Son yıllarda yaşadıklarımız, duyduklarımız, hissettiklerimiz, bir önceki yıllara göre arzu ettiğimiz tadı vermemekte doğrusu. Her geçen günün bir öncekinden daha aranır olması, insanların geleceği hakkında endişe duymasına vesile olmakta.
Sanki ruhumuz, tortusu kalmış yavan duyumsamalardan yorgun. İçimizi nahoş suların terkibindeki kireçler kaplamış.
İnsana, türüne özgü özellikleri kodlayan, fakat çoğuna hasret kaldığımız; sevgiyi, hoş görüyü, gerçek dostluğu, dürüstlüğü, vefayı, hazzı, sıcaklığı, samimiyeti, tutarlılığı, dayanışmayı, paylaşmayı, yardımı, güveni, merhameti, güler yüzü, yaşama sevincini vb. toplumun bir ferdi olarak kendi adıma özler oldum.
Tadı damağımızda kalan; hoş görünün, iyiliğin, dostluğun, hayırların daha çok arandığı günümüzde, gönüllere ulaşan her sevgi paylaşımında, kalpler daha duygulu, bakışlar daha anlamlı, yardımlar daha bir isabetlidir.
İnanıyorum ki muhatabına ulaşan güzellikler, iyilikler, hayırlar, üzüntülere kederlere, acılara birer merhemdir.
O yüzden insanlık yanımızın ivedilikle daha bir öne çıkması, unutulan onca güzel değerlerin hatırlanması, tekrarlanması ne hoştur.
Böylesi; hoş görüler, güler yüzler, toleranslar, iyilikler, yardımlar, dostluklar, selamlaşmalar, hal hatır sormalar, ziyaretler hayatı bize daha anlamlı ve yaşanılır kılmaktadır. Bu vesileyle yaşama sevincimiz artmakta, mutlu olma ihtimalimiz daha bir güçlenmektedir.
Şimdilerde bu denli nadide hasletleri yaşayanlara, paylaşanlara, yansıtanlara gıpta ediyorum doğrusu. Geçmişte örneklerini çokça görebildiğimiz bu değerleri, kaybolan Süreyya yıldızı gibi iştiyakla arıyorum.
Benzer duyguları benliğim, şimdilerde zaman tünelinden kodlayarak yeniden özlem ve hasretle yaşamak istiyor adeta:
Komşusundan gelen et kokusunu duyan evladına, bir parça istemek için giden, “bu et size haramdır” cevabını duyduğunda, açıklamasını isteyen, “çucuklarım üç gündür aç, dayanamadım, sokakta ölmüş bir eşekten keserek getirdim, size veremem” sözü karşısında, ruhunun derinliklerinde depremler yaşayan ve gözleri yaşlı; "bu yıl da bizim haccımız bu olsun" diyerek hac parasını komşusuna verip, yanı başındakilerden bihaber olduğu için binlerce özürler dileyen “merhamet deryası” yürekleri özlüyorum.
Sefere çıkan bir ordunun yorgun, aç, muhtaç bir ruh haliyle, savaşın getirdiği meşru toleransları bile kullanmadan, uzun ve meşakkatli yolculuğa dayanamayarak; geçtikleri bağdan bir salkım üzüm koparıp yemek zorunda kaldığı için, ücretinin birkaç misli akçeyi asmanın dalına bağlayan askeri özlüyorum.
Bağcının, bağından geçen askerlerin hiç zarar vermediğini anlayıp, asmanın dalındaki parayı gördüğünde, inanç farkını, hasım olma duygusunu bir kenara koyarak, böylesi askerlerin ödüllendirilmesini istemek için padişaha gitmesindeki hakkı teslim duygusunu özlüyorum.
Durumu öğrenen hükümdarın; “ücretini bıraksa da izinsiz başkasının malını almak caiz değildir. Böyle bir askerle zafer kazanılamaz” diyerek o askeri ordudan geri göndermesindeki adaleti ve takvayı özlüyorum.
Mukaddes değerler adına cihada bayram havasında giden, şehitliği en yüce bir makam olarak özümseyip, ölümle barışık yaşayan serdengeçtilerin, son nefeslerinde kendilerine verilen suyu içmek üzere iken bir başka yaralının “su “ demesine dayanamayıp; “O’na götürün” diyerek suya kanmadan, şehadet şerbetini içmesindeki asaleti, arkadaşını kendine yeğlemesindeki merhameti özlüyorum.
