Kalbur üstü, yadsınamaz
kaç ihtimal varsa peşi sıra nükseden üstelik farkındalık düzeyinin kapsama
alanındaki tüm yankısı ve eş güdümlü sancısı ile beraber.
Kılıksız ve kılıfsız
türlü müphem kavram kargaşası ve insan karmaşası çözmekle mükellef bulunduğum/uz…
Yoksa birincil tekil şahıs mı demeli ne de olsa olası ve göreceli tüm varlıklar
emsalsiz mahiyette görüş alanının tam da kıyısında nöbet tutarken.
Sessiz sedasız bir o
kadar duraksız uzun, çok uzun bir yol arşınlana arşınlana çökmüş en az çökük
gözlerin ve maliki suretlerin uzaklardaki yansıması ve yanıltması kadar gerçek
ve su götürmez bir kesinlik dâhilinde.
Sorgu sual hak getire.
Yanıtı olmayan tüm
sorular direkt geri dönüşüm kutusunda ebediyete intikal etmişken sıramı
savıyorum yeniden. Ve bir kez daha, bir kez daha düzenine dünyanın yenik
düşüyorum. Acaba?
Münafık bakışların
nezdinde milyon kez yargılanıyorum, suçlanıyorum.
‘’Hadi uyan artık ve aç
gözlerini,’’ deyip esefle kınıyorum şahsımı. Çözeltisi suyun inanılmaz tortulu.
Çöreklenmiş sevinçlerim bir avuç, kurak düşlerim çoktan kayıp.
Hadi son bir kez daha
ne kadar istiflenmiş o buruk haksızlıklar ve tüm söylemler delip geçse de
bağrını duyumsamak zorundasın. Seni sen yapan o duyuların vasıtasıyla demle şu
üzünçleri. Demle ki doğ küllerinden…
Kim ya da kimim?
Adı sanı olan basit bir
fani en az ahvalin kadar. Yoksa sadece bir hayalden mi ibaretsin düşsel ve
müphem onca belirsizlik hükmederken kır kabuğunu…
Binlerce, on binlerce
şık dizili önümde. Bir yanlış, değil üç doğruyu tüm binayı çökertiyor gibi bir
yanılgı mı beni benden eden yoksa yanlış yapma hakkım da mı alındı elimden?
Eşgüdümlü bir merakla
süzgecinden geçiyorum ahir ömrümün kıyısında sayısız enstantane esir almışken.
Paranoyanın iştigal
ettiği o devinim nasıl nasıl olaylara maruz bırakıyor biz insanları. Oysa olsa
olsa adı farkındalık ve yüksek seyreden bir algılama gücü zikredilen bir
yanılsama olarak nakledilse de.
Tuhaf hem de çok tuhaf.
Acı mı? Asla. Komik mi? Üzünç ya da yenilgi midir yürekleri mutlu kılan. Yoksa
acı mıdır şizofren varlıkların merkezi. Bir daire kadar yuvarlak ve yarı çapı
avuç içi yüreğin taşıdığı o yük kadar engin. Paralel seyreden tüm düzlemler hoş
bir seyir ile boyut değiştiriyor. Bazen bir kare bazen üç boyutlu bir küre
içindeki sayısız katmanla birlikte. O katmanların en üst noktasında gözükse de
insan denen ne yazık ki ne merkezinde yerkürenin ne de tepesinde. Olsa olsa
lavlarını püskürten bir yanardağın yakıcılığındaki egoların zehrettiği hayatlar
kadar müphem ve korunaksız.
Gün mü geceye devrildi
biz mi devrana yenildik?
Yoksa yenik düşen zaaflar mı zafiyetin sömürgesindeki o acımasızlık kadar
müphem ve bilinç dışı.
Katmerli ne varsa ve
her kim ise kıdemli söz yanılsamalarında ve yansıtılan sözlerin ihtiva ettiği
yalanlarda, demeye kalmadan terk ediyor ruh bedeni bir daha dönmemek üzere
değil asla olsa olsa sancılı bir günün bitiminde yenik düşerken uykuya. Ne
zaman ne insan. Sadece kaderin kederle eşleştiği bir dönemeç yokuş aşağı
düşülen ve bataklığın içe çeken o cenderesi kurtulma ihtimali yok varsaydığımız.
Olmaz mı…Uzak bile olsa
ya da müphem olmaz mı…
Her olmazın bir oluru
varsa nedir bu baştan savma gösterişi insanoğlunun? Bir alay mı dudaklardaki
kıvrım ile kendini belli eden yoksa derin bir haz mı çıkarımların taraflı
sonucu. Belki bir sonuç bile yok elimizde. Başı var mıydı da biz göremedik?
Bitimsiz, emsalsiz ve eşkâlsiz.
Korunaklı dünyanın anahtarı henüz kasada iken haydi kolaysa basın ve geçin
üzerimden. Mümkündür belki de her ne kadar esefle kınasanız da…
Şarkıda mırıldandığımız
gibi…
‘’Bu dünya ne sana ne
de bana kalmaz. Sultan Süleyman’a kalmadı böyle. Hiçbir kitap yazmaz.’’