Bizim ülkemizde neden işler genelde iyi gitmez?
Bunun sorumlusu siyasiler mi, yoksa kendini yetiştirememiş halkımız mı? Sabah
uyandığımızda birçoğumuzun içini karalar bağlar. Radyo ve televizyondan
işiteceğimiz "Son Dakika!" haberlerine irkilir. Kendi kendimize,
"Yine mi patlama!" “Yine mi ölüm!” veya “Hiç mi iyi bir haber olmaz”
diye hayıflanırız.
Tarih
kitaplarını birçoğumuz okuldayken okumuşuz ve sınavlarına da girmişizdir. Nice
krallar, padişahlar ve generallerin
hayatlarını, savaşlarını, elde ettikleri toprakları, savaşlarda ölen insanların
sayısını, yine onların saraylardaki şatafatlı yaşamlarını, aile entrikalarıyla
tahta geliş biçimlerini, iktidarlarına karşı gelenleri ise nasıl ilginç
yöntemlerle işkence ile öldürdüklerini iğrenerek öğrenmişizdir. Ya halklar ne
durumdaydı? Bunları da öğrenmiş miydiniz?
Günümüz
dünyasında cahil sayısının milyara dayandığı söylenmekte ve gün geçtikçe de
artış göstermektedir. Neden cahil insan yetiştiririz? Veya cahil kalmayı,
sonucunda da kalitesiz ve fakir yaşamı tercih ederiz veya ettirmek zorunda
bıraktırırlar? Örneğin, Hindistan denildiğinde aklımıza önce kutsal inekleri,
sonra da fakirleri gelir. 'Alman' denildiğinde, disiplinli sonra da çalışkan
olduklarını biliriz. Japon denildiğinde ise, çalışkan, bilgili ve en ufak
haksızlıkta bile kendisini harakiriyle öldürebilen ‘onurlu insan’ olarak
biliriz. Sonuçta her ülke kendi özellikleriyle tanınırlar...
Peki,
biz nasıl bir toplumuz? Atatürk’ün işaret ettiği ileri medeniyetler seviyesine
yolculuk yaparken neden hep patinaj yaparız? Neden hep birbirimizi kandırırız?
Kitap okumada neden gerilerdeyiz? Üstümüzdeki bu ölgünlüğü neden bir türlü
atamıyoruz? Bunun sebebi kimlerdir? Siyasilerde bunun suçu nedir? Neden hep
birbirimizi çekiştiririz? Kimi
iktidarlar aydınlığı ve uygarlığı kendilerine hedef gösterirken, kimileri de
neden din eksenli bir yaşam tarzını dayatmaya giderler?
Aslında
yaz-boz ikilemi arasında, iki adım ileri, bir adım geri gidiyoruz. Birilerinin
yaptığını, diğerleri bozuyor. Şöyle düşünün ki, Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda
oluşan Milli Eğitim Politikamız şimdi yerle bir oldu. Ne dört artı dördü kaldı,
ne de değişik sistemleri! Yalnız eğitimde mi?
Tarım politikamız da keza öyle... Üç tarafı denizle çevrili ülkemizde,
balıkçılık iflas! Hollanda bile Konya
Ovası kadar bir bölgede bizden beş misli tarım ihracatını yapabiliyorsa, biz
neden topraklarımızı verimli kullanıp bunu gerçekleştiremiyoruz? Neden
insanlarımıza kaliteli ve ucuz ürünler sunamıyoruz? Ve çiftçilerimizi neden
zenginleştiremiyoruz?
Terör
belası mı? Evet, dört bir tarafımızı terör sardı. Yıllardır PKK ile şimdi de
Ortadoğu'daki terör odaklarıyla uğraşmaktan önümüzü göremiyoruz. Verdiğimiz
şehitler yanında harcanın paralarla insanlık adına neler yapılmazdı? Etle
tırnak dediğimiz halklar artık birbirine yan gözle bakmaya başladı. Siyasi
uzantılar bile ellerini uzatmıyor. Kutuplaşmalar had safhada...
Şu
günlerde dördüncü kitap çalışması içindeyim. Konusu şimdilik gizli kalsın...
Umarım çıktığında keyif alırsınız. Kitap dedim de, çalışmalarımdan arta kalan
zamanlarda da bol bol kitap okumaktayım. Üyesi olduğum kütüphanemden iki kitap
aldım. Atamızın da okuyup sevdiği kitaplar arasında gösterdi, Ecevit'inde
okuyup, uygulamalarında örnek aldığı Grigory Petrov'un yazdığı "Beyaz Zambaklar Ülkesinde" adlı
kitabı belki bilmeyeniniz yoktur. Hatta bir kaç kez okuyanınızda olmuştur.
