MEVSİM:
GÜLBAHAR
r
o m a n
Avukat Şamil Bey, Yurt müdürünün Ali
Elmas’ı alıp getirmesini beklemeye başladı.
Az sonra, Yurt Müdürü yanında Ali Elmas
olmaksızın odaya gelip, “Ali’nin
kendisiyle görüşmek istemediğini,” söyleyince, Avukat Şamil bey
üstüne varıp şımartmamak için hiç muhatap olmadan yurttan ayrıldı.
Doğruca Celal Kabaloğlu’nun yanına
gidip, Ali Elmas’ın kendisiyle görüşmek istemediğini, kendisinin de görüşmek için
ısrar etmeden dönüp geldiğini söyledi.
“Anlaşılan o ki, inatçı ve
saygısız birisi bu Ali Elmas. Onu hizaya getirecek bir başka yol bulalım.”
“Bulalım da, on gün içinde o
tapuyu devrettirelim. Onuncu gün meclisten kamulaştırma kararı çıkıp ilan
edilmiş olacak. Ona göre…”
“Bu Ali, Cuma akşamları
köyüne varıp, Pazartesi sabahları döner imiş…”
“Ee?”
“E’si şu ki, köy yolunda bi
gözdağı ile inadını kırabilirsek, Pazartesi günü tıpış tıpış kendi ayaklarıyla
getirip devreder tapuyu, demekteyim.”
*
Ortalığın karanlıkla aydınlık aralığında
beklemeyi sürdürdüğü saatler, güneş ışınları tepedeki kale kalıntısı surlara
değiyor ama henüz Kayaköy’ün kale duvarlarından aşırılmış taşlarla inşa edilmiş
evlerine, ağıllarına, ahırlarına, bahçe duvarlarına değmiyordu. Sivri sakallı,
boynuzlu çirkin keçilerin siluetindeki cinlerin Kayaköy aralıklarında cirit
attığı düşünülerek korkulduğundan hiç kimse güneş ışınları ortalığa dökülmeden
yatağından çıkmıyordu.
Cinlerden daha tehlikeli, silahlı beş
altı kişilik bir grup, vadi tabanındaki karanlık içinde kendi aralarında hafif
bir uğultu ile mezraya doğru ilerlemekteydiler. Teröristlerin başında ki Fiko,
grubu ağaçlık bir dönemeçte durdurdu. “Kesin
sesinizi! Burada durup bekleyeceğiz. En küçük bir gürültü yapılmasın! Ses
çıkarılmasına izin yoktur! Sözüm dışında hareket istemem. Ben, etrafımda itaatkâr adamlar isterim. Herkes
ayağını denk alsın!” Adamlar sus pus olarak itaat ettiler.
*
Güneş ışınları Ali Elmas’ın evi üstüne
değdiğinde kapı önündeki traktörün römorku içindeki taş istifi ortaya çıktı.
Ali Elmas, sırtındaki küçük çuvalı evden çıkartarak getirdi, römorkun üzerine
uzattı. Römorkun üzerindeki Hüsrev çekip aldı yukarı, bir kenara yerleştirdi.
Traktör sürücüsü Hüsrev,
“Hadi gidem mi artık?” dediğinde;
Ali Elmas, “Gidem. Hele bir eve varayım da...”
diyerek eve geri döndü.
Evin içinde, antrede, Hacer Elmas ile
karşılaştı. Hacer Elmas, tedirginlik içindeydi. “Sataydın şu araziyi Celal beye de, Bulanık’da bir ev
alaydık ya?” diye söylendi. “Bekle ki, şimdi bida hafta sonu gelsin.”
Ali Elmas, “Yavu, bir odacı maaşıylan Bulanık’da
geçinilir miymiş?” diyerek kızdı. “Keçilerimizi, ineğimizi sağıp tulum
basarak üç beş kuruş da öyle kazanıyoruz da, yine zar zor geçiniyoruz. Hadi,
salıver de gideyim mesaime...”
Hacer Elmas, “Salmasan ne ki? Gideceksin, mecbur…” dedi.
Ali Elmas, karısını kucaklayıp
yanağından öptükten sonra içeri seslendi; “Oğlum Aliii. Kııız, Gülbaar! Gidiyom ben, hele güle güle
deyin babanıza…”
Hacer, "elleşme çocuklara, uyusunlar,"
diye çıkıştı.
Ali Elmas, “Hadi, gelene kadar mukayyet olun kendinize madem…”
diyerek çıktı kapıdan, arkasından bir tas su alıp Hacer Elmas da çıktı.
Traktör hareket etti, Hacer arkasından
suyu serpiştirdi.
Ali Elmas, traktör uzaklaşırken, “De hadi gir artık!" diye
bağırdı.
Hacer Elmas, evden içeri girdi.
*
Fiko, ortalığın aydınlanması ile
suratları iyice ortaya çıkmış olan adamlarına son talimatlarını vermekteydi.
