Duraksız bir şiirin ilk
kıtasıyım. İmgeler de isyanda ruhum da.
Cevapsız soruların istimlâk
ettiği gölgelerin vurdumduymazlığında sakınıyorum kendimi ve saklıyorum
bildiğimi ve saklanıyorum kuytu köşe.
Suretsiz ve sakil ne
varsa çok yakın. Uzak bildiğim dostlar kurnaz bir yadsımazlıkla hep ama hep
çağırıyorlar beni kucaklarına. Sığındığım ve sıdkımın sıyrıldığı üç beş
tahakkümle peyda olan bir sefillik belki de iç sesimin isyanı: Ne Tanrı’ya ne
de kullarına sadece kendime tüm serzenişim. Doğruyu arayan ve elinde başka
hiçbir şık olmayan bir varlığım varlığımın yok kılındığı ya da yokluğumun
örselendiği.
Ait olduğum ne varsa
sahip değilim hiçbir şeye.
Sahip olduğum ne varsa
ne çalıntı ne de muğlâk sadece benim öngörülerim ile şekillenmekte hayat tüm
acımasızlığı ve pervasızlığı ile külfet görünse de.
Hasat zamanı. Ekinler
biçilmeyi bekler sulanmayı bekleyen kurak toprakların nazarında soluksuz
kalmakla eş değer tüm sancısı insanoğlunun.
Olmanın bedeli var
olmanın tek koşulu ve cibilliyetsiz tüm önyargıların manifestosu belki de
kesilen fatura.
Bir yığın bir izlek
belki bir sanrı belki de yok oluş var oluşa nazire yaparcasına çalmak günden
ödün vermeden de insan olmanın tek koşulu oysa ipotekli ruhların o çalkantılı
sarmalı. Ne çok git-gel oysa ne bir med-cezir görünmezin sancısı ne de yer
çekimi hâkim şu söylencede insan olmanın bedeli olsa da verilmeyen paye.
Kılıksız bir yalanın
girdiği ne çok kılıf hürmeten kadere yok saymak kadar akla zarar onca öğreti.
Mimlenmişken mil çekilmiş gözlerin sönmüş feri belki de tek delil ne de olsa
gözlerin hutbesi aslında yüreğin ses ettiği tek çağrışım belki de yayılan dalga
dalga hatta üstünkörü bir üslup ile ses etmeden beklemek bir köşede, bir
sokağın başı ya da vardığınız son durak yayan rehin verdiğiniz onca düş hibe
edilmiş iken.
Kılı kırk yardığım her
bir metin bir ibadetmişçesine sıraya koyduğum yine de dönüp dolaşıp yeniden
başladığım o hikâye her okuyuşumda farklı bir son olacağını beklentisi ile
şekillendirdiğim hikâye kahramanları her biri adsız ne de olsa ve ruhları
engebeli yüreklerini yitirmiş olmanın bedeliymişçesine sorgularken
rastladıkları yürek maliklerini.
Temkin arz eden bir
dokunuş kadar yerinde mi yoksa edindiğiniz her bir izlenim ya da yokluğunu
hissettiğiniz bir duygu mu güvene şart koştuğunuz ne ise. Sözcüklerin telaffuzu
kadar sıradan aslında yürek sesi bu yüzden o iş birlikteliği her daim tek
maruzat sergilediğiniz düş ötesi varsıl hâkimiyetlerle üstün gelme gayreti iken
iştigal ettikleri. Sadece onlar sadece siz ya da biz belki de ben hatta sen
yoksa hiç kimse mi…
İstediğiniz kadar
tereddüt edin ve ses etmeyin ne olacağa engel olabilirsiniz ne de hâkim
kılabilirsiniz dengeyi çoktan yitip gitmiş iken hele ki ekseni kaymış bir
dünyadan mı medet umuyorsunuz?
Kolay olsa gerek geride
bırakmak yine de zoru seçmek ilk şık. Günün döngüsü belki rast geldiğiniz o
dönence haberi dahi olmaz iken muhatabınızın sağır sultan bile duymuş iken.
Hadi medet umun hadi dokunun ya da çekin gidin demek mi tek meziyet?
Sitemler duyuyorum,
insanlar tanıyorum aslında hiç var olmamış ve varlığımı her yeni gün
sorguluyorum ve anbean Tanrı’ya daha da yaklaşıyorum. Var olduğunu biliyorum
görmesem de bu yüzden seviyorum O’nu çünkü yoksun kılmıyor beni yoklukla da
imtihan etmediği için ve benzemediğim için eşrafıma daha da kıymete biniyorum
ve daha da kıymete binmekte hayat.
Pes etmek düşse de
payıma asla bu kötülüğü kendime yapamam.
İstifli önyargılar
nasıl da öbek öbek ama bir o kadar donanımlı ve biçimlendirdiğim ruhum
fazlasıyla müsrif. Kıyamadığım cümleler vardı sandığımda sakladığım çeyiz
misali. Kaybetmediğim hayallerim zaten birikmekte çocukluğumdan bu yana. Yüz
görümlüğü düşlerimi asla kaptırmam hoyrat ruhlara.
Acı’nın büyüttüğü bir
çiçeğim belki de hatta küçük bir serçeyim her an tetikte ve tedirgin. Kocaman
kuşlar peyda olsa da hakkım olan ekmek kırıntılarına göz diken korunaklı bir
dünyanın ilk ve son maliki olarak sadece şükrediyorum zarar vermediğim için. Bu
yüzden zarar görmek fazla da umurumda değil.
Ne bir dışavurum ne de
bir çöküş sadece bir yakarış Tanrı’nın görmezden gelmediğine kani olduğum.
Satırlarım ne çalıntı ne de mutsuzluğun beyanatı çünkü hiç olmadığım kadar
mutluyum.
‘’Nasıl yaşadımsa öyle
öleceğim, kenar mahallenin birinde, bir eskicide, alıcısı bulunamamış
mektuplara düşülmüş notların arasında kiloyla satılacağım.’’(Alıntı)
Yine de biliyorum ki
mektuplarım sahipsiz kalmayacak çünkü özel ulaklı her biri ve benliğimin bir
izdüşümü her ne kadar sakil ve sefil addedilse de kimince.
Muğlâk yaratıları ile
nöbette kim varsa ne hâkimim ne de hükmündeyim haricimdekilere. Çünkü sahip
olduğum hiçbir şey yok bu yüzden hiçbir şeyin savunmasını yapmıyorum ve asla
sahip olamayacağım hiçbir hayali kıskanmıyorum da. Bilmediğim ve haz etmediğim
tüm menfi duygulara uzağım aşk’a olan inancım ve bağlılığım kadar.
Edindiğim hiçbir
izlenim ne varlığımın uzantısı ne de üzerime düşen gölgelerin sunduğu bir
aykırılık zira aykırı olan tek öğe benim yadsıyamadığım varlığı aşk’ın bana her
dokunuşunda yıldızlara ulaşmamı sağlarken.
Sevdiğim ne varsa
sevilmediğim tarafınca ve tüm isyanına karşı insanoğlunun hiçbir izlek beni
yansıtmıyor iştigal ettikleri tüm önyargılarla bu yüzden havanın
sessizliğindeki tek gösterge içimdeki yaşattığım tüm güzellik ve Tanrı’nın tüm
sunumu inandığım ve tek güvendiğim. Nasıl israf edebilirim ki bunca güzelliği ve
sevgiyi…