Gece
olmuştu. Sami Emekli İstanbul'a, doğum yapacak kızlarının yanına giden kadim
dostu Kamil Oğuz Mangırcıklıoğlu'nun arabası ardından bir maşrapa su döktükten
sonra evine döndü. Evin avlusundaki indirmede ezik bir bekâr hayatı sürdüren
kayınçosunun evinde aydınlatma ışığı halen yanmakta olduğundan, onun henüz
uyumadığını anlayarak kapısını çaldı. Buradaki kapı çalmak deyimi, çalma
elin kapısını, çalarlar kapını atasözünde söylenildiği gibi birisine kötülük
yaparsan karşılığında kötülük görürsün anlamına veya 'bu emekli maaşlarıyla
geçinemiyoruz, pek çok saygı değer cumhur reisim, lütfen bir emir veriniz de
maaşlarımıza zam yapsınlar,' diyerek birine başvurmak anlamına veyahut bir
isteğimizin yapılmayacağı, yersiz sayılacağı bir yere başvurmak, yani yanlış
kapı çalmak anlamına veyahut da kapıyı kimseye
haber vermeden söküp götürmek anlamına gelmiyordu. Buradaki kapı çalmak,
içerdeki şahsa "kim o?" diyerek evine gelenin kim olduğunu sorması
için, işaret parmağını kıvırdıktan sonra eklem yerindeki kemikle kapıya vurmak
anlamına geliyordu. Koskoca Açık Öğretim Fakültesinden mezun iktisatçı İlyas
Sayli, 'kapı çalmak' deyiminin burada, işaret parmağını kıvırdıktan sonra eklem
yerindeki kemikle kapıya vurmak anlamında kullanıldığını elbette ki biliyordu.
Bilmediği, gecenin bu saatinde kapısını çalan görgüsüzün kim olduğuydu. Bunu da
öğrenebilmek için, içerden, "Kim o?" diye seslendi.
Görgüsüz adam, pardon;
Sami Emekli, "benim kayınço, benim; aç hele şu kapıyı!" diye
seslendi. İlyas, kapıyı açar açmaz içeriye mutluluk nidalarıyla dalarak,
"müjdemi isterim kayınço!" diye bağırdı.
Onu, "sus! Bağırma
deli dana gibi! Komşular rahatsız olacak," diyerek azarlayacak Elezer
yenge burada değildi, onun için azarlanmaktan bu defalık yırttı.
İlyas Sayli kapıyı
örterek onun peşinden odaya girdi. "Ayşe benimle evlenmeye razı mı oldu
yoksa?" diye sordu.
"Yok! Henüz kabul
etmedi, kayınço! Onu, benim beş bin kayme başlık parasını verdikten sonra kabul
edecek..."
"Beş bin lirayı
cebinde bil enişte!" diyerek masa üstündeki banka formlarını eline alıp
ona gösterdi."Bak, kredi için formları doldurdum. Yarın götürüp teslim
edeceğim."
Formları onun elinden
alıp inceleyen Sami Emekli, "on bin kayme çekiyorsun he? Aferin!
Aferin!" dedi.
"On bin lira yeter
mi bilmem... Bir ev bulup içini döşemek tuzluya mal olacak..."
Sami Emekli, birden,
"hah işte!" diye haykırdı. "Ben de sana onun müjdesini vermeye
geldiydim kayınço! Önümüzdeki bir sene için sana eşyalı, dayalı döşeli bir ev
buldum. Bir sene boyunca kendi eşyalarını yavaş yavaş düzersin artık!"
İlyas Sayli, bu büyük
müjdenin sevinciyle, sevinç gözyaşları dökmeye başladı. "Allah'ıma
kitabıma sen peygamber gibi adamsın be enişte! Bunca iyiliği yapıyorsun ya
bana, Allah tuttuğun her şeyi altın etsin!"
Sami Emekli, edilen
duaya yine itiraz etti. "Tövbe tövbe, de kayınço! Bu hayır duanın
kerametinden çok melaneti olur bana! Anlaşmıştık ya seninle? Hani, vücudunun
dışında tuttuğun her şey altın olsun, diyecektin?"
"He enişte; kusura
bakma, unutmuşum! Allah, vücudunun dışında tuttuğun her şeyi altın etsin,
inşallah!
"Âmin! Âmin!"
Nerede ev enişte?"
"Burada, hemen iki
sokak gerimizde... Sahibi, İstanbul'da kızının doğumuna gitti, bir sene orada
kalacak. Bana rica etti, yedi yüz elli bine bir kiracı koy içine, diye; girmek
isteyen çok var ya, ben senin için düşündüm."
"İyi de enişte,
ayda yedi yüz elli lira kira çok gelir bana..."
"Eşyalı olduğu
için biraz yüksek tabii..."
"Dört yüz filan
olsaydı hemen tutardım ya, yedi yüz olunca iş değişir. İki bin lira maaşla hem
kredi taksiti öde, hem kirayı öde, hem geçin... İmkânsız... I-ıh!"
Sami Emekli kayınçosuna
iyilik yapmayacaktı da, bana mı yapacaktı? Kayınçosuna hemen iyilik yaptı.
"Tamam, tamam, sen yabancı değilsin, dört yüz olsun mademki! Ev sahibi
ahbabım olur, derim ona kayınçomu soktuğum için kirayı düşürdüm diye... Bi'şi
demez bana!"
İlyas Sayli, işte bu
iyiliğin karşısında direnemezdi artık! Gözlerindeki yaşları salıvererek,
"sen peygamber gibi adam değilsin, gerçekten de peygambersin enişte!"
"Estağfurullah!
Öyle deme, günah olur, sonra! Sonra... Küçük bir ayrıntı var kayınço!"
"Ne kadar
küçük?"
"Dört bin sekiz
yüz liracık kadar! Ev sahibi, bir senelik kirayı peşin istedi de..."
"E, olur...
Krediyi ev için çekiyordum zaten!"
*
İlyas Sayli, evi önünde
küçük kuzuyla sohbet etmekteydi.
"Eniştem, Ayşe'nin
benimle evlenmeyi kabul etmediğini söyledi. Sen söyle Allah aşkına kuzucuk!
Beni ne yapsın bu üç kuruş maaşla? Değil mi?"
Balkonda oturmakta olan
Ayşe onun kuzuyla yaptığı bu sohbeti dinlemeye başladı.
İlyas Sayli, kimsenin
görmediğini ve işitmediğini sanarak konuşmayı sürdürüyordu.
"Şimdi, çıksam
karşısına, desem ki, seni seviyorum... Diyemem ya, desem ki, benimle evlenir
misin? Diyemem yaYok ki bende o yürek!? Haydi diyelim söyledim. Haydi diyelim,
o da kabul etti. Etmez ya, etti diyelim... Neden kabul eder? Elezer yengesinin
zulümlerinden kaçmak için eder. Çaresiz olduğu için eder... Değil mi? Yok...
Yok... Bunlar için bile etmez. Kendimi kandırmamalıyım... O kadar güzel, o
kadar iyi yürekli bir kız, benim gibi bir çirkini ne etsin, değil mi kuzucuk? O
daha iyi, daha yakışıklı, daha zengin kısmetlere layık, ne yapsın beni, değil
mi?"
O anda hemen arkasında
Ayşe'nin sesi duyuldu. "İlyas!"
Daha iki, üç dakika
önce balkondayken buraya -bu öykünün yazarına bile görünmeden- nasıl gelmişti,
hayret!
Sese doğru dönen İlyas,
"Ha? Sen burada mıydın?" diyerek şaşırdığını belli etti. Bu gereksiz
bir soruydu, çünkü orada olduğu görülüyordu zaten!
Ayşe, onun bu aptalca
sorusu yüzünden, onun bir aptal olduğunu düşünse de, evlendiklerinde aptal bir
adamı idare etmek, akıllı bir adamı idare etmekten daha kolay olacağına karar
vererek, gidip yamacına oturdu ve "Benimle evlenir misin İlyas?" diye
sordu. Öyle ya, bu soruyu İlyas'ın sormasını bekleseydi bir kız kurusu olarak
yaşlanıp gidecekti. "Çaresizlikten, Elezer yengemin zulmünden filan değil,
senden hoşlandığım için evlenmek istiyorum seninle... İnan ki! İstersen Sami
dayımın ve Elezer yengemin başı üstüne yemin edeyim."
İlyas Sayli, bu soruya
cevap veremedi; sadece, Ayşe'nin boynuna sarılıp ağladı. Bu hareketi aslında
sözlü bir evetten daha anlaşılır bir evet demekti.
İlyas
Sayli'nin her zamanki davetsiz misafiri,
paranın kokusunu alır almaz ziyarete gelmişti. Aralarındaki konuşmaya
kulak verdik mi, olup biteni anlarız:
"İki yüz
lira masraflara kestiler, kaldı dokuz bin sekiz yüz. Şu beş bin başlık parası.
Şu dört bin sekiz yüz lira da evin bir yıllık kirası. Kredi tam sana borcuma
denk geldi enişte; artık nikâh masraflarını da sen görüverirsin, değil
mi?"
"Yok
kayınço! Nerde bende para? Allah seni inandırsın, meteliğe kurşun atıyorum...
Maaşına denk getiririz nikâh gününü, olur biter!"
"Başlık
parası beş bin, ev kirası dört bin sekiz yüz lira, Salon
parası
beş yüz, yüz kişilik yemek iki bin beş
yüz, evlenme öncesindeki kıyafet ve takı giderleri üç bin, bir haftalık balayı
bin beş yüz, fotoğrafçı üç yüz, ıvır zıvır iki yüz, yatak odası dolap, komodin, büfe, tabure,
sandalye, yemek masası, televizyon, buzdolabı, fırın, çamaşır makinesi, bulaşık
makinesi, fritöz, su ve elektrik tesisatı, perde, perdeyle uyumlu halı, salon
koltuk takımı, çift bazali yatak,
yatak başlığı, ecza dolabı, pimapen, laminant parke veya mineflo döşeme, beş
artı bir ses sistemi, devede pılayer, ayaklı lamba,
devede rafı, kumanda koyacağı, domates soyacağı, porselen yemek takımı, bardak
takımı, kahvaltılık, amerikan servis, kirli çamaşır sepeti, telefon,
kapı-kilit, kablo toparlayıcı, çamaşır asma kiti, perde sıkıştıracağı, hede
hödü tutacağı, tefal mutfak robotu, boş süpürge, fakir halı yıkama makinesi, arzum mikser, elmayı dörde bölücü aparat, diş bakım seti, tıraş seti, deniz kabuğu yüzeyi şekline bezenmiş klozet kapağı, aidat makbuzu, askılık,
terlik, banyo terliği, bornoz, jaluzi, su ısıtıcı,
vidalama seti, darbeli matkap, dübel ve bunun gibi gerekli eşyalarla ev düzme sekiz bin, yani bu uzun hesabın
özeti enişte, senin yeğeni düzmek bana toplam yirmi altı bin liraya mal
olacak... Birden moralim bozuldu be yahu! Yok enişte, yok! Ben en iyisi mi
senin yeğeni değil de, gidip kendimi düzdüreyim... Ver benim paralarımı!"
"Dur!
Ne yapıyorsun kayınço? Kafayı mı sıyırdın sen evladım? Gidip başkalarına
düzdürmene gerek yok kendini, ben güzel güzel düzüyorum seni, merak etme sen!
Hem nereden çıkartıyorsun bu saçmalıkları, yemekmiş, eşyaymış...?"
"Bilgisayardan...
Gogula evlilik masrafları, diye sor, sana sıralayıversin hepsini..."
"Hay
senin goguluna! Ulan geri zekâlı, Ayvalık'ta akraban, hısımın mı var senin de
yüz kişilik salon, yemek filan hesaplıyorsun? Bir ablan var, bir de ben; bizi
de bir çorbacıya götürdün mü al sana yemekli düğün..."
"Öğle
deme enişte! Daireden arkadaşlarım var en az yirmi kelle, yirmi kelle de
eşleri, eder kırk kelle; e bir de çocukları filan..."
"İstersen
bir de Ayvalık'a gelen Yunan alışverişçileri davet et! Ulan oğlum, başlarım
senin dairendeki memurlarına! Onlarla çalışmaya başladığın daha kaç gün oldu
şunun şurasında? Ne işleri var senin nikâhında? Hem sana hazır dayalı döşeli ev
tuttuk ya, bir sürü ev eşyası listesi de ne oluyor? Onlar sonraki şeyler...
Taksit taksit tamamlarsın onları. Nikâh dairesine başvuru masrafları, bir
saatliğine gelinlik kiralayıp bir kuaförde saçını başını yaptırıp üç beş fotoğraf
da çektirdin mi, tamam. Yeter ki, aybaşına denk getirelim nikâh gününü, senin
maaş evlenmene yeter de artar bile! Akşama ablanı alır bana kızı istemeye
gelirsin. Hadi, lokum paran da benden olsun; al şu onluğu da, git bir kutu
lokum yaptırıp gel! Kız istemeye elin boş gelirsen ayıp olur... Bu kıyakçılığımı da unutma! "
"Sağol
enişte! Allah..."
"Dur!
Sakın, Allah tuttuğun her şeyi altın etsin, deme gene!"
"Niye
ki?"
"Ulan
oğlum manyak mısın sen? Çişimi ederken tuttuğum şey de altın olursa ne halt
ederim ben bir daha? Her çişimi diyaliz makinesine mi ettireceksin bana? Ezan
vakti geliyor. Hadi, ben camiye geç kalmayayım..."
*
Akşamki kız isteme
töreni pek bir monoton geçmişti. Kurguladıkları törende Sami Emekli ile Ayşe
kız evi olmuş, Elezer Hanım ile İlyas da kızı istemeye gelmişlerdi. Kendi
aralarında tertipledikleri bu eğlenceden sonra İlyas Sayli'nin incik
boncukçudan aldığı altın suyuna bandırılmış nişan yüzükleri de takılmıştı.
Sami Emekli, elbette ki
bu uydur kaydır nişan merasimi yüzünden namaz vaktini kaçıramazdı! Namaz
vaktini kaçırmak kadar pahalıya mal olacak bir şey daha olabilir miydi?
"Ben namazımı kılıp da geleyim. O arada siz lokum yiyin. Hadi, hayırlı
olsun gençler! Allah tamamına erdirir inşallah!" diyerek içi makbuz dolu
James Bond çantasını kaptığı gibi camiye koşturdu. Onun varlığı da, yokluğu da
yok hükmündeydi.
"Bak,
Allah garibin yuvasını kuruverdi. Ayşe ile evleneceksiniz nihayet?" Elezer
ablası, kardeşi tohuma kaçmayacağı için ne kadar çok sevinse de dönme
dolabından mahrum kalacağı için kara kara düşünmeden de edemiyordu."Kara
kara düşünmeden edemiyorum. Sayende evin üstümdeki yükü hafifleyiveriyordu kız
Ayşe, sen gidince bu koca evin işleriyle nasıl başa çıkacağım ben?"
diyerek hayıflandı.
Ayşe
hiç kıyabilir miydi yengeciğine? "Ben hiç kıyabilir miyim sana yengeciğim?
Evimiz hemen iki sokak ötede, her gün koşar gelirim ben yine," dedi.
İlyas
Sayli, ajitasyon yapmak uğruna, "zaten parasızlık yüzünden bir seneden
önce evlenemeyiz biz," şeklinde bir cümle kurdu. "Beş parası olmayan
adamın evlenmeye hakkı yok ama ve lakin bu bekârlık da canıma tak etti!"
