailesindeki yerimi çoktan almıştım.
Ya hayat… Nasıl bir
kapansa. Tabii ya, son olanlardan haberin yok senin. Merak etmediğini
biliyorum. O sessizliğin yok mu. Sana nasıl da ihtiyacım vardı halbuki. Ve en
kötü günlerimde değil yanımda olman sesini bile esirgedin benden. Alıştım ama
ben inanılmaz alıştım. Kimler kimler neleri esirgiyor benden sen seni esirgemişsin
çok mu?
Bu yüzden ben de
kendimi esirgiyorum hayattan ve insanlardan. Hadi, şimdi bir saptama yapalım
seninle. Ne de olsa beraber geçirdiğimiz zamanlarda hoş analizler yapardık. Aslında
ben kendimi çözeceğim kadar çözdüm de büyük ihtimalle diyeceklerini de tahmin
edebilmekteyim.
Sorun yaratan ben
değilim ki üstelik. Tüm sorunları hayat ve yandaşları yaratmakta.
Çok şey de istemiyorum
ayrıca. Hatta mutlu olmasam da olur. Nasıl bir tezatsa adımla. Gidip nüfus
müdürlüğüne ismimi mi değiştirsem. Mesela, Hicran ya da Kader… Tamam, tamam
duygu sömürüsü yapmıyorum. Aslında sana da çok uygun bir isim var aklımda ama
boş ver.
Hiç mi özlemedin eski
günleri, paylaşımlarımızı ve beraber büyüttüğümüz o dostluğu. Sandım ki hatta
emindim de; çok iyi bir dost edinebileceğim. Artık kalmadı ümidim. İnsanlar nelerin
nelerin peşinde. Güven duygumu da tamamen yitirdim. Aslında kazandığımı
sanmıştım ama vesile olan tüm duygular da yitirdi hükmünü.
Çok şey yitirdi
hükmünü. Geçmiş hem yakıyor hem özletiyor kendini. Hata, biliyorum ama güzel
günlerdi o günler her şeye rağmen. Anım öylesine geçiyor ve geleceğe odaklı çok
şey de sallantıda.
Şu an kulağımdaki şarkı
nasıl da uydu ana. Eskilerden bir şarkı: Yaşar’ın kör bıçak isimli şarkısı. Bir
ara deli gibi divane isimli şarkısını dinlerdim. Eh, ne de olsa serde gençlik
vardı.
Sahi yaşlanıyoruz,
değil mi. Onu da kabul etmezdin sen. Gerçi ben de etmiyorum. Ara sıra yüz
yaşında hissetsem gidip gelip çocukça heyecanlar yaşayıp basit ve eğlenceli
objeler alıyorum. Ne zoruma ise… Yoksa bunu da mı unuttun?
Beynim yüz yaşında,
ruhum on sekiz ve yanımda yoksun. Yanımda olmanı gerçekten isterdim ama belki
de böylesi daha iyi. Zorla yürümezdi bizim dostluğumuz. Zaten son zamanlarda da
ite kaka ilerliyorduk.
Çok şey mi istedim
hayattan da böylesi yüz üstü bıraktı beni. Gerçi şükrediyorum ama yapılan
haksızlıkları hazmedemiyorum. Bildiklerin, bilmediklerin ve unuttukların… Ah,
bir de ben unutabilsem.
Büyük ihtimalle adımı
sanımı da unutmuşsundur. Halbuki böyle yapmazdın. Tabii, insan değer
vermediklerini unuturmuş. Peki, ben niye iyi kötü kim olursa olsun o detayları
hatırlıyorum. Bir sürü gereksiz veri zihnimi işgal eden. En kısa zamanda format
atmalıyım. Bence sen de aynı metodu uygula. En azından yeniden karşılaşırız iki
yabancı gibi ve el sıkışırız. Yeniden resim çektiririz ilk kez bir araya
gelmişçesine. Sen benim saçlarımı örersin ve ben de sana en son ördüğüm o
örtüyü gösteririm. Bir sürü saçmalık yaparız. Biraz felsefi konulara girizgah
yapıp, irdeleriz hayatı. Hani, şu gereksiz mefhum onca anlam yüklediğim ve
nazarında hiç mi hiç önem ihtiva etmediğim.
Hala dikiş dikiyor
musun? Nereden aklıma geldiyse. Kurs çıkışı gelip kaç kez almıştım seni. Ne de
olsa elin yatkındı.
Benim de yatkın olduğum
çok şey vardı bir zamanlar. Paylaşmak gibi, sevmek gibi, konuşmak gibi, ihanet
etmemek gibi…
Bir de unutmaya yatkın
olsaydım. Ne çok şeyi silerdim zihnimden hatta kendimi bile silerdim. Senin
sildiğin gibi…