MEVSİM: GÜLBAHAR
r o m a n
Celal Kabaloğlu banyodan çıkmış yeni kıyafetlerini giyinmekteydi.
Kahya Veysel oda kapısını tıklattıktan sonra araladığı kapıdan başını
uzatarak,“Fiko, ambardadır ağam,” dedi.
Yaptığı banyodan sonra sinirleri oldukça yatışmış olan Celal Bey,
oldukça sakin görünüyordu.
“Gir kahya! Beraber inelim, bekle de.”
“Olur ağam,” diyen Kahya Veysel odaya girdi. Celal beyin sakin
görüntüsünden cesaret alarak, “Merakımı maruz görün ağam. Fiko, sizi üzecek ne
etmiştir, merak etmekteyim?”dedi.
Celal Kabaloğlu, “Evvelki gün, gözünü korkutsun diye gönderdiğim
adamı öldürmüş namussuz. Adamı korkutup elindeki tarlayı satmaya razı et dedik,
o herifi gebertip geldi.”
“Keşke yollamayaydınız Fiko’yu ağam. Adamın karısı, Fiko’nun
gençlik gözdesiydi, bilirsiniz. Fiko oradan çok kinliydi adama…”
“Ne alaka?”
“Adamı ortadan kaldırıp, kadını sahiplenmeyi kurmuş olabilir…”
Odanın dışındaki telefon sesi onlara kadar geldi. Kahya Kadın,
elinde telefonla kapıyı aralayarak, “Taksici Şahap, illa da ağamla konuşmam
gerek di’yi,” diyerek telsiz ahizeyi Kahya Veysel’e uzattı.
Ahizeyi eline alan Kahya, Celal beyden konuşması için işaret
alınca, aleti kulağına kaldırdı. “Ağamla konuşmanı gerektirecek kadar önemli
olan neymiş, bana de Şahap!”
Şahap, Celal Bey ile doğrudan muhatap olarak, vereceği müjdeli
haberle onun gözüne girmek isterken, çiftliğin kahyasıyla muhatap olmayı içine
sindiremedi. “Sana niye diyecekmişim ki? Bu, doğrudan ağamı ilgilendiren bir
konu… Telefonu ona götür sen!”
“Telefon zaten ağamın yanındadır; kendisi benle konuşmanı istedi!”
“Sen, ona, Kayaköy’deki araziyle ilgili önemli bir habermiş
deyiver hele…”
Kahya Veysel, eliyle ahizenin ağzını kapatarak Şahap’ın
söylediğini Celal beye yansıtınca, Celal bey bu defa heyecanlanarak ahizeyi
eline alıp, kendisi konuşmaya başladı. “Ne vardı, Şahap evladım?”
“Ellerinden öperim ağam! Kayaköy’de ölen Ali Elmas’ın karı geldi
az evvel yanıma. Celal ağama hürmetlerimi iletiver, köydeki kocamdan kalan
araziyi neyi satın almak isterse, ben emirlerine amadeyim, demekte…”
“Öyle mi?”
“He ağam, kendisi, abisi Topal Hasan’ın yanında kalmaktaymış.
Ağam, beni, Yetiştirme Yurdunda çalışmakta olan abim Topal Hasan kanalıylan
çağırtırsa, koşa koşa varırım, demiştir.”
“Öyle mi?”
“He ağam…”
Celal bey, “İyi madem, buluruz, konuşuruz kendisiyle. Sağ ol
evladım, iyi bir haber verdin,” diyerek telefonu kapattı.
Kahya Veysel, Celal beyin telefondaki üstü kapalı konuşmasından
iyi haberin detayını öğrenememiş olmanın merakıyla beyefendiye bir şey sormakla
sormamak arasında bocalarken, giyinmeyi bitiren Celal bey hareketlendi. “Haydi,
ambara inelim de öğrenelim şu serserinin neyi kurup kurmadığını…”
*
Celal Kabaloğlu, ambardaki masanın başına geçip oturdu. Arpa
çuvallarının istifi önünde bir sandalyede oturmakta olan Fiko’nun tepesindeki
iki ırgata, “Getirin, oturtun şunu karşıma!” diye emretti.
İki adam Fiko’nun birer kolundan çekiştirip ayağa dikerken,
silkelenip onlardan kurtulan Fiko, masa önündeki sandalyeye oturdu.
Kahya Veysel, diğer iki adama işaret edince, adamlar ambardan
çıktılar.
Celal bey Fiko’nun suratını seyretti bir an, sonra öfkeyle
tısladı. “Ulan ben seni altı tene adam öldür de peşin sıra bırak gel diye mi
yolladım Kayaköy’e gavat oğlu gavat! Ali Elmas’ı bi hırpalayıp korkutun, sonra
da geri gelin demedim miydi, puşt!”
