Hiçliğin teyakkuzunda tüm rol
modelleri bir bir sahnede.
Buyurunuz siz de ve hadi alın
yerinizi. Kıvılcım salkımı yürek dağlayan o anlamsız hitabetlerle kılıktan
kılığa giren nicesi.
Bir damla ve bir damla daha derken
umarsızım artık kendime yönelik taarruzlardan.
Mademki an itibariyle ayaktayım
hayata tutunmaktan ziyade ebediyete intikal edenlerin ardından saf tutmak
birincil vazifem.
Ölüm göz kırptıkça ve hakkaniyet
yitip gittikçe tüm çekincelerimden sıyrıldım ve nöbet durduğum şu tek kişilik
oyunda tüm nazımla ve niyazımla kavruk bir yüreğin örselenmesinden ziyade geri
dönmeyecek yiğitlerin ardından arındıkça tüm gerçeklerden hiçbir gerekçe
sunmamaya kararlıyım.
Ne ya da kim olduğum değil hayat
mücadelemde önem arz eden bilakis evimde kurulmuş iken yumuşak koltuğuma
toprağı soluyorum dünden beri. Ölüm hiç bu kadar teğet geçmemişti ki. Esip gürleyen
insan nefislerine haram kılıyorum artık uzun soluklu düşlerimi. Ne düşlerim ne
düşüncelerim ama düşkün ruhları bir avuç insanının. Heyula o boşluk gittikçe
genişleyen ve yuttukça daha da acıkan. Acımaklı bakışlarla sözüm ona burnu Kaf
dağında ne çok eşref-i mahlûkat.
Kelimeler kanadıkça ve içim dağlandıkça
ve duyarsızlık tavan yapmışken bu sefer sormaya niyetlendiğim her bir soruyu geri
çekiyorum. Geri durdukça ve geriye gittikçe adımlıyorum mayın tarlasını.
Şehit kanıyla yıkanmış bir vatanın
mademki bir evladıyım bu sefer yöneltiyorum dünden beri zihnimde devinen soruyu
cevabını bulamayacağımdan emin iken. Zira kimse yeltenmeyecek bile
cevaplandırmaya. Yine de soruyorum:’’Neden ve ne zaman kaybolduk biz?’’
Çok olmadı hani kaybolduğumuzdan bu
yana geçen zaman. Dün mü yoksa bir gün evvel mi?
Ne değişecek ki cevabı sunulduğunda
önüme?
Umarsızım onca kefaret yüklenmişken
benliklere hele ki akıtılan yaşlar.
Hicap ediyorum bunca duyarsızlığı
yüklenmişken koca bir kitle.
Esefle kınıyorum rast geldiğim
kahkahaları. Pes, dedirtecek bir vurdumduymazlık esir almışken aldırış bile
etmiyorum gündelik kaygılarım ya da çözümsüz bekleyişim sarmal halinde
merkezine yerleştirmişken beni.
Ben diye bir kavramı yitireli çok
oldu. Biz olamadığımız tekil şahıslar. Siz diye hitap edeceğim kim varsa tek
tek gözlerinizin içine bakıyorum.
Oysa her şey çok yalın. Bir o kadar
karışık ve nasıl da anlamsız. Sahi ne zamandan beri bunca anlamsızlık anlam
yüklü oldu?
Yanıyorum, yakarıyorum sadece. Elimden
gelen başka hiçbir yok zira.
Kınıyorum kınandığımı bile bile.
Kanıyorum ve kanattıkça
cümleler apışıp kalıyorum.
Neye yansam da daha da ağlasam?
Verdiğimiz kayıplar mı yitirdiğimiz
insanlığımız ve düşünme yetimiz mi?
İlla ki ters giden bir şeyler ket
vuracak hayata o da yetmiyor yıldızlar kayıyor bir daha geri dönmemek üzere.
Bunca suskunluk ve anlamsızlık akla
zarar. Neden yalıtıldığımdan ziyade neden hala iç sesimim o bitimsiz
haykırışının aralıksız devindiği ve yüreğimde baskı yaptığı.
Sorumsuzluk, sorun addedilmeyen şehit
cenazeleri hele ki babasını asla bir daha göremeyecek olan boynu bükük yetimler
ve geride bıraktıkları onca acı.
Nedendir bunca kanatılmışlık?
Ne zaman kaybolduk biz?
Zamanın ve kaderin kırılganlığından
ziyade yalıtılmış iken varlığımız ve un ufak edilmiş umutlarımız geleceğin
anlamsız seyrine odaklanmış hele ki ölüm bile muzdarip iken o vakitsiz ziyaretinden.