Yıllar önce okuduğum bu önemli kitabı, yeniden okudum. Aslında bu kitabı yeni
vekil olanların hepsinin okumasını, ayrıca İmamların, bürokratların,
öğretmenlerin, işçilerin, memurların,
gençlerin, öğrencilerin, ev kadınlarının, eşlerin, daha doğrusu toplumca
okunmasının gerekliliğini düşünüyorum.
Finlandiya
denilince aklınıza ne gelir? İskandinav’ın soğuk ülkesi mi? Finlandiya'yı
gençlik dönemimde ‘Pen-Friend’ dediğimiz mektup arkadaşımdan öğrenmiştim. Ve o
yıllarda da bu ülkeye hayran kalmıştım. Hep ülkemle mukayese etmiştim.
Arkadaşım anlattıkça oraya yerleşmeyi bile düşünmüştüm. Sevdiğim ve takdir
ettiğim ülkelerin başında geliyor. İsterseniz bir inceleyin, bakın o zaman bu
ülkenin dünyadaki gelişmişlikte, ülkesinde yaşayanların mutlu olmasında, basın
özgürlüğünde nerelerde olduğunu, kişi başı refah düzeylerini, özellikle de
eğitimde nasıl dünyanın birinci ülkesi olduğunu göreceksiniz.
Finlandiya'nın
diğer bir adı da "Suomi" yani "Bataklık Arazi" anlamında.
Yalnız o bataklık eskidendi. Önceleri İsveç güdümündeki ülke daha sonra
Rusya'ya bağlanmış. Ülke de fakirlik, hastalık, geri kalmışlıkla birlikte
bataklık içindeki bir ülkeymiş. Ta ki, 1806 yılında Stockholm’de doğan Yohan
Vilhelm Snellman'ın fikirleri hayata geçirilinceye kadar. Bu bilgin, filozof
şimdiki Fin kültürünü ortaya çıkaran halk öğretmeni, şu gün bile Finlandiya'da
özel bir günle anılıyor.
Neler
mi yapmış?
Önce,
“Ne zaman bizim küçük milletimiz kendi komşularından daha yüksek bir medeniyete
sahip olursa, o zaman tehlike ortadan kalkmıştır" felsefesiyle yola
çıkarak, yeni Fin aydınlarıyla birlikte, bir kaç genç öğretmen, papaz, avukat
ve memurla birlikte halk kitleleri arasında eğitim ve öğretimin yayılması
amacıyla adeta büyük bir mücadele başlatmış.
• Aydın olmak, modaya uygun
elbise, şapka ve kolalı gömlek giymek değildir, Aydın, milletin beynidir.
Millet sizi iyi bir öğrenim gördükten sonra bir maaşa konasınız, akşamları
kahvelerde iskambil veya domino masasının başına geçesiniz diye okutmamıştır.
Bunu böyle yapanlar küflenmiş olan aydınlardır.
• Okumuşların hepsi, ulusal
zekâyı geliştirmek, ulusal vicdanı uyandırmak, ulusal iradeyi güçlendirmek
zorundadır. Köylülere, işçilere ve kasaba halkının alt tabakasına daha iyi
yaşayabileceklerini öğretin!
• Millete nasıl çalışmaları
gerektiğini öğretin. Ucuz ve gösterişsiz olmakla beraber; daha iyi yerleşim
yerlerinin nasıl yapılacağını gösterin.
• Kendilerinin ve
çocuklarının sağlıklarını nasıl koruyacaklarını bildirin,
• Mutlu bir aile yaşamının
nasıl kurulabileceğini, erkeğin kadına, kadının da erkeğe nasıl davranacağını,
çocukların nasıl eğitileceğini öğretin.
• Kendisinin ve başkalarının
kişilik haklarına saygılı olmayı öğretin,
• Milleti, her işi zamanında
yapmaya, disiplinli ve düzen içinde çalıştırmaya alıştırın.
• Bütün bu işlerde, millete
örnek olun. Kendi aranızda ve halk ile ilişkilerinizde halkın eğiticisi olun.
Bütün Fin halkını bir aile sayın.
Finlileri Uyandıran Bu Bilgin, Eğitimde Neler
Yapmış?