“Amuca…”
“Sıçırtma amucana ulen! Herif geberdi gitti. Tarlasının tapusunu
kim devredecek şimdi bana? Bekle ki, miras intikali olsun bitsin de, karısı
devretsin… E-e! Bir haftaya kalmaz, kamulaştırma kararı çıkar ve de
kamulaştırma parası herifin mirasçılarına ödenirse, benim zararım ne olacak,
bilin mi? Bilemezsin… Nereden bilecen ki… Puştun oğlu! Senin gibi dangalak bir
oğlu olduğundan, o adamcazın da kemikleri sızlıyordur şimdi mezarında.
Beceriksiz köpek! Allah belanı versin!”
“Amuca…”
“Amuca, Amuca… Ne? Ne var soysuz!”
“Amuca, adam, iki adamımı öldürdükten sonra, mecbur kalmışım,
vurmuşum, o adamı. Ben vurmasaydım, vallah, o bizi vuracak idi… Yoksam ben de
bilirdim ki, tapuyu devretmesi için gözünü korkutup dönecek idik…”
Celal bey, Ali Elmas’ın tapuyu devretmemekteki inadını
hatırlayınca gözü kara birisi olabileceğini düşündü.
“İmam efendiyi de öldürmüşün…”
“Çünkü, kullandığı traktörü üzerime sürüp ezmek istemiştir beni.
Üstelik beni bellemiştir ki, eşkalimi verip şahitlik ederdi.”
“Ya kaledeki o çocukla o adam?”
“O adam, benim adamımdı. Çocuk, olanları gördüğünden, adamımı
peşinden salıp yakala getir dedim ise de, kayalıkların tepesine kaçan çocuğu
yakalayıp getirirken, adam da, çocuk ta, ikisi de kayalıklardan yuvarlanıp
ölmüşlerdir.”
“Bi çuval inciri bok ettin ulan! Şu kepazeliğe bak… Jandarma izini
sürüp peşinden gelmeyecek mi, şimdi? Sen enselenince, beni itibarım ne olacak?
Katil, Celal Kabaloğlu’nun yegeniymiş, demeyecek mi millet? Ya, Celal
Kabaloğlu, tarlasını satmadı diye öldürtmüş adamı, derlerse; ben nasıl cevap
veririm onlara?”
“Hamido’dan bilinmekte her şey amuca. Jandarma, Hamido’nun peşine
düşmüştür…”
“Ne Hamido’su ulan? Hamido diye biri mi var ki; Hamido da sensin!”
“Kimse bilmez ki beni, amuca. Jandarma hayalet peşine gidecektir…”
“Bu anlattıklarını doğru kabul edip, seni bu defalık
gebertmeyeceğim; amma velakin, araştırıp soruşturduktan sonra yalan söylediğini
öğrenirsem çekeceğin var elimden…”
“Vallah doğru söylemekteyim amuca!”
Kahya Veysel, dineldiği yerden lafa karıştı.
“Fiko’nun yapabileceği bir şey gelir aklıma ağam…”
“Nedir o?”
“Adamın karısı…”
“Ne olmuş adamın karısına? Adam gibi anlatsana şunu kahya!”
“Fiko, adamın karısına yanaşır da…”
Celal bey onun demek istediğini anlayarak sözünü tamamlamasına
fırsat bırakmaksızın, “Afferim len, kahya… Ben nasıl akıl etmedim bunu…
Aferin…” dedi.
Celal Kabaloğlu masadan kalktı. Fiko’ya dönerek,
“Var git şu karıya… Gençlik aşkın değil miydi o senin?”
“He amuca…”
“Tarla karşılığında bir gecekondu alıp ver, kandır karıyı.
Çalışmak isterse, yurda kocasının yerine işe koyalım onu… Tamam mı, anladın
mı?”
“Anladım amuca.”
“Karı, ağabeyi Topal Hasan’ın yanında kalmaktaymış. Araziyi
devretmek istediğini söylemiş şoför Şahap’a. Var avukat Şamil’e, karıdan
vekaletname alın, tamamlayın devir teslim işlemlerini! Tamam mı, anladın mı
ulen?”
“Anladım amuca!”
“Bu sefer ağzına burnuna bulaştırmadan becer bari…”
“Beceririm evvel Allah!”
Celal Kabaloğlu, Kâhya Veysel’e, “Tamam, salıverin bu deyyusu!”
diye emretti. Ambardan çıktı, gitti.
Celal bey gittikten sonra Kahya Veysel, Fiko’nun gönlünü alma
çabalarına girişti. “Fiko ağam, yaptıklarım vallah beyimin emri idi. Kusura
bakmayasın emi…”
Fiko üstünü başını toparlayarak kapıya giderken, “Seninle daha
sonra hesaplaşacağım,” diye söylendi.
*