Rötuşların
biçimlendirdiği insan izlekleri. Teferruattan ibaret resmin her
milimetrekaresi, biraz soluk mu ne yoksa varlığın eşkâli mi hani yürekten yüze
yansıyan. İrdelemek ne mümkün yine de tasavvur edebildiğim kadarıyla geçkin bir
kadın albenisini henüz yitirmemiş belki de anlık bir nüans yansıttığı o derin
acı. Kısık gözlerinde belli belirsiz bir karanlık var belli ki hayli dertli ve
hayli düşkün imge bildiği suretlere. Nüktedan bir var oluş hükmeden kimince
aslına ulaşmaktan imtina mı ediyor ne?
Kırık bir biblo var
başucunda, iki kuştan ibaret ama kuyruğu ve gözleri olmayan iki kuş: ahenksiz
bir orantı; gözlerini yitirmiş olsa da canlı fazlasıyla hani neredeyse sesi
çınlıyor kulakta bir ötüyor ki sanırsınız ki cennete düşmüş yolunuz.
Hafiften rüzgâr esiyor
nerden mi belli? Perde kımıltılarıyla ahenk katıyor odanın kül rengine. Oldukça
serin ne de olsa şunun şurasında ne kaldı kışa.
Hayret, odanın tam
ortasında kocaman bir soba kurmuşlar ve her nasılsa bir kova dolusu kömür
yığmış ev ahalisi henüz yanmasa da tahayyül etmek hiçte zor değil: name yüklü
kar tanecikleri dökülürken gök kubbeden çoluk çocuk sobanın etrafında toplanmış
ve hararetle sohbet ediyorlar. Pür-neşe ev halkı ama yine de bir eksiklik var
tabloda. İlla ki… Ama ne?
Kırık bir sandalye iliştirilmiş
camın tam da kenarına ve üzerinde kocaman bir saksı içinde solmuş bir çiçek ne
idüğü belirsiz kim bilir belki de anne çiçeğidir özel bir günde takdim edilmiş.
Anlamsız resimlerle
kaplı masanın üzeri: kuru kalem ile resmedilmiş çeşit çeşit insan yüzleri: kimi
esmer kiminin gözleri kapalı kiminin ise… Ve orantısız vücutları ile üç beş
kadın eşlik etmekte sağdaki resim defterinde. Adı üstünde: resim defteri belli
ki ev halkından kim yapıyorsa bu çizimleri hayli düşkün kara kalem çalışması
yapmaya.
Evin duvarlarının
sıvası çatlamış ve yer yer dökülmekte.
Tavan sapsarı belli ki
tütün müptelası birileri oldukça zaman geçirmiş özellikle salonda.
Yerde yer yer lime
olmuş bir makine halısı ve üzeri leke dolu. O da ne? Bana öyle gelmiş: sandım
ki… Yoksa gerçekten kan mı gördüğüm? Ve ilerliyorum ki bir sepete atılmış
kirliler. Ve onların da çoğu kanlı. Sanırım, kötü bir mazisi var bu evin.
İlerlemeye devam
ediyorum: uzun ve dar bir koridor ta balkona uzanan. Balkon nasıl da harap
resmen talan edilmiş: ne çok mukavva kutu ve süprüntü dolu. Az daha çöp ev,
diyesim geldi ki kapının vurulmasıyla kendime geliyorum ve hızla adımlıyorum
aynı yolu geri geri.
Ben yürüdükçe
yankılanıyor ayak sesim sanırsınız ki alıcılar ile donatılmış duvarlar. Nasıl
da lekeli el izleri ile kirlenmiş duvarlar daha doğrusu nemalanmış insanların
dokunuşları ile bu çatlak duvarlar.
Hızlıca yanımdan bir
şey geçiyor: irkiliyorum ki ne olduğunu da tam olarak anlayamadım. Aman Allahım
bir tane daha: iki tane aile boyu sıçan. Kemirgenler belli ki mesken tutmuş bu
boş evi.
Boş, dedim değil mi? Ne
büyük yanılgı tam diyecekken vazgeçiyorum öyle ya şu an içinde bulunduğum odaya
yeni yeni vakıf oluyorum: çok çok güzel bir kadın portresi: ela gözlü ve açık
kumral saçlarıyla arz-ı endam etmiş ve etrafında çok genç ve yakışıklı bir
subay. O da ne? Adamın bir bacağı dizinden itibaren kesilmiş ama o kadar
dokunaklı gözleri var ki adeta bir hale içerisinde bu muhteşem çift. Evet,
muhteşemler: ne eksik ne fazla: kelimenin tam anlamıyla su gibiler. Üç çocuk görüyorum
etraflarında: ikisi oğlan biri kız. Ne güzeller belli ki bu uyumlu çiftin
çocukları. Al işte: kaçırdığım bir ayrıntı: bir mezarın başına toplanmışlar:
kim mi? Yine aynı çift ve bu sefer sadece bir tek oğlan çocuğunu tutmuşlar
elinden. Hayır, hayır iki mezar taşı ve toprak dar bir alanda son buluyor.
Belli ki çocuk mezarı yani iki mezar. Aman Allah’ım, başka bir resim daha: işte
aynı çocuk ve aynı kadın. Bu sefer kadın yalnız, deminki adam yok resimde ve
yine bir mezar taşı: ne mi yazıyor üzerinde? Okumaya çalışıyorum. Hayır, eski
Türkçe yazılmış. Ama sanırım deminki genç subayın mezarı. Kadın nasıl da mutsuz
ve ağlamaklı keza o küçük çocuk da… Ne yani bir avazda mı bu aile bu kadar
kayıp verdi?
‘’Sonra ne oldu, anne?
Hadi, anlat. Sonra ne yaptı o kadınla küçük çocuk?’’
‘’Ne mi yaptılar
meleğim? Peki, söyleyeyim. O kadın şimdi içerde salonda oturuyor.’’
‘’Aa, o zaman o kadın
benim babaannem mi? ‘’
‘’Ya, o küçük oğlan
çocuğuna ne oldu anne?’’
‘’Birazdan anlatırım.’’
‘’Birazdan mı?’’
‘’Seni afacan, anladın
aslında da ağzımı arıyorsun değil mi?’’
‘’Keşke amcamı ve
halamı bir kez olsun görseydim. Kim bilir ne eğlenirdik beraber. Peki, ya o eve
ne oldu anne? Hani, şu boş ve tozlu ev.’’
‘’O evin yerinde okul
inşa edildi canım. Ve bil bakalım adı ne?’’
‘’Ne? Aslında babaannem
söylemişti ama… Benimle aynı adı taşıyor okul, değil mi?’’
‘’Seninle aynı adı
taşıyan başka biri daha var hem de bu memleket uğruna savaşta gazi düşmüş ve
sonrasında öbür dünyaya göç etmiş.’’
‘’Çok uykum geldi
anne.’’
‘’Sen uyu meleğim.’’
‘’Anne, bir gün ben de
asker olup memleketim için canımı vereceğim tıpkı onlar gibi.’’
‘’O günler çok geride
kaldı desem keşke ama senin gibi vatanperver çocuklar ve genç nesil oldukça bu
memleket ebediyen bizim. İyi uykular meleğim.’’
‘’Anne.’’
‘’Sen uyumamış mıydın?’’
‘’Anne, ben babamı çok
özledim. Ne zaman gelecek, söylesene.’’
‘’Yarın, seni ona
götüreceğim. Söz.’’
‘’O da dedemin yanında
yatıyor değil mi?’’
‘’O kalbimizde yaşıyor
meleğim. Hadi uyu da babanı gör rüyanda.’’