Olmazın oluru olsa olsa yansıtmakta kifayetsiz kaldığım.

 

Kifayetsizlikten de öte olabildiğince ve alabildiğine imkân dâhilinde olmayan.

 

Giderken dönmek kadar zor belki de asla dönmemek. Mekânlar da yetmiyor zaman bile kafi gelmiyor. Yadsıyabildiğim kadar yadsımış olsam da yalanları ve soluksuz kaldığım yarınları gerçek olan bir şey var ki, yarınlara kavuşmama ihtimalinin ayan beyan yarattığı o belirsizlik ve önyargılar bir bir kazınmış zihinlere.

 

Renklerin ruh haliyle olan uyumu kadar aşikâr yüzlerden yansıyan. Dünyanın kiri pası yetmezmiş gibi rüyalar bile sefil, rüyalar bile riyakâr.

 

Hükümsüz bir ömre meyletmiş iken yargısız infaza kurban gitmek.

 

Seçmedim, seçemezdim ne kaderi ne hasreti. Neyin hasretini çektiğimi dahi bilemezken hasrete hasret olmak kadar biçare belki de.

 

Dalında tünemiş bir kuşa hiç özendin mi sen?

 

Vahşi doğadaki bir ceylan kadar ürkek ya da duyarlı olmak nedir bilir misin?

 

Bildiğine inandığım ne varsa asla da ihtimal vermediğim onca kümülatif bilgi haiz olduğuna kendimi inandırdığım.

 

Ve bingo…

 

Yaşasın büyük ikramiye bana çıkmış da henüz vakıf oldum o koca gerçeğe.

 

Nehir akıp giderken yatağında set çekmeye aday üstüne üstük kaynağı hepten kurutmaya meraklı fark dahi etmeden sonsuzluğa tekabül eden acımtırak bir koyultu imiş elleriyle yıkmaktan ve çökertmekten asla ve asla hicap duymadıkları.

 

Kurşun kadar ağırmış hayat ve pembeye boyalı düşler bile iştigal edilmişken ihlal edilmiş onca sınır bir dakika bile kendilerini alıkoymadıkları.

 

Kuyuya attığım o taş hala çökemedi dibe ben çökmüşken dizlerimin üzerine. Mecalsiz bir o kadar keyifsiz. Farklı sandığım bir tablo ellerimle boyamışçasına emin olduğum. Gölgelerden biriymişsin oysa hala dahi kabul etmekten imtina ettiğim.

 

Ne aşk ne nefret…

 

Ne ilgi odağı olmak adına çırpınan bir kul ne de sünepe ve yılışık bir insanoğlu görmekten kaçtığım. Kaçtığım onca sanrı her biri kin ve riya kokan.

 

Sanır mısın ki uzağındayım hayatın ya da dahil değil miyim sence? Farklı olmanın hiç de küçültücü bir kıstas olduğu yanılgısında bulunmuyorum artık. Ne de olsa süslü kelimeler asla sığınağım olmadı insanların bir adım ötesinde dururken. Varsa yoksa tüm duygularım birbirine el vermiş aralıksız üstelik. Neler neler saklı bilmek istemezsin. Tasavvur dahi edemezsin hele ki hicap duyacağın o kafir yüzleri hissetmek yok mu…

 

Suçlanmak durduk yerde ve taarruzunda onca söylemin asla duymak dahi istemeyeceğin. Ne yalan zikrettim ne de rol çaldım. Mademki başrolündeyim bu senaryonun varsın tek kişilik bir gösteri olsun gerekirse ömür boyu. O ömre dahil edeceğim ya da etmek istediğim figüranlardan biriydin sadece. Omca imtiyaz, onca çalıntı hayat ve bitimsiz yalan. Kimin söylediğinden bana ne ki istediğin kadar dahil ol ya da olma. Görmezden geldim sanma ya da dirayetsiz ve sığıntı bir kul. Kimin hangi mertebede durduğuna hiçbir Allah’ın kulu karar veremez her ne kadar herkes kendini sonuna kadar imtiyaz sahibi sansa da. Kim neyin hükmüne karar verebilir söyle. Cevabını ta buradan duyuyorum. Duymasam da biliyorum. Kendimi çözmeye çalışırken düzeneğin hiç mi hiç adil olmadığına artık sonuna kadar vakıfım. Zincirini koparan kuduz köpekler gibi herkes bitimsiz bir ihtiras ve şehvet ile paramparça ediyor birbirini hem de bambaşka bir kisve altında.

 

Ana, mekana ve şahsa göre takılan maskeler ve bürünülen roller.

 

Tektir karakter, asildir ya da olması gereken o sabit ve dimdik karakterin asla ve asla kişiye odaklı farklı dalgalanmalar göstermemesi gerçeğidir. Yalnız iken başka bir tutum ya da karşında kim varsa ona odaklı bir söylem ya da hareket ne insanlığa sığar ne mertliğe. Hele ki arkadan konuşan insan kılıklı ve görünümlü içi boş kuklaların hangisine itibar edilebilir ki?

 

Meziyetler göstergesidir varlığın hüküm süren o izdüşümünün.

 

Ne parayla satın almak olasıdır ne de görüntüdür aslını ihbar eden.

 

Bildiğini bildiğim ve bilmediğime inandığım onca serzeniş kimden yankılandığı asla önem arz etmeyen.

 

Kafesine hapsolmuş bir kuş kadar hasret vatanına belki de kafesini kaybetmiş bir bülbül aşık bir güle beyhude heveslerle tüketirken ömrünü.

 

Bedel ödeyen bir insan kadar aciz ya da bonkör bir ömür sonsuzluğa kanat açmışçasına bir zihniyet güden. Güdümlü olmak nasıl tahayyül edilebilir ki kimse kendinden ödün vermezken.

 

Çok şey bildiğini sanan ama bir kum tanesinden başka hiçbir değer taşımayan ve ruhunu şeytana satmışlar değil mi şu yerküreyi hali hazırda cehenneme dönüştürmüş.

 

Cennet ayaklarımızın altında serili iken kim kendinde nasıl bir hak bulabiliyor da kendi cehennemini sunuma hazırlıyor. Eklenen onca zincir ve yaşarken yanan, yakan bedenler.

 

Karşılık bulamamış ne varsa addedilse de vazgeçilmezmiş diye… Oysa nelerden vazgeçmiş iken asla zor değil yeni kayıplar eklemek. Vazgeçemezken kendinden ne yerine geçebilir ki benliğin hacminin. Nasıl bir hacimse ne daralıyor ne küçülüyor ve her geçen gün ibre yukarı doğru bir seyir izlemekte.

 

Dünyaya gelirken de kimse yoktu ve ebediyete intikal ederken olmayacağı da koca bir gerçek O’nun haricinde. Ve tek el veren üstelik O’nu anan hiç kimseyi geri çevirmeyen. Haricinde ne önem arz edebilir ki ya da neyin garantisini verebiliriz ki…

 

 

 

( Olmazın Oluru Olsa Olsa başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 22.11.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu