MEVSİM: GÜLBAHAR

r o m a n

Bulanık, ekonomik ve sosyal açıdan nispeten gelişmiş, ekonomik varlığı olan insanların oturduğu apartmanların, ticarethanelerin, bankaların, resmi dairelerin, v.s., bulunduğu  bir ana cadde ve bu caddeyi çevreleyen gecekondu mahallelerinden ibaret tipik bir Anadolu kasabasıydı.

Cadde boyunca sinerek yürüyüp gelen Fiko, ana cadde üzerindeki bir kahvehaneye yöneldi.

İçerden, sağdan sola okunan “KABALOĞLU KIRAATHANESİ” yazısının altından Fıko’nun elini siper ederek içeri baktığı görüldü. Sonra, kapıya dolanıp içeri geldi. Doğruca çay ocağına gitti, oradaki tabureye oturup, su kazanını kendine siper etti. Onun oturduğunu gören garson yanına geldi.

“ Hayırdır, ağam? Masaya geçmemişsin…”

“ Beni soran olmuş mudur?”

“ Kim soracaktı?”

“ Ne biliyim! Herhangi biri?”

“ Yok! Olmamıştır…”

“ Polisler, falanda mı?”

“ Hiç kimse…”

Fiko rahatladı.

─ Eyi! Bana bir çay ver!”

Garson bir çay doldurdu.

“ Gidip Şahap’ı ünle! Taksiyle gelsin!”

“ Bir yere mi gitcen?”

“ He!”

Garson, hızla kahvehaneden çıktı, gitti.

*

Taksi, kahvehane önüne geldiğinde, içinden inen garson kahvehaneye girdi. Çok geçmeden, Fıko, kahvehaneden çıktı, taksiye bindi.

“Nerede kaldın?”

“Müşteri vardı… Çiftliğe mi?”

“He!”

Taksi hareket ederken Fıko, kaygılıydı.

“Kaledeki çoban kız jandarmayı ayağa kaldırmış, eşgalimiz aranır olmuştur…”

“Yok be baba, yau… Hamido’nun çetesi peşinde jandarma. Senin esaminin bile okunmaz…”

“Öyle midir?”

“Öyledir!”

“Öyledir inşallah…”

*

Celal Kabaloğlu, atını dörtnala sürerek çiftlik avlusuna girdi. Sertçe durdurduğu attan indi. Hizmetçiler koşarak geldiler ve birisi atın yularından tutarken, diğeri atın üstüne bir battaniye örttü.
Kahya Veysel koşturup gelerek, elinde taşıdığı telsiz telefonu uzatıp Celal beye verdi.

“Avukat bey telefondadır, ağam..”

“Üstümü başımı değiştirip banyo edeceğim. Banyoyu hazır ettir!”

“Hazırdır beyim!”

“Bir takım iç çamaşırı da bıraksınlar!”

“Bırakıldı, beyim!”

“Eyi!”

Çiftlik evine doğru yürürken telefonla konuşmaya başladı.

“He, Şamil Bey, buyur!”

“… ”

“Ne diyon sen, avukat! Bir yanlışlık olmasın?”

“...”

Aldığı haberin onu, şok ettiği görülmekteydi..

“Tamam! Senle sonra konuşacam! Tamam!.”

Sinirden titremeye başlamıştı..

“Kahya!...”

Kahya Veysel, gene telaşlı koşturup geldi.

“Emriniz, beyim?”

“Sıçırtma emrine! Fıko geldi mi, onu de!”

“Gelmedi!”

“Gelecek! Gelmese de, getireceksiniz o şerefsizi!... Ölü ya da diri, getireceksiniz!”

“Bağışla beyim! Size bu öfkeyi yaşatacak ne etmiştir, Fıko ağam?...”

“Ağam deme o köpeğe! Haysiyeti bir köpekten beterdir! Benim soyadımı taşıyan öyle bir köpeği yaşatmam!... Geberteceğim onu, geberteceğim!”

“Emrederseniz, öldürürüz!”

“Kendi ellerimle öldüreceğim! Kendi ellerimle! Ambara indirin gelince! Git, o herif gelince çağır beni! Hadi, durma!...”

Kâhya Veysel geri dönüp uzaklaştı.

*

Kahya Veysel, sarı damalı taksinin çiftliğe girip, çiftlik evine doğru gitmeye başladığını görünce telaşlanarak yanındaki iki adamını peşinden koşturdu.

“Koşun! Fıko, Celal ağanın yanına varmadan bura gelsin!...”

İki adam koşturup, taksiyi çiftlik evinin önüne yanaşırken yakaladılar.

Fiko, adamların telaşını merak ederek, “Ne var?” diye sordu.

“Veysel ağam dedi, Veysel ağamın yanına varmadan ağamın yanına varmayacaksın!”

“Nerde Veysel ağan?”

“Odasında…”

Şahap, olanlara bir anlam veremiyordu. “Celal ağanın yanına girmemen için bir sebep olsa gerek! Yoksa, Celal ağanın öz be öz yeğenini, bir işçinin ayağa çağırması olur mu?”

“Herhal öyledir!”

Fıko, az ilerde, avlu içinde Kahya Veysel’i gördü ve eve girmeden onun yanına kadar yürüdüler. Fiko, ona çıkışarak, “Ne zaman palazlandın da, bize hükmeder oldun, kahya?” diye söylendi.

Kahya Veysel, kinayeli baktı, “Kes ulan, zevzekliği!” diye çıkıştı. Onu kolundan çekiştirerek ambara doğru yönlendirdi. “Celal ağamın emri, onu ambarda beklemendir. Yürü ambara!”

Şahap, kâhyanın davranışı karşısında gözleri fal taşı gibi açılarak kâhyanın üzerine yürüdü. “Ulan haddini bilmez deyyus!...”

Kâhya, Fıko’yu itip kakarken üzerine gelmekte olan Şahap’ı görünce belindeki silahını çekti. İki adamına, “Ambara götürün Fiko ağamızı!” diye emrederken, bir yandan da silahın ağzına mermi sürdü. İşçiler, direnmeye çalışan Fıko’yu ite çeke ambara doğru götürdüler. Kahya, silahı Şahap’a doğrulttu. Şahap donup kaldı. Kâhya Veysel onu itekleyerek taksiye doğru sürmeye başladı.

“De, sen git yoluna! Senle bi’işimiz yoktur!”

“Fıko’ya ettiğin nedir?”

“Ağanın emridir! Sen karışma!”

Şahap, sinirli arabasına bindi, çalıştırdı, hareket ettirdi. Camdan uzanarak; “İnşallah, ağamın emridir! Yoksa bu yaptıkların boyunu aşar, kahya!” diye söylendi.

“De, bas git!”

Şahap, son sürat gitti.

Kâhya, Fıko’yu zapt eden işçilerin yanına geldi. “Ağam gelene kadar salmayın onu!” diyerek oradan ayrılıp çiftlik evine yöneldi.

Çiftlik evine girerek doğruca işçi odasına geldi. Odada tek başına Kahya Kadın oturmaktaydı.

Kahya Kadın onu, “Ağan da’a banyoda!” diyerek karşıladı.

Geçip, masa başına oturdu. “İyi ya, ağam çıkana kadar bir sahan kavurma erit de yiyeyim, he bacım!”

Kadın denileni yapmak için kalktı.

*

Hacer Elmas, Kabaloğlu Kıraathanesinin kapısına gelip de içeriye doğru bakınmaya başladığında, garson merak ederek kapı önüne çıktı. Ona, “Birisine mi bakınmaktasın abla?” diye sordu.

“He, Fiko Kabaloğlu’na baktıydım.”

Garson, kadının kimliğini merak etmekteyken, “patron şimdi burada değil,” dedi.

Hacer Elmas hayal kırıklığına uğrayarak, “Ta Kayaköy’den geldiydim, görebileydim keşke,” diye söylendi. Garsona, “Celal beyle beni görüştürebilecek başka biri var mı bildiğin?” diye sordu.

“Celal Kabaloğu’ylan mı?”

“He?”

Garson, aynı cadde üzerindeki  taksi durağını işaret ederek, “orada Fiko ağamın teyzesi oğlu Şahap durur. Fiko ağam hep onun arabasıylan gider çiftliğe neye, bir var istersen ona,” dedi.

Hacer Elmas, “Tamam kardeş, sağ ol,” diyerek oradan ayrıldı. Şahap! Hemen hatırladı bu adı. Tam on yedi yıl önceden kara yağız, burma bıyıklı, kirli sakallı bir şoför geldi gözlerinin önüne; Fiko’nun onu kaçırdığı arabayı sürüyordu.

Taksi durağına vardığında, Şahap da çiftlikten yeni dönmüş, arabasını sıraya sokuyordu.

Hacer Elmas, taksi kulübesine vardığında, ona Şahap’ın taksisini gösterdiler. Gösterilen taksinin başına döndüğünde ise, saçlarına aklar düşmüş, suratında bıyık ve sakalın esemesi okunmayan, sinek kaydı tıraşını olmuş kırk yaşlarında bir adam buldu karşısında.

Kendini tanıtmasına bile gerek kalmadan, adam hemen tanıdı onu. Arabadan inerek, “Hacer bacım, bir emrin mi var?” diye sordu.

“Ben, Celal beye haber salmaya bir adam ararım. Kahveden Fiko’ya bakmışım, ama yoktur. Sen yardım edebilin belki!”

“He, ederim bacım.”

“İyi madem… Celal Beye köy yerindeki kocamdan kalma araziyi neyi satmak isterim. Alıcıysa, agam Hasan Topal’ı Yetiştirme Yurdu’nda bulsun, o getirsin bana onu!”

Şahap, bu gelişmenin Celal ağa için önemini  biliyordu. Kadının dediği gibi Celal ağaya haber verip, üzerine vazife olanı yerine getirmesi icap edecekti.

“Ben ulaştırırım haberi ya, gerisini ağam bilir, emi bacı!”

“Ben, ararlarsa bir hafta daha agamda misafirim.”

“Onu da derim bacı!”

“İyi madem, ben gideyim!”

Hacer Elmas, oradan ayrılarak cadde boyunca yürüdü, gitti.

*

( Mevsim Gülbahar - Fıko başlıklı yazı AliKemal tarafından 11/28/2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu