Arapça bir sözcük olan "münhal"in Türkçe karşılığı "boş" olduğundan, "münhal kadro"nun anlamının da "boş kadro" olduğu anlaşılabilir.
Devlet baba, belirli işleri için belirli sayıda
eleman çalıştırır. İhtiyaç ne kadarsa, o kadar! O nedenledir ki, emeklilik,
istifa, ölüm gibi nedenlerle boşalan "kadro", "münhal
kadro" konumuna geçerek, sahip olduğu koltuğu doldurabilecek çapta bir
popoyu beklemeye başlar.
Halil
Kaya, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesindeki "münhal Yardımcı
Doçentlik kadrosuna" atanabimek için
dört yıllık fakülteyi ilkokul okur gibi geçiştirdikten sonra yüksek
lisans, daha sonra doktora yapmak; özellikle de dört yıl boyunca orta öğrenim
düzeyinde verilen bir yabancı dil eğitimi sonrası titizlikle talep edilen
yabancı dil başarısını sağlamak, anasından emdiği sütü burnundan getirmişti.
Beş yıl ilkokul, üç yıl ortaokul, üç yıl lise, dört yıl lisans, iki yıl yüksek
lisans ve iki yıl da doktora, toplam onsekiz-ondokuz yılını, yani ömrünün bir
bölü dördünü eğitimle tüketmişti.
*
Anadolu
Üniversitesi rektörlük binasındaki Sosyal Bilimler Fakültesi dekanı Prof. Dr.
Nezih Al’ın bürosu iç içe iki odadan ibaretti. İçeriye, Nezih beyin yanına, dış
odadaki sekreter kızın yanından geçilerek giriliyordu.
Sekreterin
kulakları içerdeki sohbetten kendisine ulaşan seslerdeydi.
“Rektör,
bana ait bir münhal kadro hakkında herhangi bir emrivakide bulunmaz herhalde?”
“Ama
dekanım, siz de rektör beyi kıramazsınız...”
“Nedenmiş?
Kendi bölümüme rektör kırılmasın diye kendi yetiştirdiğim birisini atamak
yerine rektörün kızının nişanlısını filan atayamam doğrusu! ”
“Bu
problem olacak gibi...”
Halil
Kaya, elleri cebinde, içeri girip sekreterin önüne kadar geldi, “N’aber,
ablası?” diyerek hatır sordu. Genç adam yirmi dört yaşında
olmasına karşın saçlarının tepe noktasındaki kellik iyice belli olmaya
başlamıştı.
“İyilik…
Ne olsun?”
Bu
mesafesiz hatırlaşma birbirlerini uzun zamandır tanımalarından dolayıydı.
“Patron
beni bekliyordu…”
“Yardımcısıyla,
senin için kavga ediyor. Bekle biraz…”
Halil
Kaya, “okey,”
diyerek, iç odanın aralık bırakılmış olan kapısından duyulan seslere kulak
vermeye başladı.
“Herkesin
bir talebi var; şimdi moda olan bu… Neyse ki rektörümüz olgun bir adam. Münhal
Yardımcı Doçentlik kadrosuna doktora öğrencimi atayacak olmamı problem
yapmayacaktır.”
“İnşallah!”
Halil
Kaya’nın duyduğuna kulakları inanamadı. Fısıltıyla, “İşte bu!”
diye haykırarak, sekretere elini uzatıp, çak yaptı. Sonra, samba dansı...
Onun
bu çocuksu sevinci sekreter kızı güldürdü; güldüğü an sesinin içeri
gideceğinden korkuya kapıldı. Sus işareti yaparak kendisi sustu. Fısıldayarak, “ne var
bunda, bu kadar şımaracak? Otur şuraya!” diye söylendi.
Halil
Kaya, “Değil
şımarmak, takla bile atarım,” diyerek oturdu. Açık yakalanabilen tek bir münhal kadroya kapağı attığın belli
olduğunda sevinçten göbek atılıyordu.
Sekreter
kız, “benim
babam kurmay albaylıktan emekli oldu. Emekli olduğu yıla kadar, sürekli eğitim
gördü. Elli yıl…” dedi.
“Güleriz
ağlanacak halimize…”
“Öyle…
Emekli olduktan sonra da çalışıyor, biliyor musun? Emekli maaşımla
geçinemiyorum diyerek, ilkokul mezunu bile olmayan bir tüccarın yanında… Yah!”
