Bazı mesleklerin, toplum nazarında gerçek değeri bilinmemektedir. Öğretmenlik bunlardan biridir. Ne yazık ki bu mesleğin ve temsilcisi olan öğretmenlerin hak ettikleri saygınlık ve itibar, olması gereken yerde ve düzeyde değildir.
Eğitim adına bazı çevreler, ya da siyasiler önemli ve belirli günlerde, günü kurtarmak adına, edebi ve sanatsal nutuklarla kaybedilmiş bu değeri, mesleğe yüklemeye çalışırlar. Toplumda karşılığı olmayan bu yapay iltifatlar inandırıcılıktan uzaktır.
Saygınlık ve itibar sözde değil icraatta, uygulamalarda, yaşanılan hayatın içinde kendini göstermelidir.
Fakat bir eğitimci olarak gördüğüm ve yaşadığım olaylar hep öğretmenin küçük görüldüğünü, kale alınmadığını, itilip kakıldığını vurgulamaktadır:
-Yıl 1973, incinen ayağımın filminin çekilmesini muayene eden doktordan rica ettiğimde, “devletin israf edecek zamanı ve parası yoktur” diyerek kapıyı göstermiştir. Oysa bir insanın, bir öğretmenin sağlığı göz ardı edilmiştir.
-Yıl 1974, Balıkesir’de öğretmen olan abimin köyüne gideceğiz. Kendisi köyün tek öğretmeni, İlçede buluştuk. Köye gidecek sadece bir kamyon var. Buna üzüldümse de “neyse şoför mahalline bineriz” diye düşündüm. Ne gezer, kimsenin öğretmeni taktığı yok. Fakat “orman memuru” dedin mi şapka çıkartılıyor. Biz o gün iki öğretmen, sebze çuvallarının üzerinde, düşmemek için halatlardan tutunarak köye gittik.
-Yıl 1975, kurban bayramında komşu köydeki öğretmen arkadaşımın yanına gitmiştim. Bizim köy muhtarı beni çağırtmış, gittiğimde kendisinden habersiz köyden ayrıldığım için “buranın horozu benim” diye hesap sormaya kalkışmıştır.
-Yıl 1977, zaruri bir nedenden ötürü memleketime gitmek için İlçe Kaymakamından izin istemiştim. “Dilekçeni bana bırak, izinden döndüğünde imzalayacağım, eğer rapor alırsan dilekçeni yırtar izinsiz gitti diye seni müstafi duruma düşürürüm” diyerek ,“rapor almayacağım” beyanıma inanmamıştı. Bir öğretmene güvenmediği için izin almaktan vaz geçmiştim.
-Yıl 1979, köy minibüsüne fazla yolcu binmiş diye, Karakol Komutanı şoförü sorumlu tutacağına, yolcu sıfatıyla minibüste bulunan bana çıkışarak; “Öğretmen olarak fazla yolcu alınmasını önlemeliydin, aldığın maaş helal değil” diye şahsımı rencide etmiştir.
-Yıl 1987, öğretmenler gününde tören başlamak üzere iken ilçe karakolundan okula telefon açılarak şahsımın acele karakola gelmesi istenmiştir.
“Bu gün öğretmenler günü, hem de mutat vasıta yok, acele değilse yarın sabah geleyim” dediğimde, “bir saate kadar gelmezseniz kelepçeyle alır geliriz” diye gözdağı verilmiştir. Özel taksi tutarak ilçe karakoluna gittiğimde, 3 gün sonra mahkememin olduğunu, tanıklık etmem için ilgili günde adliyede bulunmam gerektiği söylenmiştir. Günüm, param ve gururum heba edilmiştir.
-Yıl 1988, sağırlar okulunda bir öğrencim zehirlenmişti, kucağımda hastaneye götürdüm. Yolda üzerime de kustu. Umurumda değil kurtulması için çırpınmaktayım. Uyuyan doktoru kaldırdığım için yapmadığı hakaret kalmadı. Ben ağlamaklı “çocuk ölüyor” dediğimde; “ölsün, bana mı sordunuz yedirip içirirken” diye şahsımı aşağılamıştır.
Örneklerin çokluğunu görenler beni sakar, iş bilmez, iletişim kurmaktan aciz beceriksiz sanabilirler.
Yaşadığım olumsuzluklar karşısında, her zaman meslek onurumu ve kişiliğimi korumasını bildim. Bunları bana yaşatanları söylemlerimle, tavır ve davranışlarımla, bulunduğum görevlerin mahiyeti ile utandırdım. Fakat yaşanılan üzüntüler kalplerde tortu bırakıyor maalesef.
Ben öğretmenlerin karşılaştıkları sıkıntıların belki de az bir kısmını yaşamışımdır. “Acaba doğru mu” gibi düşünülmesin diye duyduklarımdan değil, yaşadıklarımdan örnekler verdim.
