Orhan bey, iştahını kabartan, onlarca nefis yiyeceklerle donanmış önündeki sofradan bakışlarını kaçırmaya çalıştı. Son günlerde hayli kilo almıştı. Buna rağmen yemeden yapamıyordu.


Üstelik sağlığına zararlı olan sucuk, pastırma, kavurma vb. gibi yiyeceklerden uzak duramıyordu. Kaç kez kalbi teklemişti. “Bir daha olursa sten takarız” diye doktoru olayın ciddiyetini vurgulamıştı.


Son yaptırdığı tahlillere göre kolesterolü hayli yüksekti. Karaciğerinde yağlanma ve damar sertliğine bağlı yüksek tansiyon da vardı. Birçok kan değeri de risk bölgesindeydi.


Aile doktoruna her ay ödediği maaşı hatırladı,, boşa para ödüyor gibi hissediyordu. Biraz da bu paranın hatırına muayene ve kontrollere gidiyordu san ki.


“Canı çıksın şu tahlillerin” diye söylendi. Kendisine kalsa, asla tahlil yaptırmayacaktı. Fakat eşini kıramıyordu, bir de özel doktorunu.


“Eskiden özel doktor mu varmış, her kes istediğini yer içer keyfine bakarmış. Babam 97 yaşında öldü. Doktor yüzü görmedi. Neymiş efendim sağlıklı yaşanacakmış? Sağlıklı olmak aç mı kalmak, servetini yememek midir” diye söylendi.


Bunları derken, rahmetli babasının sistemli çalıştığını, tıka basa atıştırmaktan ziyade, ölçüsünde yediğini, şişman olmadığını da bilmekteydi.


Yumuşak ve rahat koltuğunda arkasına yaslanarak bir sigara çıkardı sedef kakmalı kutudan. Sehpadaki kristal çağmağa uzanırken eşi ile göz göze geldiler.


“Ne var ne oldu!” diye söylendi. Oysa eşi bir şey dememişti daha. Fakat “lütfen” diye çıkışacağını biliyordu. Sigarayı yakmaktan vaz geçti, aldığı kutuya bırakıp; “tamam tamam” diyerek ayağa kalktı.


Eşini çok severdi, kırmamaya çalışırdı. Geniş salonun ortasında gezinmeye başladı. Elini arkasına bağlamak istedi, zorlandı. Göbeği, üzerindeki robdöşambrı geriyordu, ellerini ceplerine koydu, azıcık sinirliydi : “İnsan kendi malını yiyemeyecek mi canım? Bu gün varız yarın yokuz, bu mülkün bana yararı yoksa ne yapayım” diye söylendi.


Eşi tebessüm etti; “elbette yararı var. Fakat bazı alışkanlıklar zararlı, uzak durman gerek. Sağlığın önemli, istersen çık, temiz havada dolaş biraz. Ben de hizmetçiyi çağırayım sofrayı toplasın, salonu havalandırsın biraz” dedi.


Orhan beyin canı sıkılmıştı. “Anlaşıldı zaten, demene gerek yok, bari Yağmur’u da yanıma alayım, o da rahatlasın biraz” diyerek hazırlanmaya başladı.


Yağmur, evlerinde besledikleri cins köpekti. Çocukları olmadığından, Orhan bey zamanının çoğunu onunla geçirirdi. Masrafı da hayli fazlaydı. Aşısı, kuaförü, beslenmesi orta halli bir ailenin gideri kadardı neredeyse. Fakat Orhan beyin serveti yanında, bu masrafın sözü bile olmazdı.


Yağmur’un özel tasmasını takarak uzun zinciri eline aldı, bahçe kapısından yürüyerek çıktılar. Hava oldukça güzeldi. Ilık bir sonbahar sabahıydı, güneş ısıtmaktan ziyade aydınlatıyordu sanki. Düzenli ve bakımlı ara yoldan ana yola çıktılar.


Yağmur, zaman zaman duraksayarak Orhan beye ufak havlamalarla kur yapmaktaydı. Bir miktar yürüdükten sonra çöp bidonlarının dağınık olduğu bir yerde Yağmur havlamaya başladı.

 

Orhan bey uyanır gibi oldu. Yağmur yürüdükçe O da arkasından gitmekteydi. Duraksayarak havlamasa, dikkatini bir şey çekmeyecekti. Köpeğin havladığı tarafa baktı. Birkaç çocuk çöp bidonlarından bir şeyler ayıklamaya çalışıyordu.


Orhan bey yüzünü buruşturdu, hiç istemediği manzaralardı bunlar. İster istemez gördüklerine sinirlendi: “Şu şehir asalaklarından ne zaman kurtulacağız, kendileri çöplerden daha sağlıksız ve tehlikeli, sıcacık evlerinde oturup keyiflerine baksalar olmaz mı. Bilmem ki ne ararlar? ” diye söylendi.


Orhan beyin dünyası farklıydı aslında. Hayatın zorluklarını hiç yaşamamıştı. Ailesinin tek evladı olarak “el bebek gül bebek” büyümüştü. Elini sıcak sudan soğuk suya vurmamıştı tabiri caizse. Babasının ölümünden sonra da onca fabrika ve servet kendisine kalmıştı. Gördükleri bilmedikleri şeyler olduğundan bir anlam verememekteydi.


O’na göre ülkede fakir ve işsiz yoktu. Hatta evdeki fazla eşyaları, onca artan yemekleri verecek kimse olmadığını sanarak çöpe atarlardı. Herkesi kendi gibi bilmekteydi.

 

Oysa bir adım ötelerinde hayat hiç de öyle değildi. Geçim sıkıntısı çekenler, evi olmadığı için sokakta yatanlar, yakacak bulamayanlar, hatta günlük karınlarını doyuracak ekmek bulamayanlar bile vardı.


Asalak dediği çocuklar, çöplerden nafakalarını çıkarmaya çalışan kimsesizlerdi. Sıcacık evleri olsaydı burada işleri neydi ki?


Bütün bunları değerlendirecek kadar hayat deneyimi yoktu Orhan beyin. O, pazara çıkmaz, alış veriş yapmaz, ekmeğin bile fiyatını bilmezdi.


Başını sallayarak sinirli bir şekilde Yağmur’un zincirini çekti, tekrar yaya kaldırımda yürümeye başladılar.


Bir ara Orhan beyin burnuna buram buram sıcacık bir koku gelmeye başladı. İster istemez kokuyu takip ettiler. Az sonra bir fırının önünde buldular kendilerini. Orhan bey, gayri ihtiyari içeriye daldı Yağmur’la birlikte.


Raflarda taze ekmekler sıralıydı. Bir yandan da birkaç kişi kürekle pişen ekmekleri çekmekle meşguldü. Orhan bey İlk defa böyle bir yere girmişti, duyduğu natürel kokuyu hissederek ciğerlerine çekti. Sonra da; “kolay gelsin efendiler” diye atıfta bulundu çalışanlara.


Çalışanlardan birisi “sağ olun beyim” dedi. Bakışlarında bir anormallik vardı. Orhan bey anladı: “Yağmur’dan zarar gelmez, özenle eğitilmiştir, çoğu insandan iyidir. Çöplüklerde de işi olmaz” dedi.


İçeridekiler, çöplük ifadesinden bir şey anlamamışlardı. Oysa Orhan beyin aklında hala çöple uğraşan çocuklar vardı. Başında beyaz başlığı olan fırıncı ; “buyurun beyim ne arzu etmiştiniz” diye durumu düzeltti.


Orhan bey devam etti: “Merakımı uyandırdı, galiba ekmek pişiriyorsunuz. Kokusu buraya çekti beni. Acaba bir ekmek rica edebilir miyim” dedi.


Soran kişi “tabi ki” diyerek raftan bir ekmek aldı gazetenin arasına koyarak uzattı: “Buyurun beyim”. Orhan bey ekmeğe elini uzatırken; “kaç para” diye sordu.


Fırıncı hafifçe irkildi: “ Dalga mı geçiyor bu adam, ekmeğin fiyatını nasıl bilmez” diye tuhaf tuhaf yüzüne baktı. Fakat Orhan bey ciddi ve doğaldı.


“Yetmiş beş kuruş” dedi hayret uyandıran bir ses tonuyla fırıncı. Şaşırma sırası Orhan beye gelmişti: “Olacak şey değil, bu kadar ucuz demek “ diye hayretle cevap verdi.


Fırıncı atıldı: “Elbette ucuz, simidin tanesi bir lira, maliyetine ekmek satıyoruz. Kaç kez fiyatlar artsın diye karar aldık. Halk galeyana geldi, artırmaktan vaz geçtik. Zaten belediye de müsaade etmiyor. İlk kez ekmeği ucuz gören bir müşteriyle karşılaştık efendim” dedi.


O sırada içeriye birisi girdi, çekingen ve utangaç tavırla; “bayat ekmek var mı” diye seslendi. Orhan bey konuşmasını sürdürecekti, fakat fırıncı gelene döndü: “hayır bu gün yok” diye cevap verdi. Gelen, üzgün bir tavırla fırından çıktı.


Orhan bey tekrar fırıncıya döndü: “Bayat ekmeği niçin alıyorlar pek anlayamadım?” Dedi. Fırıncı; “kendileri yiyecekler, bu gün de aksi gibi dünden kalan bayat ekmek olmadı, üzüldüm doğrusu” dedi.


Orhan bey iyice şaşırdı: “Madem kendileri yiyecek, neden taze ekmek almıyorlar” diye gayri ihtiyari hayretini bildirdi. Fırıncı bu tepkiyi anlamaya çalışıyordu. Fakat bir tülü kavrayamadı.


“Beyim gördüğünüz kişi günde sekiz ekmek almakta. Taze ekmeğe gücü yetmiyor. Biz bayat ekmekleri yarı fiyatına satarız. Onlar da yarı fiyatına bayat ekmek alıyorlar” dedi.