“Yah…”
Ceketi
elbise askılığında asılı, üstünde kravatlı beyaz gömleği, gri tonlu pantolonu
ile tıraşlı, tüysüz, saçsız, elli yaşlarında kısa boylu bir adam olan S.B.F.
Dekanı Prof. Dr. Nezih Al, oturduğu yerden doğrulurken, yardımcısına muzipçe
baktı.
“Öğrencimin
doktorasını tamamlayarak okulumuzda akademik kariyere başlayacak olması
rektörden çok seni mi geriyor, ne?”
“Ne
münasebet?”
Masasında
bir şeyler toparlamaya başladı.
“Hadi,
bırakın bunları. Bu delikanlıya güvenin. Ne kabiliyette olduğunu ben biliyorum
onun. Şimdi izin verirsen, masamı toparlayayım da yola çıkmak için
hazırlanayım.”
Dekan
yardımcısı yerinden kalkarken, “Bu okulun birinci derecede sorumlusu olan sizsiniz. Bu sizin
bileceğiniz bir şey,” dedi. Elini uzatıp Nezih Al ile
tokalaştı. “Size
iyi yolculuk... Bir ay sonra buradasınız inşallah.”
“İnşallah...
Size bıraktığım vekâletle, ben dönünceye kadar bu atamaya ait işlemleri
tamamlamış olacaksınız, unutmayın...”
Dekan yardımcısı, bozularak, “Hiçbir şeyi unutmam. Bir ay sonra yeni görevine başlamış olur...”
diye söylendi.
“Umarım.”
Halil
Kaya, kapıdan çıkan olduğunu fark ederek bir hamleyle ayaklandı, odadan çıkan
dekan yardımcısı mesafeli tavırlarla onun önünden geçip giderken, o, kibirli
adamın uzaklaşmasını nefretle bakarak seyretti.
Prof.
Dr. Nezih Al, hızlı hareketlerle gitmek için hazırlanmaktaydı, epeyi bir şeyler
doldurdu çantasına. Telefonu çaldığında telefon alıcısını kulağına kaldırıp az
dinledikten sonra, “Gelsin!” dedi.
Kapı
çalındığında, kapıya doğru seslendi. “Gel, Halil’ciğim!”
Kapı açıldı, içeri Halil Kaya girdi, hemen kapı önünde ellerini kavuşturup
ayakta beklemeye başladı. “Beni emretmiştiniz hocam.”
“Estağfurullah!
Sınav sonucunu söylediler mi?”
“Yok.”
“Kendim
haber vermek istedim.” Adam,
onun yanına giderek yüz mimiklerini izlemeye başladı. “Doktoranı
tamamladığını söylememi umuyorsun, biliyorum.” Karşısındaki
gencin yüzündeki sevinmeye hazır rahatlığı gördü. “Böyle,
damdan düşer gibi olacak; ama, doktora tezinin kabul edilmediğini söylemek
zorundayım.” Bu defa Halil Kaya’nın yüzündeki rahatlığın hayal
kırıklığına dönüşümünü izleyerek muzipçe omzuna dokundu öğrencisinin. “Bunu hak
etmemiştin. Üzgünüm!”
Halil
Kaya, altı yıllık öğrencilik sürecinde bir kez bile şaka yaptığına şahit
olmadığı hocasının, kendisine şaka yapabileceğine en küçük ihtimal bile
vermiyordu, ama onun dekan yardımcısıyla konuşurken söylediği o lafları yeniden
yorumlamaya çalışarak, yanlış anlamış olamayacağına hükmetti. Evet, evet… Altı
yıl boyunca bir kez bile şaka yaptığına şahit olmadığı hocası bu defa şaka
yapıyordu. Yüzünün çizgileri yeniden yumuşadı, gözleri yine ışıdı.
Prof. Dr. Nezih Al, “Bir ay boyunca yurt dışında olacağım. Senden ricam, bu arada
yeni bir dosya hazırlaman,” dedi. Bu arada öğrencisinin kaçamak
bakışlarının ışıdığını o da fark etti ve sempatiyle gülümsedi.
“Yemedin
değil mi?”
“Yok.”
Halil
Kaya mahcuplukla gülümsedi.
“Kapı
aralığından misafirinizle konuştuklarınızı duydum da…”
Masasına
dönerek çekmecesinden çıkarttığı evrağı Halil Kaya’ya götürüp, “Hadi, daha
fazla üzmeyeyim seni,” diyerek teslim etti. “Çok başarılı
bir öğrencilikten sonra, bunu hak ettin sen!” Verdiği evrağı
eline alan Halil Kaya’yı yanaklarından öperek tebrik etti. “Tebrik
ederim!”
