Hiçliğe mukabil bir
yadsımazlıkla döndü sırtını. Hicap etse de mecburdu ve kırdı dümeni sona ramak
kala.
Tutulmuş dilinin son
raddesi iken o saklı kelime susmayı becermişti ya. Hele ki kanarken en derin
yara yar bildiği o bilinmezlik mabedini uzak tutarken biliyordu ki yar
kelimesini yanlış kondurmuştu.
Ağır bir külfetti ve
ağır bir kütle gerçeğe tekabül eden o yorgun beden hele ki isli gözlerini de
kattı mı iyice belli ediyordu berduşluğunu.
Nükseden ne varsa düne
dair yüksünmeden bir bir yâd ediyordu. Fazlasıyla komikti içine düştüğü hal bir
o kadar saçma bir yoksunluktu görmediğine dair geliştirdiği o kör hikâye.
Kıyısından bucağından
dokunmaya çalışmıştı lakin tutarsızlığı illet edinmişti bu garip mizaçlı aşk o
her ne kadar kendine itiraf edemese de.
Tanımı da tınısı da
asılsızdı ve fazlasıyla yoksundu gerçeklerden yalan bilse de ya da tüm
yalıtılmışlığından hayat asla yeni bir şans vermeyi reddederken.
Kanıksa da yol da verse
mecburdu geriye dönük bir hikâyenin asla mutlak bir nihayete kavuşmayacağına
geliştirdiği inancı kabullenmeye.
Duraksadı bir an ve
deri bir nefes çekti ciğerlerine. Gönlündeki sis geceye ortak olmuştu gecenin
karası yüreğine ve yokluğun yükü varlığını tek bir terennümden alıkoyarken.
‘’Hey gidi hey’’ diye
mırıldanırken kendi kendine eliyle koymuş gibi buldu gideceği istikameti.
‘’İşte’’ dedi.’’Onu ilk
gördüğüm yer.’’
Bir yandan da kızıyordu
içine düştüğü duruma sebep olan o ıssız ve gizemli kadına.
‘’Ne yani şimdi yeniden
bir yıl öncesindeki o romantizmi mi yaşayacağım gecenin kör vakti. Kesin
ışınlanacağım o güne ve kös kös gülecek kader bana.’’
Etrafta kimselerin
olmamasını kar bilip sokağın ortasında çöktü yere ve evindeymişçesine bağdaş
kurdu.
‘’Ne güzel olurdu şimdi
yanımda olsan. Uzun uzun bakardım gözlerine sen de sitem ederdin bana. Sonra
susardık saatlerce zaman da susardı evren de…’’
‘’Hele ki bir ömür
susmuşken varsın yine susayım hem konuştum da ne oldu ki?’’
Yılların yorgunluğunu
fazlasıyla yüklenmiş olmaktı belki de suskunluğuna dayanak teşkil eden.
Fazlasıyla fütursuz olduğu zamanlar olmuş olsa da hicap yüklü idi yaşadığı
hayattan. Kimse ona asla bir fırsat tanımamıştı. Aslında o da kimseye her hangi
bir şans vermemişti.
Kırık bir lehçe idi
aslında peşine düştüğü ve uzun soluklu bir gidişti milat bildiği.
Geçici bildiği o
ayrılığın ebediyete intikal eden bir hatıra olacağına henüz hükmetmemişti henüz
almamışken haberini yoksunluğuna mezar olacak.
Kılı kırk yarsa da ömür
boyu artık hiçbir teferruat önem arz etmiyordu pervasızlığın kıyısında
düşmüşken yolu aşka. İzafi bir teori idi öncesinde aşk henüz mesken kılmamışken
hidayet yüklü gizemli kadını.
