Deneme / Hayata Dair Denemeler
Eklenme Tarihi : 24.09.2025
Ben ihmal ettim, sen sabrettin. İşten
eve yorgun fakat arzuyla her gelişini çatık kaşlarımla, hoşnutsuz tavırlarımla
sabote ettim. Arzuyla çaldığın kapıyı bile geç açtım. Gülerek uzattığın çiçek
demetlerini görmezlikten geldim. Oysa onlar benim içindi, tebessümünün
güzelliklerine sinmiş nadide kokular nedense beni mutlu etmedi.
Eve aldığın yiyeceklerin en iyisini getirirdin. Ben se “misafir mi
gelecek” diye hep kendimi önemsiz görürdüm. Oysa o değerli misafir hep bendim.
Çünkü tebessümle “senden iyi misafir mi olur” diyerek sıcacık mesajlarınla
yüreğimde beyaz güvercinler uçururdun.
Meğerse gerçek sevgiyi taşırmış onlar. Bu mesajları bir türlü anlamadım.
Kalbime giden yolun kapısını hep sana kilitli tuttum.
Misafir sözcüğünün değerini bilip
gururlanmak yerine, kendi evimde kendimi emanetçi gibi gördüm hep. Yuvamızın en
muti koruyucusu, eşimin en sadık dostu, evimin sultanı olduğum gerçeğini bir
türlü hatırlayamadım.
Hangi birini saysam ki… Hangi
kusurumu anlatmalıyım, kırdığım kristal yürekleri tamir edememenin kederi
içinde.
Bütün bunları yuvamız tarumar
olduğunda, ortada bir şey kalmadığında, sam yelleri estiğinde anladım. Fakat iş
işten geçti. Saçımı yolmanın, sızlanmanın yararı yok artık.
Meğer öncelikle önemli olan
aileymiş, aile sadediymiş. Eldeki değerin kıymetini bilmek, korumak, kollamak,
sevmek, sevdiğini hissettirmek, küçük sevinçleri mutluluğa dönüştürmekmiş esas
olan.
Sahip olmayı arzuladığım pahalı
eşyaların, takıların ve şaşaalı hayatın hayali ile huzurumu kaçırarak, sahip
olduğum değerleri göremedim. Olmasını istediklerimin peşinden koşarken, yanımda
olan, olması gereken en büyük hazinemi kaybetmenin perişanlığını yaşamaktayım.
En muhtaç olduğum, dalım, varlığım,
dayanağım, evimin neşesi, gönlümün dört köşesi artık yok. Hayatın
anlamsızlığını, yalnızlığın hicranını, eksikliğinin nasıl can yaktığını şimdi daha
iyi anlıyorum. Başım yeni taşlara değdi, fakat pişmanlığımın bedeli kocaman bir
hiçten ibaret.
Gülsüz bir diken, susuz bir kaktüs
gibi şimdi hayat denen çölde yapayalnızım. Yaşamak zevksiz, duygular tatsız,
günler anlamsız. Ve ömrüm sensiz…
Bazen yorgun gözlerinde nemler
görürdüm, sorduğumda “hiç” derdin. Bu hiçler hep işime geldi. Olayları
abartarak kışkırtmalara malzeme yaptım hep… Gerçek nedenini sormadan anlamadan,
ya da anlamak istemeden…
Çünkü huzuru dışarıda, saadeti
zengin fakat samimiyetsiz, bencil, sevgiden uzak insanların şaşaalı
hayatlarında aradım hep.
Çünkü seninle sohbet edecek zamanım
yoktu. Lüzumsuzca, başkalarına cömertçe ayırdığım, fakat sana bulamadığım
zamanım.
Oysa önemli olanı unutmuştum hep.