Ayşe,
"ah, ah! Benim de, benimde," diye iç geçirdi.
Elezer
abla gençlerin bu kuduruk haline çözüm üretmeye and içti. "Sizin başınızı
ben bağlayıvereceğim. Bunun için namusum ve şerefim üzerine and içerim,"
diyerek yatak odasına gitti. Az sonra döndüğünde, elinde birkaç deste banknot
vardı. Onları kardeşi İlyas'a teslim etti. "Burada bir kaç deste halinde
banknot var kardeşim. DİE'nin TÜFE hesaplanmasında kullandığı dört yüz on kalem
malı satın almam için eniştenin verdiği paralardan tırtıklayarak biriktirdim bu
on bin lirayı. Al, gönül rahatlığıyla harca ve bir an önce bu kudurukluktan
Ayşe'yi de, kendini de kurtar!"
İlyas
Sayli, onun bu jestinden dolayı çok duygulandı. Bunu, "Senin bu jestinden
dolayı çok duygulandım ablacığım," diyerek belli etti. "Allah razı
olsun! Allah tuttuğun her şeyi altın etsin inşallah!"
"İnşallah
kardeşim, inşallah! Özellikle de eniştenin vücudundan tuttuğum şeyleri..."
Parayı
bulan İlyas ve Ayşe, aynı hafta içinde nikâh muameleleri de bitince, nikâh memurunun
önüne oturup evlendiler.
Evet! Evet! Nihayet
olmuştu bu evlilik... Bu öykünün yazarı olarak bendeniz, genç çifte ömür boyu
mutluluklar dilerim. Siz saygıdeğer okurlarım da bir âlicenaplık ederek tıpkı
benim gibi, genç çifte ömürleri boyunca mutluluklar dilerseniz, bunu aşağıdaki
yorum bölmesine yazarak belirtiniz lütfen...
Nikâh merasiminden
hemen sonra, fedakâr enişte Sami Emekli onları, onlar için buluverdiği evlerine
soktu. "E, evlendiniz artık, bu gece kendi evinize taşının! İşte koskoca
ev! Güle güle oturun! Tamam mı?"
Sağ ol eniştem, Allah
senden razı olsun! Allah, tuttuğun her...".
Sami Emekli, korkuyla
atıldı. "Vücudunun dışında kayinço...!"
İlyas Sayli, duasını
düzelterek tamamladı. "Vücudunun dışında tuttuğun her şey altın olsun!
"Amin!"
*
Altı ay sonra:
Kamil Oğuz
Mangırcıklıoğlu, bir elinde muhterem eşi, Nurten Koş hanımefendinin eli, diğer
elinde uzun, zarif bacakları, ince, uzun beli ve iri kanlı dişleri birer süngü
ve kasaturayı andıran devasa bir dobermanın kayışı bulunduğu halde
arabalarından inip evlerine yöneldi. Kapıya ulaştığı an Nurten Koş
hanımefendinin elini geçici bir süre için bırakarak, boşa çıkarttığı o eliyle
cebinden anahtarlığı çıkartıp evin kapısını açtı. Hiçbir zaman unutmamak
gerekir ki, Allah gümüş kapıyı kaparsa altın kapıyı açar ve altın anahtar her
kapıyı açar. Ayrıca, borçtan korkan kapısını büyük açmaz. Yine, deveci ile
görüşen kapısını yüksek açmalı. Evet, bu atasözlerinin olayımızla bir ilişkisi
yok; sadece öykünün yazarı tarafından, öykünün okurları onun ne kadar kültürlü
bir adam olduğunu öğrensinler diye yazıldılar.