Eğer öğretmenlerin hayat hikâyeleri anlatılacak olsa, daha vahim ve yürek sızlatan olaylara tanık olursunuz.
Ve yıl 2015, basından okuduğumuza göre; Yalova Valisi Sayın Selim Cebiroğlu'nun öğrencilerin önünde azarlayıp dışarı çıkmasını istediği ileri sürülen matematik öğretmeni 42 yaşındaki Halil Serkan Öz, sendikalar tarafından kendisine destek için düzenlenen 'Öğretmene Saygı Mitingi'nde rahatsızlanıp ani kalp krizi sonucu yaşamını yitirmiştir.
Kendisine rahmetler, ailesine, eğitim camiasına başsağlığı diliyorum.
Sayın Vali, basının olayları saptırdığını ve kendisinin yanlış anlaşıldığını söylese de, merhum öğretmenin derslikte, öğrencilerinin önünde rencide edildiği, küçük düşürüldüğü ortadadır.
Derslikler öğretmenin özelidir. Hiç kimse izinsiz öğretmenin dersine giremez, girmemelidir. Kaldı ki yanlışı da olsa, öğretmene derste müdahale edilemez, dersten çıkartılamaz. Kusuru varsa soruşturma başlatırsınız. Ya da Sayın Vali yetkisini kullanarak ilgilinin savunmasını alıp, resen disiplin cezası verebilirdi.
Gerekçeler ne olursa olsun, yasalar hiçbir amire bir başkasına bağırma, azarlama, kovma yetkisi vermemektedir. Kaldı ki insanlık onurunu korumak hataları görmekten daha da elzemdir.
Öğretmenin amiri çok, koruyup kollayanı yoktur. Yıllardır itilip kakılarak ezilmiştir. En ücra köylerde yapayalnız bırakılmıştır. O, yılmadan, devletine küsmeden, köylerde, mezralarda Şanlı Bayrağımızı dalgalandırmıştır. Öğretmiş, aydınlatmış, bu vatanın çocuklarını bağrına basmıştır. Kentlerde de geçim sıkıntısına aldırmadan okuldan okula görevine koşmuştur.
Fakat hak ettiği ilgi ve iltifatı, saygınlığı, motivasyonu asla görememiştir. Köyde muhtar amirlik taslamış, siyasiler rahatsız etmiş, kimi zaman amirleri tarafından rencide edilmiş, veliler ve öğrenciler tarafından saldırıya uğramıştır.
Burada M. Kemal Atatürk’le ilgili iki alıntıyı paylaşmak istiyorum:
Atatürk bir köy okulunu ziyaretinde, ders vermekte olan genç bir öğretmenin sınıfına girer. Öğretmenin, yerini kendisine bırakmak istemesi üzerine :
“ Hayır yerinize oturunuz ve dersinize devam ediniz! Eğer izin verirseniz, biz de sizden istifade etmek isteriz. Sınıfa girdiği zaman Cumhurbaşkanı bile, öğretmenden sonra gelir.” (Atatürk'ten B.H., s. 40)
Öğretmenlerle yaptığı bir toplantı sırasında söyledikleri: “Bu dakika karşınızda duyduğum en samimî hissi, izninizle söyleyeyim: isterdim ki çocuk olayım ve sizin bilgi saçan öğretim alanınızda bulunayım, sizden feyiz alayım, siz beni yetiştiresiniz! O zaman milletim için, daha yararlı olurdum; fakat maalesef, yerine getirilmesi imkânsız bir arzu karşısında bulunuyoruz. Bu arzunun yerine başka bir istekte bulunacağım: Bugünün evlâtlarını yetiştiriniz! Onları memlekete, millete yararlı uzuvlar yapınız! Bunu sizden istiyorum ve rica ediyorum.” 1922 {Atatürk'ün S.D.H, s. 42)
Özet olarak diyorum ki, öğretmene ve öğretmenlik mesleğine hak ettiği itibarı ve saygıyı artık iade edelim. Sadece önemli günlerde süslü laflar etmek yerine, toplumdaki saygın yerini kazanması hususunda ne yapılması gerekiyorsa ivedilikle yerine getirelim.
Gardırop devrimciliğinden artık vaz geçelim. Modernlik ve çağdaşlık, ipekli ve marka kisvelerin gelip geçici albenilerinde saklı değil.
Zihinlerde ve yüreklerdeki; pozitif bilim, sevgi, hoş görü saygı çalışkanlık, adalet vb. gibi hasletlerde bulunmaktadır.
Ve Mevlana’nın; “Ne elbiseler gördüm içinde insan yok, nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok...” veciz sözünü hatırlatarak yazımı noktalıyorum.
Sevgiyle kalın.