Duygularının da bir ihtiyacının olabileceği aklımın köşesinden bile geçmedi. Bu
yüzden bir kerecik olsun seni dinlemek, acını, hüzünlerini, sorunlarını
paylaşmak, dayanak olmak hiç aklıma gelmedi. Hüzünlerinin bilinçaltındaki
nedenlerini merak etmedim. Çünkü önemli olan bendim sadece. Anlayışsız ve
sunulan nimetlerden bir türlü tatmin olmayan ben…
Istıraplarına ortak olmayı
beceremedim. Sevinçlerine de. Oysa bana en sadık dost, en sevgili, en ala yar
sendin.
Gün gün bedenini ve ruhunu santim
santim kemiren iş stresinin verdiği gerginliği, bir gün olsun evine taşımadın.
Ben de bunu senin mutluluğuna, gününü gün ettiğine yorumlayarak nerdeyse
hayatını kıskandım… Şaşaalı arkadaşlarıma, eğlence grubuma, hatta evdeki
hizmetçime gösterdiğim hoş görüyü ve güler yüzü sana çok gördüm.
Tebessümle açtığın gül bahçesinden
farksız evimizin kapısında hep kaşları çatık karşıladım. Sen sanki batan diken,
ben se solmaya yüz tutmuş bir gonca, acı
çeken biçareydim.
Bir nebze sana gülebilsem, azıcık
sabretsem, hatırını sorabilsem, kim
bilir gönlümüzde ne denli nadide çiçekler açacak, saçtığı kokularla hayatımızın
bahçesi gülistana dönecekti.
Şimdi vakit çok geç. Ve sen beyazlar
içinde son yolculuğuna çıkmak üzeresin. Ağlamaya takatim yok, üzülmeye mecalim.
Alamadığım üç kuruşluk sevgi
çiçeklerinin yerine, şimdi pahalı hüzün çiçeklerini toprağına sermenin, beni
affetmene yetip yetmeyeceğini bilemiyorum. Bildiğim tek şey, her şeye geç
kaldığımdır.
………..
Evliliğimizin üzerinden yıllar
geçti. Bu akşam geçen yılları yaşadım yeniden, bir anda hüzünlendim.
Nasıl oldu bilemiyorum, bir an eşimin
öldüğünü düşündüm. “Ya ölseydi acaba neler olurdu” diye ürpererek düşünmeye
başladım. Ömrümü yaşantımızı yeniden gözden geçirdim.
Beraber geçirdiğimiz yılları tahlil
ettim. Yaptığım hataları, gösterdiğim ihmalleri, kaçırdığım fırsatları,
kıymetini bilemediğim imkanları, yapabileceğim güzel şeyleri düşündüm.
Bu duygu sanki aklımı başıma
getirdi. Bir anda kaybedebileceklerimin ne kadar değerli olduğunu anladım.
Ürperdim, titredim, korku ile gözlerim buğulandı… Ölümün gerçekliği yüzüme
şamar gibi inmişti.
Böyle bir değerlendirmeden sonra,
hayatımı yeniden gözden geçirmem gerektiğine karar verdim. Sahip olduklarımın
kıymetini gördüm, yeterince değerini bilemediğimi de. Çok şükür ki sevgili eşim
hayatta. O’ na karşı davranışlarım mutlaka değişecek müspet anlamda. Ve
şaşıracağını da biliyorum. Henüz vakit geçmiş sayılmaz.
Anlattıklarım bir aile hayatında
yaşanabilen, fakat arzu edilmeyen olayların mizanseniydi. Nelerin olabileceğini
geniş bir perspektif çizerek ifade etmeye çalıştım.
Gerçek sevgi, her şeye rağmen, sevdiğine sınırsız,
beklentisiz ve koşulsuz değer vermek ve üzmemektir galiba.
Soluduğumuz her nefes çok değerli… Ve…her
saniye kaybolan bir zaman dilimi… Mutluluk ellerimizde.
Öyleyse haydi …
Hiç vakit kaybetmeyelim…
Yarın çok geç olabilir…
Sevgiyle kalın…
SON
Seyfettin Karaamızrak