Tesadüfen kesişmişti
yolları kadınla: Belirsiz bir zamanda ve rast gele bir mekânda. Hatta
tanışıklıklarının ilk dakikalarında pek haz etmemişlerdi birbirlerinden ve
kibar yollu bir söz düellosu yaşamışlardı o lüks restoranın girişinde. Her
ikisi için aynı masaya rezerve yapılmıştı. Ya biri feragat edecekti ya da aynı
masayı paylaşacaklardı gece boyu. Yorgun bir günün kıyısında ikisi de bu
tevazuu göstermemişti ve mecburen aynı ortamı paylaşmışlardı. Girişken bir adam
olduğunu iddia etse de kadını yanında dili tutulmuştu ki oldukça da kaba
davranmıştı gerginlikle savunmasını sunarken garsona. Derken laf lafı açmış ve
kırk yıllık dostmuşçasına saatlerce sohbet etmişlerdi. Gecenin menüsü idi
temeli atılan dostluk ve aperatif idi gecenin bitiminde kadına yönelttiği o
reveransla evinin adresini verirken.
Tuhafına gitmişti
oysaki kadının ve göstermişti tepkisini:’’Gereksiz bir ayrıntı adresinizi bana
ifşa etmeniz. Yolumun düşeceğini sanmıyorum.’’
Gülmüştü adam pişkin
pişkin:’’Belli mi olur gizemli bayan?’’
Kadın arabasına
yönelirken kibarca sıkmıştı elini adamın:’’Keşke zamanım olsaydı da sizi
yakinen tanıma fırsatı bulsaydım.’’
‘’Zamandan bol ne var
hanımefendi yeter ki siz saptayın bana ayıracağınız zamanı.’’
‘’Keşke mümkün
olsa’’demişti demesine de adam duymamıştı fısıltı yüklü cevabını.
Kederli bir yüzü vardı
kadının ve fazlasıyla soluk bir teni her ne kadar duyduğu iltifatlarla
pembeleşmiş olsa da yanakları.
Gecenin karanlığına
sürmüşlerdi hayallerini ayrıldıktan sonra.
Adam lanet okumuştu
kendine gecenin bitiminde. Adını bile esirgemiş bir kadından ne bekliyordu ki
yetmezmiş gibi kendine dair ne var ne yok bir bir sunmuştu kadın büyük bir
heyecanla dinlerken. Tek bildiği adamın hayatında gördüğü en güzel gözlere
sahip kadının kimliksizliği idi.
Yine geçmişi yaşıyordu
bir yandan elindeki kâğıda odaklanmış bilmediği bir adresi gecenin kör vakti
ararken.
Sokak isminden ibaret
bir adresti elindeki ve bir de adsız bir bina numarası vardı tek detay iken
sunulmuş. Mademki şahsına gönderilen bu adresin sahibi o gizemli kadındı
razıydı fellek fellek aramaya.
Bir not düşülmüştü ek
olarak:’’Adımı öğreneceksin yeter ki adresi bul ve bana asla kızma. İnan ki
böyle olsun istemezdim.’’
‘’Elbet vardır bir
bildiği belli ki o da unutamadı o muhteşem geceyi. Bir yıl beklediğime değecek
biliyorum.’’diye de içi içini yiyordu yürürken.
İşte bulmuştu sokağı ve
o isimsiz bina numarası tam da karşısındaydı. Bir hastane idi karşısındaki bu
devasa bina ve gece karanlığında bir heykel çarptı gözüne. Bir kadın büstü idi
hastane girişindeki ve seçememişti gece karanlığında. Kalbi deli gibi atıyordu.
‘’Hasta olduğunu
söylemedi bana. Demek ki bu yüzden gizledi kimliğini.’’demesine kalmadı ki
yanına yaklaşan güvenlik görevlisi ile göz göze geldi.
‘’Acil girişi arkadan
efendim.’’
‘’Yok, yok ben acile
gelmedim aslında birini arıyorum,’’demesiyle buz kesti vücudu gözlerini
alamazken büstün üzerinde yazanı gördüğünde:
İşte karşısındaydı o
gizemli kadın, olanca güzelliği ve asaletiyle ve adını da öğrenmişti geç olsa
da:
‘’Merhume Şeyda
Sönmez’in anısına.’’