Bir yakadan diğerine
ulaşma gayreti içerisindedir insanlık naif bir yürek iken serzenişte
bulundukları bir yokluk şarkısıdır aşk, mızrap her vurduğunda gönül teline
devingen ruhlardır yine aşk’ın tekelinde. Bir nüansta saklı iken onca imge bir
var oluştur erdiğimiz her yeni gün. Bir ceza kadar ayan beyandır aslında
kötülük her galip geldiğinde ve sırdaş bir imgedir umut. Kekremsi bir tat kalır
geride her tetiklendiğinde o mizaç ve yaftalandıkça umutlar gölgede kalır her
bir izlek hele ki dönüp baktığınızda sırıtan karanlık sadece taciz eder
masumiyeti ve öldükçe ölür. Hakkaniyet tüm pırıltısını gökyüzünden alır ve
kayan her yıldız arkada ismini ve cismini bırakır her ne kadar ardından nefret
yüklü beyanatlar verilse de.
Serkeş bir tınısı vardı
aslında, o mağrur ve mağdur imgelerin, gümbürtüye giden izleklerindeki saklı
sevinç kıvılcımlarının da.
Böğürtlen tadındaydı
aşk: biraz ekşi biraz mayhoş ama yüreğe pelesenk olmuş o ağdalı jöle kıvamında
biraz da muğlâk oldum olası.
Hasreti eksen bilmişti
aşk tanrısı ve gök kubbeyi erişilmez bir o kadar dokunulmazlığı vardı söz
öbeklerinin, her ne kadar imtina etse de lehçesi o bilinmezliğin.
Gün kayıt dışıydı ve
gece korkutucu.
Hunisi kayıptı veli
geçinen delilerin.
Yörüngesi de hayli
kaygandı rahvan ve bulutlu lehçesiyle, dokunaklı bir şarkıya eşlik ederken
melek yüklü masumiyet.
Gölgelerin asılsızlığı
kadar kırılgan ve gayri ciddi idi tüm yalıtılmışlığı ile mesken tutan gömülü
sevinçler.
Hüznü es geçen o
rabıtada takılı bir çekinceydi mihrap bilinen kayıtsızlık biraz da sakıncalıydı
sevmek hele ki karşı eksen iken o muhatap olunası, görünenin çok ötesinde, isli
bir sağanaktı üzünç yüklü bulutların akıttığı ömür boyu.
Hürmeti bu yüzdendi
ılıman iklimlerin ve seyri ne hoştu o kırık gökyüzü iken, tanrısı evrenin.
Mizacı edilgen bir muafiyete maruz kılınan kim varsa çok ama çok uzağındaydı
bileşkesi öfke yüklü bir anlamsızlıkta yol alıp da geldiği son noktayı hala
görmekten aciz ve dokunaklı bir tını ile aşkı yoksun kıldı mutluluktan ne de
olsa çöreklenmiş bir özlemin buğusu idi gözleri ve gönlü perdeleyen.
Bir film karesine sığan
ömür, güdümlü bir rehavete yenik düştü ve kül tuttu aşk otağını. Hutbe bildiği
o niyazı da yükledi mi yüreğe yine en imkânsızı hak eyledi Tanrı. Dilekti,
arzuydu ve aşktı evrenin istikbali; gölgelerin kıvamında yok sayıldığına kani
olsa da hoşnut tecelli etti son bir teselli mahiyetinde ve bulutlandı son kez
ve koyuldu yola bir kez daha, varamayacağını bilse de; adımladı biteviye, sarkaç
devinirken ve son bir tahakküme rast geldi âdemoğlu. İstila edilmiş bir
benliğin hezimetine ses olmuşken, asılsızlığını tüm yalanların görmezden geldi
tüm görünmezliğini süzgeçten geçirip koydu son noktayı ve son bir hamle ile
tuttu elini umudun. Biliyordu ki payidar kalacaktı o bilinmezlik, tüm
sancısıyla ve son bir kez göz göze geldiler: aşkın kıskacından ve niyazında
soluklanmak kadar anlıktı o serzeniş: bir düş’ün perde arkasındaki hicap yüklü
bekleyişine esir olmuşken ve biteviye bürünmüşken isli gecenin siluetine: ölgün
bir ruh tüm devinimi sahiplendi son kez ve sadece diledi, yakarışı arş-ı alaya
çıkmışken.
Aşk kimi zaman kaybeder
kimiz zaman çıkar yoldan ve baştan çıkartılır pembe ve mavi. Koyuluk ruhani
melekelerin haznesinde yoğruldukça canhıraş imdada yetişir iyilik ve masumiyet.
Oldukça yaftalanmıştır ve gölgelenmiştir mizacı yine de esareti yok sayıp gönül
gözü ile vakıf olur yeniden ve ebediyen ermek üzere o nihai emeline.