Olayların gidişatı hiç
mi hiç elimizde değil. Geçtiğimiz bayram da az sıkıcı ve sıkıntılı geçmedi
değiş doğrusu. İlk günün coşkusu buruk bir acıya çevirdi seyrini.
Gelen telefonun
ardından oldukça sarsıldık. Bir gün evvel ebediyete intikal etmiş bir yakınımızın
haberi hepimizin suratlarının düşmesine sebep oldu. Nasıl olmasın ki… Daha
şunun şurasında bir hafta evvel sohbet edip, dertleşmiştik telefonda peşi sıra
tüm aile üyeleri üstelik. Bayram zehir oldu gibi bencilce bir laf sarf
etmeyeceğim. Zira en acısı değil mi hayatta ölümle yüzleşmek. Hem de nasıl…
Hele ki ardı ardına verilen
kayıplar da oldu mu demoralize olmak bir yandan daha da yakın hissediyor insan
kendini, bekleyen o muğlâk ama son yolculuğa.
Bir anda vücut iflas
edebiliyor ve bırakıp yakınlarını çıkıyor o mecburi yolculuğa.
Beklenmedik ölümler
ayrı yıkım yaratırken ıstırap dolu bir hastalığın neticesinde adım adım
yaklaşmak ölüme ayrı yıkıcı.
Ve eli kolu bağlı,
çaresizlik içersinde tanıklık etmek.
Her ne kadar
düşünmemeye çalışsam da ürkmüyorum desem yalan olur.
Bayramın kalan iki günü
üzüntü yüklüydü yüreklerimiz. Tam kendimize geleceğiz derken bayram ertesi iş
gününün sabahında kapı çaldı.
Kapıyı çalan sevgili
komşumuz, gönül insanı A. Amca.
Kız kardeşiyle beraber
yaşayan ve ellerinde büyüdüğüm yadigâr, vefa dolu o mükemmel insanlar. Ne yazık
ki M. Teyze ki onun kız kardeşi son üç yıldır yatağa bağımlı. Doğrusu birçok
hastalıktan muzdarip. Sabahın bir vakti onu kapıda görünce bir telaş sardı
bizleri.
-Aman Allahım, kötü bir
haber mi yine, demeye kalmadan elinde tuttuğu ve özenle ambalajlanmış paketi
uzattı.
-Mutlu bayramlar,
demeye kalmadı ki biz yine de sorduk:
-Görmeyeli, iyisiniz
değil mi?
Buruktu A. Amca ve
gözleri dolu dolu anlatmaya başladı. Ama biz öncesinde yine de lafı aldık ağzından.
O ve tonton kız kardeşi sağlık sıhhat bakımından afiyetteymiş.
-Sormayın, dedi.
-Sormayın, neler geldi
başıma.
Bayramdan bir hafta
önce gelen bir telefon neticesi bazı kişisel sorular sorulmuş şahsına. Ve
telefonların ardı arkası kesilmemiş. İkinci ya da üçüncü telefonda, arayan
şahıs kendini emniyet mensubu olarak tanıtmış ve bu sefer bankadaki mevduatı
hakkında bazı sorular sormuş. Akabinde de parayı bankadan çekmesi gerektiği
talimatını vermiş.
Buraya kadar her şey
iyi hoş da, ya sonrası demeye kalmadık ki…
-Çektim, dedi A. Amca.
Ve telefondaki şahıs
son bir talimat daha vermiş.
-Parayı çek ve bize
teslim et. Biz senin adına başka bir bankada hesap açacağız.
Ağzımız açık dinlerken
demez mi:
-İki iyi giyimli adamla
buluştum ve parayı onlara teslim ettim.
Perişan bir haldeydi o
gün. Yaşlar eşliğinde anlatırken başına gelenleri yine çaresizlik bükmüştü
belimizi.
Bu dolandırıcı
çetesinin ilk vukuatı da değilmiş üstelik. Çoluk çocuğu olmayan ve ilerlemiş yaştaki
insanları tuzağa düşüren bir çete ve üstelik polisin izini sürdüğü.
Adamcağızın da aklına
gelmemiş bu denli inandırıcı konuşan insanların dolandırıcı olduğu.
Dışarıdan birinin ilk
izlenimini kolayca tahmin edebiliyorum. Şüphesiz ilk tepkisi:
-Bu kadar da saf mı
olunur, olacaktır.
Vereceğim cevap ise;
onların yani iki kardeşin neslinin son türü olduğu.
Çocukluğumdan beri
tanıdığım bir aile zira. Ne bir kırıcı söz duymuşumdur onlardan ne de haddi
hesabı olmayan gürültümüze istinaden tek bir şikâyet. Az top koşturmamışızdır
evde. Az yaramaz değildim hani. Bina başlarına yıkılsa, gelip başımı
severlerdi.
İlk gençlik yıllarımda
ise öz teyzem ve öz amcam kadar yakın dert ortaklarım.
Kötülüğün, nefretin,
yalanın ve şiddetin uğramadığı bir hane içinde meleklerin yaşadığı.
Kayıplara karışan
paranın meblağsını duyunca ayrı üzüldük. Düşünsenize bu yaşta ellerinde
biriktirdikleri ve bir köşede sakladıkları tek varlıkları.
Daha fazla üzmemek için
fazla detaya girmedik o gün. En son dediğine göre, açılan kamu davasında
emniyet ve adliye gerekli incelemeyi başlatmış.
Bu üzüntü bir yanda
kendine yönelttiği suçlama bir yanda içim ayrı burkuldu o gün.
-Ah, dedi inerken
merdivenlerden.
-Nasıl kandım, nasıl
inandım?
Ne yazık ki pek çok
insan da suçlamakta A. Amcayı. Ortadaki tek suçsuz insanı üstelik. Tek hatası
inanmak ve güvenmek olan ve herkesi kendi gibi bilen A. Amca.
Ardından kapıyı
kapattıktan sonra derin bir iç geçirdim. Zira pek farklı değilim ondan. Nerede
inanılmayacak, güvenilmeyecek insan varsa ya ben gider bulurum ya da onlar beni
bulur.
Hele ki kendini suçlaması
o kadar içime dokunmuştu ki. Dürüst ve düzgün bir insan olmanın karşılığı bu mu
olmalıydı. Yaşına istinaden ayrıca sevgi ve saygı gösterilmesi gereken iki
yaşlı insan ve tek suçları biriktirdikleri üç kuruşun ayyuka çıkması.
Hey gidi para hey. Sen
nelere kadirsin.
Aslında o kâğıt
parçasını suçlamak da akıl karı değil. Ya kafaları yalan dolandan başka bir
şeye çalışmayan bu hırsızlara ne demeli…
İki gün sonra,
televizyonda haberlere konuk oldu bizim tontonlar. Nasıl da heyecanlı heyecanlı
anlatıyordu başından geçenleri. Medet umuyordu adeta ve çekimde bile tutamadı
yaşlarını. Hala suçluyordu kendini. Ve ne yazık ki halen de suçlamakta.
Sonuç ne mi oldu…
Yorgan gitti kavga
bitti. Gerçi dava sürüyor ama ömürlerinden ömür gitti onların.
Ben ise hala avutuyorum
kendimi:
-Ya, onların canına
kast etseydiler…
Bir kez daha anladım
ki; bu düzenekte temiz kalpli ve iyi niyetli olanlara yer yok. Olsa bile; her
daim üzülmeye ve suçlanmaya odaklı yaşıyorlar. Diğer yandan, halen böylesi
güzel yürekli insanların olup, inançlarını yitirmemeleri de ümit vaat ediyor
doğrusu yaşanan onca kire pasa rağmen…