Münferit bir gündü tekil hanesinde
yüreğin ibibiklerin dahi ötmediği ve yüzümün örtülmediği kılıksız bir mintan
ile arzı endam eden delici karanlığın gözlerindeki kora vuruldum öncelikle kör
bir nokta olduğunu bildiğim kadar hayatın üstüne üstük körü körüne de sevdiğim
kadar vardı hani:
Hem yalnızlığı hem acıyı.
Açmakla mükellef filan da değildir
artık kalbimi elbet kabrimi de.
Ne de olsa bir sıfır yenik
başlamıştım hayata:
Yaşım henüz yirmilerde şakağıma
dayalı bir kalemim filan da yoktu sadece fırından taze çıkmış birkaç diploma ve
yola koyuldum çırpı bacaklarımla ne de olsa nevrozu idim yalnızlığın nesri
ömrün bir yitim addedilse de benliğim bense keyfe keder yaşamadığım kadar vardı
hani hayatı…
Demem o ki:
Babamın vefatının üzerinden sadece
birkaç ay geçmişken yapmam gerekenleri tehir etmiş olsam bile ilk olarak bir
işe girdim arayışın utkunda hayallerimin dolgun başaklar olgunluğunda olmadığı
bir dönem.
Çünkü kendimde değildim ve üstüme
basan kasveti sadece çalışarak dağıtabileceğime inanmıştı öncelikle annem ben
her ne kadar onunla aynı fikirde olmasam da ve iş hayatına fazlaca hazır
olmasam da koyuldum yola.
Burada küçük bir Es veriyorum ve
aradan geçen bir seneyi yok sayıyorum hayatımda çünkü sadece bir iskeleti
andırdığım bedenimle ve halsizliğimle ve büyük üzüntümle verim alamadığım iki
iş yeri idi ilk çalıştığım yerler.
Biri büyük bir sigorta şirketi diğeri
ise bir banka.
Ne afram vardı ne tafram sadece yeni
mezun bir üniversite öğrencisiydim alnımın akıyla bitirdiğim okullar ve yabancı
dilim sayesinde çokça da ümit veren yeni yetme bir bankacı.
O bir seneyi hayatımdan çıkardım ve
sonrasında öylesine bir açıldım ki öyle bir kulaç açtım ki hayata.
Ve işte ilk iki iş deneyimimdeki tüm
sıkıntıyı yok sayıp büyük hayaller kurup yeniden düştüm yola.
Bu yazıyı bu hikâyeyi yazmama vesile
olan dün şiirlerime gelen yorumdu bu bağlamda bir şiirden de ilham alıp:
Afrası tafrası olmayan bir insan
olmanın hüviyeti ile idealist ve çalışkan ve mükemmeliyetçi ben/deniz.
Dünümde neysem bu günüm de aynıyım.
O zamanlar hayat ve iş tecrübem
olmadığı için hayata illa ki pembe gözlüklerle bakıyordum ve onca geçen zamanın
üstüne hayatın asla düz pembe bir yol olmadığını öğretti bana insanlar.
Geçmişte yaptığım hatalar elbet hata
denirse…
Çünkü girdiğim her iş ortamında mükemmeli
hedef bildim.
Gerek bankada çalışırken gerek eğitim
kurumlarında beş kuruş almadan sırf eğitime ülkeme hizmet etmek adına baş
koyduğum ideallerim ve hayallerim.
Dün dünde kalmadı ne yazık ki.
Ve sırtımdan hançerleyenler yabancı
olsa bile zaman geçti ve en yakınlarım tarafından ihanete uğradım.
İş dünyası engin bir okyanus.
Bense parça parça b/ölündüm.
Sayısal mezunu olsam bile sözel
yetenek gerektiren başka alanlara yöneldim.
Yabancı dilimi ise ziyan ettim.
Ücret alamadığım dersler ve
karşılığını alamadığım bedavadan yaptığım çeviriler.
Her şeye bir nokta koymayı ben
istemedim ama mecbur kılındım.
İnsan nasıl ki layığıyla yaşamalı
layığıyla da çalışıp son damla kanına kadar da heba mı etmeliydi kendini
etmeliydim kendimi?
Değerli Mehmet Fikret ağabeyimin
yazdığı şiir:
Nokta özürlü yazılarım ve de.
Çünkü nokta koymaktan kendimi harap
ettim öyle ki…
Hayatıma dahi nokta koyacak
zamanlardan geçtim ben.
Ve yine Sayın Demir Hocamın son
şiirinde geçen:
Afra tafra…
Asla haz etmediğim.
Ek olarak burnu Kaf dağında gezenler
bense aralıksız af dilerken onlar adına.
Her şey herkes bir etkileşim halinde
ve bu dünyada her şey herkes karşılığını buluyor.
Ah etmek istemesem de ahımı alan
insanlar oldu dünümde ve günümde.
Mazlum olmak.
Masum kalmak.
Neyin savıdır sahiden de bu?
Aynı kalmak değişmemek.
Evet, kimseye benzemiyorum bu
bağlamda biliyorum bir farkımın olduğunu ister negatif anlamda ister pozitif.
Ama tek bildiğim işimi layığı ile
yapma alışkanlığımdan vazgeçmediğim.
On bir senedir aralıksız yazıyor hem
de çok önemli sorunlar sağlık problemi de yaşamışken ailecek ve işte bana
dayanma gücü veren de tam olarak budur.
Elbet Allah’ın takdiri.
Önce iman gücüm sonra da dinmeyen
esintisi duygularımın.
Hem hüzün.
Hem mutluluk.
İç içe girmiş iken.
Hem yaşamak.
Hem ölüm…
Son on yıldır sevdiklerimle
sınanırken.
Ölene değin de değişmeyeceğimi üstüne
basa basa vurguluyorum.
Edebiyat adına güzel bir şeyler yapma
çabası içerisindeyim ve karşılığı adeta bir paradoks.
Sözcüklere olan sevdam.
Kelime oyunları.
Sonsuzluğun minvalinde yaşadığım ve
yaşattığım hayallerim.
Her şey bir girift de aynı zamanda.
Meslek hayatımda zirveyi görebilirdim
öyle ki zirveden de bir giriş yaptığım doğrudur ve işte o çan eğrisi.
Tüm suçu da üstleniyorum çünkü olması
gerektiğinden çok fazla bir performans ve gayret gösterdim çalıştığım işlerde
değiştirdiğim eğitimini yeniden aldığım mesleklerde.
Maddiyat denen olguyu da elimin
tersiyle itip çalışma hayatıma son noktayı da koydum işte ister istemez.
Bu bağlamda üç noktamla yaşıyor
kalemle meşk eyliyorum.
İki üstadıma:
Değerli Mehmet Fikret ağabeyime ve
değerli Demir Hocama çok teşekkür ederim çünkü yazdıkları son iki şiir bana çok
şey ifade etti.
Bense bir noktadan fazlayım.
Hayatı dahi noktalamak isteyen
ben/deniz…
Ve işte üç noktalarla hayatı duyguların
zirvesinde yaşar ve yazarken…
Bu yazımı sevgili Edebiyat Evi aileme
ithaf ediyorum.
Bana çok şey katan değerli hocalarıma
tek tek teşekkür ederim.
Hakları çoktur bende.
Ve işte hayatımda ilk defa bir şeye
nokta koymadan baş koyduğum yoldayım.
Defalarca nokta koyma noktasına
gelmiş olsam bile…
Sonsuz saygılarımla sevgilerimle
sevgili Edebiyat Evi ailem…