Yalıtılmış ahkâmlara
yüklü tüm anlamsızlığı ile göz kırpan o öbek öbek yalnızlık kokan gecelere
hüküm giydirilmiş bir kez masumiyet her yargılandığında toz duman ortalık.
İklimsiz mecraların toz
konduramadığı aşksız tüten bacaların tevafuku belki de nirengi noktası tüm
dermansızlığı bir izlekte kayıtlı ama gölgesi kayıp ulu çınarın kovuğunda
nöbetleyen anaç kumru belli ki yavrularını kurban vermek istemiyor yırtıcılığı
dünyanın bir girdaba denk gelmiş de kuytuları benimsemiş iken kötülük ve
nefret.
Ansız günlerden
boyutsuz bir izleğe yüklediğim ketum günlerimden biriydi ahkâm kesen devingen
ruhlar bir tele dizmiş iken yalanları belli ki tek iletişim aracı idi sefillik
ve yobaz söylemler kanatırken ve kanarken anlamsızlığa.
Günden mütevellit
olmadığından beri zaman geceye teslim olmuş bir şehrin ortasında ve evimin
balkonunda boy vermişti saksıya ektiğim tohumlar. Serkeşti tınısı yalnızlığın
nasıl da boyutsuz yaşadığıma kani olmadığım bir süreç iken cebelleştiğin ve
kıyısında hüznün deviniyordum kayan eksenimde.
An’dım zira unutmuştum
dünü.
Ve anmıştım ismini
anılardan mükellef bir gıybet iken sessizliğe mahal veren o kayıtsızlığım.
Adımı andıkları her
tümcede seğirtiyordu imgeler hele ki o alaycı ve kayıtsız söylemlere denk
gelmişken…
Kim miydim de kimlere
denk geldiğimi bilmemenin verdiği o şüphe ile sığınağımda karartılardan uzak
kaldıkça taarruzlarına yenik düşüyordum.
İsli gecelerden ibaret
olmadığını bilsem de istifli o kışkırtmalarıyla yığıldığım kanepenin çok
yakınındaydı cam pervazı. Dallar; o kuru dallar daha doğrusu çalı çırpı menşei
belirsiz ve yolcusu kimsesizdi en az benim kadar en az koruk düşlerim kadar.
Engebelerde çoğalan
üzünce nispetti belli ki arşı alaya çıkan kahkahalar: adsız ve anlamsız
dünlerin yarından uzak seğirttiği zaman sarkacı: bir derken iki ve geçiyordu
günler bin bir telaşla belki de pervasızlıkla seyreliyordum, seğirtiyordum bir
yakadan diğerine bir o kadar kuşkulu ve nasıl da tahakkümperver.
Iskartaya çıkmış bir
iskelet belki de var olmamış bir hata Tanrı’nın bile yaratmaktan hicap ettiği.
Öyle ya, neye denk geliyordum da bu denli demlenmiştim bir köşede.
Kırık zihniyetlerin
işgalinde ve bir başıma.
Denk düşmüştüm madem ne
olabilirdi çözüm daha doğrusu bir problemin varlığı mıydı da iştigal ettiğim
tüm patavatsızlığı meleklerin yine denk gelmişti kimsesizliğimi yadsıyamadığım
bir köşede ahkâm keserken derviş imgeler.
Bir gecede doğdular.
Tek bir gece can
buldular sadece tek bir gün yaşadılar. Oysa sonsuza meyletmiştim onlara ilk
rast geldiğimde ama suçluydum çünkü insan kimliğimle ürkünç kılınmıştım anne
kumru beni her gördüğünde yavrularını uzak kılmaya çalışıp da en nihayetinde
pencerenin pervazından bahçeye düşüp de o iki küçük can ebediyete intikal
ettiğinde.
Oysa daha yakın görmek
istemiştim her pencereye yaklaştığımda bilmeden onları ürküttüğümden.
Bir gecede soldular tek
bir güne denk geldi bu acımasız dünyadaki yaşam serüvenleri.
Ne hayaller kurmuştum
oysa tüm patavatsızlığımı görmezden gelip onlara yaklaşmaya çalışıp da kara
meleği buyur ederken.
Tek bir izlekti
onlardan yadigâr tek bir izlek: çer çöpten yapılmış o boş yuva.
İşte gitmişlerdi hem de
tez elden.
Ve az zaman sonra
görünen oydu ki ben de gidecektim onların ardından: bir bilinmezliğe madem
sürüklenecektim bilemedim o günün milat olduğunu.
Yoksa bir milat değildi
de bir mihrap mıydı Hakkı yakın kılan ve ölümü rahmet en az O’nun esirgeciliğinde
kaybolduğum maneviyatın huşusu iken içinde sürüklenmeye doyamadığım…