“Çok…
Çok teşekkür ederim, hocam… Yani, şey… Aldım mı? Doktoram bitti mi, yani… Çok
teşekkür ederim! Her şey sizin sayenizde oldu!” Halil Kaya’nın sinirlerine hâkim
olamayarak gözlerinden yaşlar gelmeye başladı. “Çok teşekkürler!”
Prof.
Dr. Nezih Al, askılıktaki ceketini sırtına geçirdi, masasının üstünden
çantasını aldı. “Benim şimdi, çıkmam gerekiyor… Haydi, beraber çıkalım!”
Halil
Kaya, hocasıyla tokalaşırken, “Tabii… İyi yolculuklar dilerim, hocam!” dedi.
Nezih
bey, tokalaştığı öğrencisinin elini kapıya kadar bırakmadı.
“Sağ ol! Sen
ne zaman dönüyorsun Ayvalık’a?”
“Buralarda
bir işim kalmadı. Bugün giderim.”
“Çok
iyi... İyi bir tatil yaparsın artık... Bir ay sonra buraya gel de, üniversitede
ki işine başlatalım.”
“Gelirim
hocam.”
Prof.
Dr. Nezih Al, “Tamam. Sana da iyi yolculuk!” diyerek kapıyı
açmak için uzandı.
Halil
Kaya, ani bir refleksle hocası için kapıyı açtı, tuttuğu kapıdan çıkmasını
bekledi. Onun peşinden kendisi de kapıyı çekerek çıktı.
*
Eskişehir
Anadolu Üniversitesinin Tepebaşı kampusu içindeki sessiz ve hareketsiz ortam,
huzursuzluk kokuyordu. Tam bir kaos dönemi yaşanıyordu. Halil Kaya ortalıkta
yalnız başına bulunmaktan kurtulmak ihtiyacıyla, acele adımlar atarak Yunus
Emre kampusu yönünde uzaklaştı.
Mavi
Hastane önündeki yol boyunca ilerliyordu.
Karşı yönden birilerinden kaçarak gelen öğrenciyi gördü. Her kaçanın bir de
kovalayanı olurdu. Müthiş bir korkuya kapılarak o da hastane binasına doğru
kaçtı.
Bir
yerlerden birileri ortaya fırlayarak, taşlarla sopalarla kaçan öğrenciyi
kovalamaya başladı. Hastane kapısı içinden hastane görevlileri ile birlikte
onları seyretti bir süre.
Kapıdaki Güvenlik Memuru, “yiyin birbirinizi serseriler!” diyerek küfretti.
Hastabakıcı
kılıklı diğer bir görevli, “hastanemizin müşteri adayları onlar,” dedi. “Az sonra ya
ölüleri, ya dirileri getirilir buraya.”
Halil
Kaya, kovalayanların da gözden yitmesi üzerine dışarı çıkarak, hızla uzaklaştı.
*
Prof.
Dr. Nezih Al, rektörlük binası önündeki park alanından aldığı arabasıyla
hareket ettiğinde, kendisine doğru kaçarak gelen öğrenciyi gördü. Öğrenciyi
kovalayan grup, aradaki mesafeyi iyice kapatmıştı ve kaçan öğrenciyi yakalamak
üzereydiler. Bunu fark ettiğinde, onların yakalayacakları öğrenciye büyük bir
zarar vereceklerinden kaygılandı. Arabasının vitesini büyültüp, tekerleklere
patinaj yaptırarak kaçan öğrencinin yanına ulaştı, arabanın ön kapısını açarak,
“bin
haydi! Çabuk!” diye bağırdı. Öğrenci, can havliyle arabanın
içine atladı; iyice korkuya belenmiş, tir tir titriyordu.
Arabasına
aldığı öğrenciyi oradan kaçırmak için, hızla kovalayanların arasına daldı,
kendine yol açtı. Kenarlara kaçışanlar ellerindeki sopalarla, taşlarla arabaya
vurmaya başladılar.
Açtığı
yoldan uzaklaşmaya başladığında, patlayan bir silah sesi duyuldu. Araba
uzaklaştı, uzaklaştı, o süratle, yol kenarındaki bir çam ağacına çarparak
durdu.
Silahı
atanla birlikte olayın vahametini anlaya diğerleri, çil yavrusu gibi bir yana
kaçıştılar.
Kurşun,
Prof. Dr. Nezih Al’ın sırtındaki ak gömleği ala boyamıştı.
*