1
Gülsem mi ağlasam mı…
Bu da tartışılası bir tutum ne de olsa biliyorum ki yine ve yeniden yanlış
telaffuz edilecek kâh gözyaşlarım kâh kahkahalarım üstelik her koşulda ve
herkesin nezdinde. Anlaşılmak ne kelime dostlar, yaratılan nice resim
bildikleri gibi fırça darbeleriyle vurabildiği kadar vuran ve şekillendiren.
Özgür bir ruhu kimin hangi sebeple biçimlendirmeye kalkabilir ki… Ne bir
vesikalık ne de boy resmi. Görünmeyen bir dünyanın kapıları asla ve asla
açılmayacak. Ve kimsenin içeri sızmasına asla izin vermeyeceğim. Değil açmak
aralamam bile. Olup olacağı sadece şu sefil kalemdir yansıtma ve dile getirme
telaşı ile çırpınan canhıraş bir telaşla. Mademki yazmaktır canıma can katan
sınırları zaten baştan bellidir. Ne ihlal hakkı veririm ne de canımın yanmasına
izin veririm. Yanacağı kadar yanmış hatta kavruk bir gönül sadece İlahi Gücün
tasarrufunda ve sadece O’na hibeli… Ne satarım düşlerimi ne isyan ederim.
Sığınırım sığınabildiğim kadar ama kılıcım hep keskindir kendimi yaralasam da.
Yaralanmam sadece benim inisiyatifimde ve varsın zararım yine kendime olsun.
Bin kez makbuldür harici güçlerin taarruzundan ve acımasızlığından.
Nasıl da dinamik bir
süreç pek çok yalan dolanla bezeli sövgünün katkısının fazlasıyla olduğu ve
eşgüdümlü bir bilgi ve sevgi kirliliği akabinde onca nefret dolu söylem ve
tahayyül bir o kadar ivmesi günbegün hız kazanan.
İnsanlar da muamma
süreç de ve bir o kadar yaklaşımlar anlam veremediğim. Ben her halükarda
cinsiyetsiz, yaşsız ve sıfatsız addedip ulaşılmazlığımı kırsam da karşımdaki
tarafından illa ki yolum hayal kırıklığı ve hüzünle kesişiyor. Yok sayılsam
ayrı dert olmayan sıfatların yapıştırılması ayrı dert. Nedir ki bu kovuşturma
sürekli hezimete uğratan nedir bu meşum tutumlar sürekli bir yerlerimden
çekiştiren.
Zekâmın ve duygularımın
bitimsiz kavgası. Şimdi bu da yanlış telaffuz edilir. Hâşâ, zekâmı göklere
çıkarmak değil derdim ama tüm bu görüntü ve söylem kirliliğinden bir o kadar
haberdarım. Bazen fısıltılar bazen ayyuka çıkan o dehşetengiz tepkiler asla ve
asla hak etmediğim.
Yine de sevdiklerim her
daim bana güç ve sabır veren. Şükürler olsun ki bu ruhani buluşma sayesinde
mutluyum. Ne bir tesadüf ne de zorunluluk sadece Allah’ın bir lütfu belli ki
hızlandırılmış bir yardım tarafımca şükür vesilesi olan.
Hep ama hep görüntülere
kanıyoruz. Sanki her birimiz birer televizyon ekranıyız da eline kumandayı alan
istediği kanala zaplıyor kumandayı…’’Hadi, şöyle hüzünlü bir film seyredelim.’’
ya da ‘’Sıkı bir aksiyon filmi mi izlesek…’’ belki de bir Yeşilçam melodramı
içinde her türlü acımasızlığın ve yanılsamanın yaşandığı… Aşkların
kirletildiği, duyguların sömürüldüğü ve insanların vasıf ve sıfatlarına göre
ayrıştırılıp sınıflandırıldığı. Beyazı siyah yapan pembeyi kan kırmızısına
boğan ya da kendi kirini pasını sürekli çevreye sıçratma gayreti güdüp sayısız
ithamla birilerini lekeleme ihtiyacı ile nefsini doyuran.
Biz değişmezken
tutuyoruz illa ki değiştirmeye çalışıyoruz birilerini hele ki direniyorsa
değişime bu sefer pek çok atıfta bulunuyoruz.
Esefle kınıyorum önce
kendimi akabinde yönümü belirleyen o pusulanın ibresini tam da takılmışken
güven ve sevgi istikametine. İnanmak istiyorum doya doya üstelik ve bir o kadar
bağırmak avaz avaz. Her ne kadar bilsem de boşa kürek çektiğimi. Dalgalar adam
boyu, değil sığlarda adımlamak denizin dibini nasıl dayanırım ki bu pervasız
dalgalara. Yine de dayanıyorum ve kulaçlarımı hızlandırıyorum bir şekilde. Ne
garip oysa… Yüzmeyi bilmezken nasıl hala sağ kalabildim bu engin denizde…
Bilmez miyim, görmez miyim daha da önemlisi nasıl hissetmem… Neyi mi? Söylesem
neye yarar ki ya da kim anlar beni. O kadar izbe ki her yer illa ki açık alan
arayışım süregelmekte. Işıl ışıl ve dehlizlerden çıkıp da at koşturduğum.
Mümkün olmasını nasıl nasıl dilerdim. Değil koşmak yürümek bile olası değil
iken nasıl bir mecra ki herkes vicdanını çoktan hibe etmiş. Ne bir kinaye ne de
isyan sadece çaresizliğin bir izdüşümü yadırgansam da örselensem de hatta
darmaduman olsam da.
Kenetlendim bir kez şu
sefil kalemle hele ki hislerime bunca tercüman olmuş bir dost bulmuşken nasıl
ayrı düşerim kadim dostumdan.
Varlıklar nasıl da
göreceli. Öyle ya, bugün varız yarız yoğuz. Buna rağmen sonsuzluğa odaklanmış
her bir zihniyet sona yaklaştığını fark etmeksizin.
Tabir-i caizse sayısız
zırvalık her daim mustarip olduğumuz. Hep ama hep perde arkası hayatlar
sorgulanan sahnede görünen ve yaşanan kimseleri memnun dahi etmezken. Ne
şekilde memnun olmak istiyorlarsa biçilen kılıflar. Hak mıdır ya da reva
görülen buysa neden o boy aynası hep kayıplarda.
Limit aşımı olup olan
ve makul olmasa da olma ihtimali her dem fazlasıyla yüksek ve ihtimal dâhilinde
yadsınamayacak kadar ayan beyan.
Evet, farkındalık
düzeyi yüksek bir seyir izliyor. Algıların alabileceğinden çok fazlası ile
yüklü zihin sıra dışı, anlamsız ve anlatamayacağım kadar olağan dışı.
Çok ama çok denedim,
çok yol aldım ve derken gerisin gerisin kaçıyorum. İstenen tam da bu. Yok olmak
ve tüm o yoklamalarda bulunmamak. Sıra dışı, sınıfın dışı hatta sıradanlığa
tahammülü olmayan şahsımın koca bir yanılgısı her şeyin değişeceğine dair
geliştirdiği inanç. Sorgulanmak her daim ve sorgularken tüm o suretleri silik
ve alabildiğine kara izbelere kayıtlı en az şeffaflığın o hafifliği ile sür git
sevişirken…