Fakrı zaruret içinde, kendisinden daha donanımlı ve fazla düşmanla, mütevazı silahları ile mücadele ederken, mevziden çıkarak hücum eden arkadaşının vurulmasını gören Anadolu evladının, dayanamayarak “gitme sen de vurulursun” uyarılarına aldırmadan, makineli tüfek yağmuru altında koşan; duru, temiz, yürekli vatan evladının arkadaşını kucaklamasındaki ahde vefayı, arkadaşının son nefesini verirken; “geleceğini biliyordum” sözündeki minneti, teşekkürü, “Çanakkale Geçilmez” destanına imza atan gizli kahramanları özlüyorum.
Binlerce kere kendisinden; miktar, silah ve imkân bakımından üstün düşmana karşı korkmadan, yılmadan, dinlenmeden, tam bir teslimiyet içinde, vatanını koruma uğruna, ölüme tebessümle karşı koyarken, vurulan düşman subayının feryatlarına dayanamayıp, kurşun yağmuru altında kucaklayıp sipere taşıyan Mehmetçikteki merhameti, asaleti özlüyorum.
İlk siftahını yapan esnafın, ikinci siparişinde, müşteriyi uyararak; “komşum daha siftah yapmadı, ikincisini de ondan al” diye uyaran tok gözlü, komşu müptelası, kanaatkâr satıcıları özlüyorum.
Muhtaç olduğu halde dilenmeyen, böylesi düşkünlerin faydalanması için, kendilerini belli etmeden camide hasır altına akçe koyan anlayışı,
Bu akçelerden ihtiyacından fazlasını almayan tok gözlü, edep ve vakar timsali fakir insanların tavrını özlüyorum.
Rabbine yalvarırken; “Ey Allah’ım cehennemini dolduracağını buyurmuşsun, öyleyse bedenimi cehennemi dolduracak kadar büyüterek beni cehennemine at, başka insanlara yer kalmasın, onların yerine ben yanayım” diye niyaz eden yaşlı gözleri özlüyorum.
Bir bayram sabahı Eyüp Sultan’daki uhrevi hava içinde, cami avlusundaki şadırvandan su içen ak güvercinleri özlüyorum.
İnsan yaşamı ile iç içe olan, taşlarındaki el emeğinin zarafeti ile içimizdeki ürpertilere nakış olarak korkularımızı kovan, servi ağaçları ile gerçek yaşamımızda bile göremediğimiz bir estetikle peyzaj mimarisinin en güzel örneklerini sunan, yaşam kadar gerçek olan ölümün, ürkütücü havasını bertaraf eden, ahirete tatlı tebessümlerle köprü kuran, cami avlularındaki kabristanları özlüyorum.
Komşusu açken kendisi yemeyen, ben duygusundan kurtulmuş, başkalarının acılarına ağlayan yürekleri, kıyıya vurmuş binlerce denizyıldızını kurtarmaya çalışan kalbi yaralı insanları özlüyorum.
Sevgiyi, hoş görüyü, kanaati, barışı, güler yüzü, acılardan uzak kalmayı, toleransı, birbirimize tahammül edebilmeyi, yüzlerdeki tebessümü, çocukların ihmal edilmediği, kadınların ezilmediği, kimsenin aç kalmadığı, sağlıklı ortamları, bir nebze mutlu olabilmeyi özlüyorum.
Bu arzuyla yüreğim öylesine ince ki şimdilerde, sanki bahtıma baharlar en nadide kokulu çiçekleri getirecekmiş gibi. Nefes alışlarım ferah, tebessümlerim daha içten, yaşama arzum bir goncanın hayata tutunma azminden daha canlı.
Umuyorum ki yaşama sevincimizi artıracak bu güzellikler gittikçe çoğalacak, arttıkça mutluluk çıtamız da toplum olarak yükselecektir. Tebessüm eden yüzleri görmenin müjdesi ümit ve inancımıza pozitif enerji yükleyecektir.
Gelecek günlerin ne gizli sırlar, rahmetler, mağfiretler bahşettiğini kalbimle bilmekte, bütün varlığımla damarlarımda hissetmekteyim.
Şimdiden bu sevinci duyar gibiyim. Çünkü "insanlık adına" mutluluğu özlüyorum…