Mantık dışı olası o
edimin yansıttığı kadar yüzeysel olsa keşke varlıksız mefhumların kıyısında
biriktirdiğim ve dilediğim dilediğimden de öte o serzeniş yüklü yüklendiğim
hatta avuç avuç sakladığım ötelenmiş arsızlığım iken aşka meyleden şu dokunuş
sezilerimi alt üst eden.
Tüm sessizlik en derin
çığlıktan da öte.
Sitem yüklü mizaçlar
fazlasıyla örselerken korunağımdaki o ılıman rüzgâr bir oradan oraya
sürükleyen. Görüntüye aldanma sen sancılı bir varlığın doğum öncesi
tedirginliğinde saklı aslında kuru gürültü.
Sızarken nifak
tohumları kopan kaçıncı çiçek belki de solgun gökyüzünde saklı o muğlâk gök
gürültüsü ha koptu ha kopacak derken fırtına öncesi sessizliğim saklı tuttuğum
adın gibi yokluk gibi son gibi ama başı bile olmayan bir hikâye nasıl son bulur
ki varlıksız notalar çalarken o nakaratı gizil bir tedirginliğin yüklemsiz
heyecanı kadar sıcak bir mihrap uzağında kalamadığım hatta düşkün kılındığım
yoksul cümlelerin niyazı kadar içten ve alev alev.
Riyasızım ve bedelsiz
ve meskensiz ithamlarla yüklü bir mizaç tefekkürde iken alabildiğine yol
bildiğim dualarda saklı tüm yoksunluğum yoksulluğumu hor görenlerden uzak bir dergâh
benimki ıslandığım ve ıskaladığım yine de kopamadığım o zincir tamamen istem
dışı olsa da.
Rağbet ettiğin ne ise
tanımsız tarafımca ve her ne ise sakladığım yine Yaradan’ın nazarında tüm
yoksunluğumu bir anda muğlâk bir sancıyla var kılan aşk gibi belki de ya da
ılık bir dokunuşu meleklerin korkmadığım ne varsa ama yalıtıldığım ve
yansıttığım hece hece.
‘’Duygular fora’’
dediğim gün doğdum ben ve milat bildim sıfatsızlığı ben irdelerken kimliksiz
sıra dışılığımı ve sıraya koydum günbegün bir yandan yağarken rahmet ıstırabımı
yok bilen bir tahakkümdü altı üstü ama kılı kırk yardığım mecalim tükenmeden
belki de sığındığım o ağaç kovuğu yalıtılmış iken dünyadan yine de kopamadığım
ve görmezden gelindiğim gün gibi aşikâr yüceltirken her fani egosunu ve
sarmalında hicap etsem de ses dahi etmediğim.
İster düş de ister gerçek
istersen gülüp geç ya ben…
Son bildim bileli
geceyi başladım yeniden saymaya bir yandan sağalttığım o demli yalnızlığım
sakil bir günün bilinmezinde satır yaptığım her saat başı ve düşlerim
eksildikçe telaşla ördüğüm yeni düş yumakları.
Şu cümlede mi saklı
yoksa gizem bildiğim kalan yarım: ‘’Yaşamın bir bilinci olmadığının bilincinde
olmak, aklın en eski yükümlülüğüdür.’’(F. Pesseo)
Oysa ne var ki bunda,
demek çok da olası bertaraf edemedikleri o farklılığım yüz görümlüğü bir
yoksunlukmuşçasına çalıp çırptıkları benliğimi yadsıyamayacağım kadar can
yakıcı üstelik.
Detayların
boğuculuğunda can bulduğum umut kırıntıları bile yüksünmekte ben savarken
sıramı.’’Ha bugün ha yarın’’ derken fısıltı yüklü hücrelerimde mutasyona
uğruyorum dengesizlik ile örtülü sıradanlıklar yüzüme yüzüme vurdukça çoğu
zaman da vuruldukça sırtımdan.
Noksansız olsaydı keşke
şu çalıntı şarkı mütemadiyen çömelmişken dizlerime hırpani bir telaşla vara
yoğa devinirken o pervasızlık belki de görmezden gelemediğim hicap yüklü bir
yakarışla dokunurken yüzü olmayan yarınlara ve hala külfetini yadsıyamazken
küflü geçmişin ve şairin dediği gibi:
‘’Ruhun hazinelerinin
ve şölenlerinin bekçisi olan o tanrısal, o şanlı çekingenlik.’’(Alıntı)
Belki de en yorucu olan
tümceyi baştan yaratmış Tanrı yok saydığım mizaçların gök gürültülü
yoğunlukları ile girdabına yakalanmak kadar zafiyet yüklü iken tüm çekincem…