“Adam geldiğinde bir iyice
dövecez, salıverecez, unutmayın! Sonra yolumuzu yukarı çevirecez, dağdan
dönecez çiftliğe. Olur a, bir aksilik olur ise, Celal Kabaloğlu’nu tanımayız,
bilmeyiz, hepimiz eşkıya Hamido’nun neferiyiz. Unutmayın!”
Uğultu halinde, “Olur agam… Unutmayık…”
sesleri yükseldi.
Sessizlik anında yakınlardan bir
traktörün motor sesi geldi kulaklarına.
Fiko, “Çabuk pusuya yatın! Çabuk!" diye emretti.
Silahlı adamlar dereden sessizce karşıya
geçip yol kenarındaki yar diplerine, çukurluklarda pusuya yatarak beklemeye
başladılar.
Az sonra yol dönemecinden çıkıp gelmeye
başlayan römorklu traktör üzerindeki Hüsrev ve Ali Elmas’ın hiçbir şeyden
haberi olmadan, kendi aralarında sohbet ederek gelmekteydiler.
Traktör gelir gelmez Fiko yolun ortasına
çıkıp, elini kaldırdı. “Dur
hele, Hüsrev dayı!” diye bağırdı.
Hüsrev, yollarına çıkan adamı tanıdı,
Ali Elmas’a, “Celal
ağanın yeğeni, Fiko bu...” diyerek traktörü durdurmak için gaz
kesip vites küçülttü.
Ali Elmas da tanıdı adamı, ama niyetini
de hemen anladı, bağırmaya başladı, “Durma
Hüsrev dayı! Durma, bas!”
Hüsrev durmak için vites küçülttüğü an,
Ali Elmas’ın haykırması ile vitesi büyültüp gaza yüklenerek traktörü
hızlandırdı.
Fiko silahını doğrulttu, "dur ulen! Ateş ederim bak!”
Traktörün durmak gibi bir niyeti yoktu.
Fiko kontrolsüz bir şekilde ateşledi silahı, mermi gitti, Hüsrev’in suratına
isabet etti. Fiko traktörün önünden sola atlayarak kurtulurken, Hüsrev kurşunu
yer yemez yana doğru fırladı gitti, traktörden aşağı düştü. Ali Elmas sahipsiz
kalan direksiyona yapıştı ise de, traktör yoldan çıktı, dere yatağına doğru
saptı, tam da saptığı noktada gizlenen iki teröristin üzerinden silindir gibi
geçerek, ağır römorkunun etkisiyle takla atmadan yatıp kaldı. Ali Elmas aşağı
doğru uçtu, düştüğü yerde kaldı. Öteki teröristler, ölen iki arkadaşlarının
başına koşarken Fiko, Ali Elmas’ın başına vardı.
Ali Elmas, Fiko’nun ayaklarına
kapanarak, paçalarına sarılarak, aşağılanarak, “Fiko kurban… Kıymayasın bana! Sen ki, çocukluktan kelli
gardaşımsın benim. Bilirsin ki, karım, oğlum, kızım, anam babam benim elime
bakmaktadır… Bilirsin ki, odacılık da olsun, bir memuriyetim, emekliliğim,
emekliliğimde besleyeceğim keçilerim, ineklerim, pek de çokça hayallerim
vardır… Kıymayasan gardaş! Allah Muhammed hakkı için kıymaysan…”
diye yalvardı.
Fiko, sonsuz bir öfkeyle yakasına
yapışarak sarstı onu. “Araziyi
devretmeye naz etmeyeydin bişi olmazdı. Neden vermedin, he, tapularını?”
Bacaklarına dolanan adamı sırt üstü ittirip attı.
Ali Elmas, “tapuları veririm elbet Fiko kurban,
lafını mı ettiririm?” diye inledi. “Amma velâkin Hamido eşkiyası, Celal
ağaya tapu vereni gebertirem demiştir.”
Fiko, “vermedin diye de ben geberteceğim,” dedi.
“Gebermekten
kurtulabildin mi köpek?”
Ali Elmas, yalvarmayı arttırarak, “kulun, köpeğin olayım Fiko kurban,
Kıymayasan…” dedi.
Fiko, uzatmadı, Ali Elmas’ın üstüne
abandı, boynunu şah damarından kesti, kan bir an, bir hortumun ucundan akan
tazyikli su gibi yattığı yere aktı. Ali Elmas’ın vücudu sarsılarak seğirirken,
Fiko, toparlandı, hızla yola doğru çıkarak adamlarına seslendi: “Haydi! Silah sesi duyulmuş olabilir, acele
gidelim!”
Ali Elmas, Hüsrev ve diğer iki eşkiyaya
ait cesetleri olduğu gibi bırakarak dağdan yukarı doğru hızlı adımlarla yürüyüp
gittiler.
*