Yaz
tatillerinde çevredeki öğretmenleri bir yere toplayarak 2-3 haftalık seminerler
tertip ederek, öğretmenlerden fedakârlık isteyerek halkı özenle eğitmelerini
istemiş. Öğretmenler arasında da mesleğine yabancı çok kimselerin olduğunu,
onların zanaatçı bile olamayacaklarını söylerken şu öğüdü verirdi, “Öğretmenliği bıraksınlar, kendilerine başka
iş arasınlar. Gitsinler ticaretle uğraşsınlar. Sekreter olsunlar. Ruh ve gönül
işi yapacak insanların görev yapması gereken yerlere onlar değil başkaları
gelsin"
Shellman, Din Adamlarına Ne Dedi?
Halkın gerçek din adamları olun. Din
adamlığının memurluk olmadığını bilin. Papazlar memur değildir. Ödeviniz genel
ve özel dini törenleri öylesine yerine getirmekten ibaret değil. Halka, her
şeyden önce, temiz olmayı, iyi, doğru
hayatı, vicdanlarını uyarmayı, birbirlerini sevmeyi ve iyilik yapmalarını
istemiş. Dinleyenleri uyutan kitap diliyle konuşmayın. Açık, diri, hayatın
içinden bir din anlayışı verin halka. Kutsal kitaptaki yaşama ihtiyacını hem
gençlerde, hem de ihtiyarlarda uygulayın.
Finlilerin eğitim uzmanı
Shellman’ın, memurlara, askerlere,
ebeveynlere, köylülere, işçilere, sanatçılara da ilginç söylemleri vardı. Şimdi
uzun uzadıya burada yazmadan en iyisi siz bu kitabı edinip, biran önce okumaya
çalışın. Hatta geleceğimiz dediğimiz çocuklarınıza da okutabilirsiniz.
Arkadaşlarınıza hediye alırken bile bu kitabı verebilirsiniz.
Shellman’ın futbol
konusundaki görüşleri de çok ilginçti.
Şöyle diyor bilgin, “Futboldan zevk alanlar, onu bir sanat ve bilim
haline getirdiler. Sokaktaki halkın heyecanını canlı tutmak için uğraşan
bilgisiz bazı gazeteciler de gençliğin futbol düşkünlüğünü sömürmeye, futboldan
uzun süre söz etmeye başladılar. Geri kalmış ülkelerdeki yaşamı düzenlemek ve
halkı ekonomik, kültürel ve sosyal yönlerden geliştirmek için ciddi çareler
düşünmek gerekir. Bir ülkede kültür
emekçileri, halkın düşüncelerini uyandırmakla görevli olanlar nelerle meşguldü?
Gençliğin sporla
uğraştığını görerek seviniyorum. Akla uygun hareketler çok önemlidir. Felsefeyi
çok ileri götürmüş olan eski Yunanlılar, jimnastiği, güreşi, yarışları çok
önemli yerlere çıkarmışlardır. Vücut çalışmaları, vücudun çeviklik ve gücünü
artırır. Bunlar sayesinde, boy düzgünleşir, yürüyüş hafifler ve hareketler
güzelleşir. Şehirlerdeki evlerde çoğunlukla oturarak geçirilen bir yaşam,
sağlığı bozar, kasları gevşetir. Kanı zehirler, insanları tembelleştirir.
Ben futbolda ülkeleri
yenmekten övgü değil, Finlandiya’da;
·
Güçlü düşünce,
·
Büyük İşler ve büyük işlere girişme,
·
Sütlü inek,
·
En iyi yumurta,
·
En iyi tohumluk buğday,
·
Kar gibi beyaz bez,
·
Yeni düşünceler,
·
Endüstrileşme,
·
Tok millet, gibi isimleri taşıyan dernekler ortaya çıksın…
Yalnız futbolda değil,
bilim, sanatlar, ticaret, sanayi, hukuk ve ülkenin imarı konusunda da
yenmeliyiz. Bu büyük savaşta sadece futbolcuların kol ve bacak güçlerine
dayanmak isterseniz çok ileri gidemezsiniz. Karşıdan gelen topa yön vermek için
sağlam bir kafa gerekir…
Ve Gençlere Tavsiyesi:
“Ey Fin Gençleri! Sizin
göreviniz, ayak vuruşu ile topu yüksekten göndermek değil; Fin milletinin şerefini
yükseltmek, sevgili vatanımızı her konuda ilerletmek, her tarafta mutluluğu
arttırmaya gayret etmektir.
Shellman’ın aşısı bize
tutar mı? Ne diyelim, yine de darısı
ülkemizin başına…
Ertuğrul Erdoğan
23 Temmuz 2015/Bursa