Zaman nakşederken
zehrini
Kelamın biri bin para
Yoldan çıkmış bir kez
heyula varlığı
Devranın…
Yola gelmek en mubah
Sıktın sıyrılır aniden
Dönmek geri
Geldiğin o nüve
Saklı nice hatırat
Emsalsiz bir sevda
Nefrete inat.
Tıpkı eski günlerde
gezdiğimiz tozlu yollardaki iki kişilik yalnızlığımız gibi arka arkaya dizerken
gönül ipine bu yürek sesini aynı yürekte buluşmuş nadide bir güfte sevi dili
henüz rutubetlenmemişken ve çürümüşken o koza terk edilişinin ardından…
Ne yârin vefasızlığı ne
dostun ihaneti ne de her hangi bir terk ediliş terk edilişin o mazbut varlığı
doyumsuz bir özveri ile işkillense de sus payı o hercai menekşenin boynu
bükülmezden önce.
Külfeti ağır idi
önceleri gerek gidişlerin sancısı gerek mecburiyetlerin yüreğe düşürdüğü o
yılgı.
Seni gördüm dün tozlu
çerçevemde o yırtık resmin kıyısında. Oysaki ortada idin önceleri olağanca
haşmetinle ki seni yüceleştiren sakladığın o sevgi idi. Hep saklamıştın ya da
olmayan bir sanıyı mesken kılmıştım olmayan yüreğinde. Beden dilin o kadar çok
şey söylüyor ki hele ki o son kare kayıtlı silinmemecesine ta ki… Evet, ta ki
son şahit de ortadan kalkana kadar. Bu da mümkün değil ne yazık ki Yaratan idi
tek şahidimiz: Her köşede, her kuytuda ve merkezinde birlikteliğimizin ya da
olmayan bir bileşke ne de olsa iki nokta arasındaki o doğru her nedense
fazlasıyla kıvrımlı ve kaypak.
İthamlar, yergiler
kısaca tüm yalanları ile sefil gidişatın erdiği son nokta. Yegâne katmanı iken
o kalın sayfa örtülü meftaların kül rengi yüzlerine. Mutlu addedilen bir
sefalet süregelen. Bensiz ve yolsuz varlığın, sensiz ve yorgun onca hatırat.
İmgelerin hatrı kalmasın sakın ha. Hadi tüm bahanelerini ileri sür ve sığın o
kalın duvarların arkasına ve sür sefanı sürebildiğin kadar. Aman ha, sakın yerme
ve verme velveleye ortalığı sonra ardından kim yas tutar benim haricimde.
Ne kimliğin ne vasfın
ne de adın hatta tek bir harf bile değmez nakşetmek için gizli saklı ne varsa.
Aslında ulu orta peyda olmuş bir yadsımazlıkla her ne kadar girsen de şekilden
şekle bil ki ne hükmün geçer ne de sözün. Ne de olsa ifşa ettim edeli ifa
edemediğim bir görevsin neticede istifamı verdiğim hatta fesih ettiğim bir
sözleşme her bir maddesi kayıt dışı ve her bir kelamın ve o cüzi iraden kanun
dışı.
Zaman nasıl da göreceli
ve duygular nasıl da izafi. Yoksa hiç mi var olmadık yoksa hepten mi kaybolduk
ve unutuldum. Ne bir inkâr ne de itiraf senden duymak istediğim zira bilmez
miyim nasıl da ketumsundur.
Sahi neydik biz? Bir
elmanın kabuğu ve çekirdeği kadar fuzuli bir varlık mıydım yoksa sen merkezinde
iken evrenin.
Sahi kimdik biz? İki
dost mu iki çocuk mu yoksa hiçbir anlam ihtiva etmeyen, öğesi dahi olmayan bir
cümle miydik öznesinin hep biz’e tekabül ettiğine inandığım.
Doğru ya; ben ne zaman
biz’e terfi ettim ki. Bırak özneyi ben neye tekabül ettim ki şu ahir ömrümde.
Varsa yoksa tekil ve sakil kimliği ile bir günah keçisi ne bir sürüye dâhil ne
de olası bir düzeneğin tek bir üyesi. Kümem hep yalnızlık oldu onca gürültü ve
şamataya rağmen. Hep sevgi ile haşır neşir olduğuma inanırken neşriyatın
yordanası son cümlesiydim asla birincil sıraya muktedir olamamış.
Oldum olası o komik
yanım bak o resimdeki palyaçoyu hatırladın mı? Seni güldürürken kan ağlayan
yüreğim. Yeter ki sen mutlu ol… Ya ben? Ne zaman sordun ki mutlu olup
olmadığımı. Oysa hep beklemiştim bu soruyu. Mutluluğa nail olmayan biri olarak
ne yazık ki beni de kendinle eş değer gördün. Oysa gülmek hatta basit bir
gülümseme bu kadar zor olmamalı, olmamalıydı da. Altı üstü bir dudak kıvrımı ve
basit bir mimik hele ki yürek çarpıyorsa o neşenin eşliğinde.
Gülmek değil mi insana
en çok yakışan her ne kadar son zamanlarda buralara yolu düşmese de.
‘’Mutlu olup olmaman
değil önemli olan’’ deme hakkına sahip değilsin çünkü ben bunu senin için
yürekten diliyorum en azından geçirdiğimiz kutsal zamanların hatırına.
Sıfatlardan oldum olası
nefret etmişimdir sen bunların çoğuna sahip iken irdelenesi hangi sıfata sahip
çıktım ki. Artık sıfatların yerini zamirler aldı ve gizli özne olma şerefine
nail olarak ne yazık ki yüklemlerin güdümündeyim yer ve zaman bakımından bir o
kadar kifayetsiz ve nasıl da durağan.
Seni gördüğüm gün idi
kazanımım olan o ganimet.
Ve yine seni en son
gördüğüm gün idi karanlıklara karışan o muamma kimliğin.
Renklerin cümbüşü,
kelimelerin çığırtkan tınısı ve sevdanın o nazlı dili.
Tekrar karşılaşma
ihtimalimiz olsa bile bir hayalet ile nasıl muhatap olabilirim ki hele ki
karanlığa nail olmuş bir karartı iken. Bilirsin hep beyazı sevmişimdir ve bir
de pembeyi…