Açtığı kapıdan Kamil
Oğuz Mangırcıklıoğlu, Nurten Koş hanımefendi ve doberman iti birlikte girmeye
kalkışınca kapı aralığında sıkışıp debelenmeye başladılar. Doberman dudaklarını
gererek dişlerini gösterdikten sonra bir adet "hır!" sesi
çıkarttığında önce Kamil Oğuz Mangırcıklıoğlu, sonra da Nurten Koş hanımefendi
birer adım gerileyip doberman itine yol verdiler. Daha sonra, kendileri de
girerek üstlerindeki kıyafetleri çıkartıp pijamalarını giyinmek üzere yatak
odasına daldılar. Fakat, o ne! Onlara ait olması gereken yatakta, gece uyumadan
önce çırılçıplak sevişen, seviştikten sonra öyle çırılçıplak uyuya kalan, uyku
halindeyken de üstlerindeki battaniyeyi tepikledikleri için, şu anda anadan
üryan, sere serpe yatmakta olan çok çirkin bir adam ve çok güzel bir kadın
yatmaktaydı. Kamil Oğuz Mangırcıklıoğlu, bu manzara karşısında çok sinirlense
de susmayı başararak yataktaki çıplak kadını röntgenlemeye başladı. Nurten Koş
hanımefendi onun bu donmuş gibi hareketsiz haline bir anlam veremedi.
"Kamil, ne
duruyorsun? Sinirlenerek, kalkın ulan yatağımızdan, diye bağırsana!"
Kamil Oğuz
Mangırcıklıoğlu, bu ikaz üzerine mecbur kaldı bağırmaya:
"Kalkın ulan yatağımızdan!"
Zavallı İlyas ve Ayşe,
bu çığlık üzerine korkuyla yataktan fırlayıp üryan hallerini çarşaf, nevresim
ve battaniye gibi şeylerle kamufle etmeye çalışarak, karşı atağa geçtiler.
"Namahremimizde ne
işiniz var ulan sizin!"
Onların bağrışmasından
rahatsız olan doberman iti içeriye girdi; baktı insanlar kendi aralarında
bağrışıyorlar, ne halleri varsa görsünler, diye düşünerek gitti.
Kamil Oğuz
Mangırcıklıoğlu, "asıl sizin bizim evimizde ne işiniz var?""
"Biz bu evi
kiraladık."
"Benim evimi
kimden kiraladınız ulan?"
"Eniştemden..."
"Kimmiş senin
enişten?"
"Yahu sen buranın
anahtarını Sami Emekli'ye verip, bir seneliğine kiraya ver demedin mi?"
"Ben Sami'ye mi
demişim?"
"He ya! Üstelik
bir senelik kira tutarını da peşin istemişin!"
"Ben?"
"Sen!"
"Ulan Sami!"
diyerek evden fırladığı gibi Sami Emekli'nin kapısında soluğu alan Kamil Oğuz
Mangırcıklıoğlu, onun kapısını tekmeleyerek çalmaya başladı. "Ulan Sami!
Ulan Sami, aç kapıyı!"
Kapıyı açıp da ağzından
köpükler saçarak üstüne saldıran Kamil Oğuz Mangırcıklıoğlu ile karşılaşınca
Sami Emekli, kadim dostunun bu ani dönüşüne çok şaşırdı. "Vay Kamilciğim,
sen nereden çıktın böyle? Bir sene sonra bekliyorduk seni. İnsan dönüyorum diye
bir telefon etmez mi yahu! Karşılamaya gelirdik seni!"
Kamil Oğuz Mangırcıklıoğlu,
kendisine sarılıp yanaklarından öpmeye çalışan kadim dstunu üstünden
itekleyerek, "çek o pis ağzını yanaklarımdan!" diye bağırdı.
"Ne oldu? Niye
erken döndün Kamilciğim, kızın kovdu mu? Niye geldin?"
Kamil Oğuz
Mangırcıklıoğlu, "Kes laf kalabalığını ulan! Bu ihanetinden sonra
arkadaşım filan değilsin artık! Gözüm görmesin bir daha seni!" diye
söylenerek uzaklaştı, gitti.
Sami Emekli, onun
arkasından, "ama Kamilciğim, bu kadarcık şey için küsüşür mü insan? Çok
ayıp," diye söylendi.