Orhan bey tanık olduğu bu olay karşısında şok olmuştu: “Bu insanlar hep bayat ekmekle mi yetiniyorlar? Peki şimdi ne olacak, aç mı kalacaklar?” diye hayretle sordu.


Fırıncı: “Başka fırınlara gider, bulamazsa alacağı ekmeğin yarısı kadar taze ekmek alır, bu günü böyle geçirmeye çalışırlar, yarına Allah kerim derler” dedi.


Orhan beyin zihninde binlerce soru uçuşmaya başladı. Fırıncı olmasa, anlatılanları bayat ekmek sorandan dinlese, dalga geçildiğini, ya da aldatılmaya çalışıldığını sanacaktı.


Neler oluyordu bu gün, bütün bunlar bir mizansen miydi? Yoksa hayatın gerçekleri miydi bu oyunu oynayan?
Bu düşünceler hızla zihninden geçerken, birden vücudundaki bütün hücrelerin terlediğini hissetti. Şakaklarında boncuk boncuk damlacıklar oluşmuştu. Gözleri karardı, her şey gözünden silindi. Karanlık ve derin bir kuyuya düşer gibiydi.


O anda Yağmur’un sesini derinden duydu. “Beyefendi, beyefendi” diyen bir sesin kendisini sarsması ile dünyaya yeniden geldi san ki. Bir yandan da; “yazıklar olsun bana, yazıklar olsun bana” diye mırıldanıyordu. “Biraz su, su alabilir miyim” dedi. Uzatılan bardaktan bir yudum aldıktan sonra “az önce bayat ekmek almaya geleni nerede bulabilirim” diye seslendi.


Fırıncı da olanlara şaşırmıştı; “evi yakınımızda buluruz beyim” dedi. Lütfen beni O’na götürür müsünüz” diye ricada bulundu Orhan bey.

 

Az sonra derme çatma örülmüş iki gözlü bir evin avlusunda buldular fırıncı ile Orhan bey kendilerini. Çok sağlıksız ve oldukça kötü bir ortam vardı. Karşılarında irili ufaklı altı çocuk ile anne baba sandıkları iki boynu bükük insan duruyordu.


Orhan bey uzun uzun baktı karşısındakilere, sonra da dinledi. Babanın işi yoktu. Sokaklardan teneke toplayarak geçimini sağlamaya çalışıyordu. Çocukların bazıları okula gidememişti. Bayat ekmek bulamamışlardı ve hala açtılar. Durum hiç de iç açıcı değildi. Orhan bey daha fazla kendisini tutamadı. Hıçkırıkları göz yaşına karıştı.


 

Aradan birkaç gün geçmişti. Orhan beyin bahçıvan evinde yeni misafirleri vardı. “Bahçeyi çoktandır ihmal ettik. Yeniden derleyip toparlama zamanı geldi. Bu iş senin” dedi Orhan bey Hasan’a. Hasan bayat ekmek almaya gelen kişiydi. Gözlerinin içi gülüyordu. Yanında eşi ve çocukları duruyordu. “Siz merak etmeyin beyim” dedi.


Orhan bey bir şarkı mırıldanarak içeriye girdi. Eşi salondaki çiçeklere su veriyordu. Tebessümle yaklaştı: Hanım talimat ver, bana zararı olan yiyecekleri kahvaltıda sofraya koymasınlar bir daha. Sadece taze ekmekle tuzsuz peynir istiyorum” dedi.


Eşi hayretle Orhan beye bakıyordu: “Ne oldu Orhan bey sana” diye sormadan edemedi. Orhan bey içini çekti: “Neler olmadı ki. Haa kahvaltıdan sonra gezmeye çıkacağız Yağmur’la çok iyi geliyor gezinti. O sigara kutusunu da ortalıktan kaldırsınlar gözüm görmesin” dedi. Eşi başını sallayarak; “neler olmuşsa çok iyi olmuş belli ki” diye mırıldanarak işine döndü.


Orhan beyin acelesi vardı bu gün. Çöp bidonlarının yanına gidecekti şimdi de. “Mutlaka bir sebebi olmalı çocukların orada bulunmalarının. Hiçbir şey gözüktüğü gibi değilmiş. Bunca yıl başımı kuma sokarak yaşamışım. Çevremden, insanlardan, gerçeklerden habersiz..” diye söylendi.


Sonra birden; “ya geç kaldıysam, belli ki onlar da aç, çabuk etmeliyim, bu işin vebali büyük” diye hemen kararını verdi. Aceleyle evden çıktı, Yağmur’u alacak zaman değildi. Telaşla arkasından ; “Orhan bey kahvaltı yapmadan nereye gidiyorsunuz ” diyen eşine; “kahvaltıdan daha önemli işler var, azıcık da ben açlığın ne demek olduğunu hissedeyim” dedi.


Eşi ardından baka kaldı. Söylenenleri duymamıştı, fakat Orhan beyin davranışlarından, yine bahçıvan evine benzer güzel bir sürprizin olacağını hissediyordu.





 

( Bayat Ekmekler başlıklı yazı KARAM-41 tarafından 8.10.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu