Bora ile Hülya, Hülya’nın odasında, yatakta uzanmışlardı. Hülya uyku halindeyken Bora’nın gözleri aralıktı ve düşünceler içindeydi.

Cemal, odasında, bir masanın başında oturmuş, sesini iyice kıstığı radyodan müzik dinlerken önündeki kitabı okumaktaydı.

Döküntü 124 Murat, ıssız caddede oldukça yavaş ve sessiz bir halde ilerlemekteydi. Arabanın arka koltuğunda oturan bir karaltı yol boyunca pür dikkat evlere bakınıyordu.

Yolun sağ tarafındaki üç katlı bir evin önünden geçerlerken, arka koltuktan uzanıp şoförün omzuna dokunarak, başıyla sağdaki evi işaret etti.

Otomobil evin az ilerisinde durdu. Otomobilden arkada oturan, etrafa dikkat ederek indi ve eve doğru sinerek ilerledi. Doğruca evin pencerelerinden birine sokuldu. Cemal’in odasından yayılan hafif müzik sesini işitti. Belinden silahı çekerek, sesin duyulduğu pencerenin önünde mevzilendi ve penceredeki perdenin aralığından içeri görmeye çalıştı.

Cemal odasındaki masada kitap okumayı sürdürürken penceresi dışındaki hareketliliği hissederek okumayı kesti ve pencereye doğru dikkat kesildi.

Bir süre baktıktan sonra kalktı, odanın ışığını söndürdü, masanın çekmecesinden silahını aldı, ağzına kurşun verdi, duvar dibinden sinerek pencereye yaklaştı, perdeyi aralayarak dışarıya baktı.

Adam perdenin aralandığını fark ettiği an, gördüğü karaltıya doğru silahını ateşlemeye başladı.

Pencerenin camı şangırtılarla un ufak olurken, ortalığı silah seslerinin tınlaması sardı. İçerde gördüğü karaltı kıvranarak yere düşerken tutunduğu perdeyi de çekti, düşürdü.

Hülya’nın odasındaki Bora kurşun sesleriyle irkilerek ayağa fırladı, onun ani hareketiyle Hülya’da korkuyla uyanarak ayaklandı, ikisi birden odadan dışarı koştular.

Bora silah seslerinin duyulduğu odaya daldı. Pencerenin dışındaki karaltı, onun gelişiyle ateşi kesip, kaçarak uzaklaştı. Bora, dışarıdan ulaşan hafif aydınlıkta Cemal’in kanlar içinde yere devrildiğini görerek, başına koştu, bir an onunla ilgilendi, sonra ani bir kararla yere düşmüş olan silahı kaptı, Cemal’i orada, öylece bırakarak, odadan fırladı, çıktı.

Holden dış kapıya doğru koşarken Hülya önüne atladı, “Hayır Bora! Yalvarırım çıkma!” diyerek tutmak istedi, ama o, kızı silkeleyip düşürdü.

Hülya, düştüğü yerden oğlanın bacaklarına sarılarak engellemeye çalıştıysa da Bora, ondan kolayca kurtularak dış kapıyı açtı.

Hülya, hala onun arkasından bağırmaktaydı. “Bora!... Hayır...”

Evin dış kapısı açıldı, Bora dışarı çıkar çıkmaz kaçan adamın peşinden koşmaya başladı. Yolun az ilerisinde duran otomobile doğru koşmakta olan karaltıya doğru seri bir şekilde ateş etmeye başladı.

Evden doğru Hülya’nın çığlıkları yankılanmaktaydı. “Yapma Bora! Ellerini kanlama Bora! Hayatını karartma!”

Bora arabaya girmek üzere olan adamı tam arabanın kapısını açmışken vurdu.

Araba cayırtılar çıkartarak aniden harekete geçti, hızla uzaklaşmaya başladı. Bora son mermilerini de arabanın arkasından sıktı. Otomobil kayıplara karıştı. Bora Kavak otomobilin hareket ettiği noktaya ulaştığında yerde yatan genç adamın yakasından yapıştı, onu tanıyarak büyük bir şok geçirdi. “Metin!...” Vurduğu adamın Cemal’in ve kendisinin sınıf arkadaşı Metin olduğunu gördü. Metin son nefesini vermek üzereydi,“neden? Neden, Metin, neden saldırdın Cemal’e, neden?...” Metin’in öldüğünü gördü. “Önce babamı! Şimdi de arkadaşımı! Lanet olasıcalar, ne istediniz bizden! Ne!... Ne yapmaya çalışıyorsunuz, ne?...”

Onu orada bırakıp eve doğru koştu.

Bora karanlık odaya girdiğinde hemen ışığı yaktı, pencerenin önünde, yerde kıpırdayarak yatan Cemal’in başına çömeldi.

Cemal acılar içinde gözlerini açtı, yardım diler gibi baktı.

Bora adeta bilinçsizlik içindeydi. Cemal’i kucağına aldı, odadan koşarak çıkardı. Hülya çok ağır bir şok halinde holde yere kapaklanmış durmaktaydı.

Bora, oraya ulaştığında, kıza, “Hülya! Kalk Hülya, ambulans çağır. Kalk! Çabuk!...” diye seslendi.

Bora sokağa çıkarken, Hülya, aniden ayaklandı, telefon etmek için salona gitti.

Bora kucağında zorlanarak taşıdığı Cemal ile caddenin ortasına kadar geldi. Gelip geçen tek bir vasıta dahi yoktu. Çok geçmeden, yolun başından sirenlerini yakarak bir polis minibüsü belirerek geldi, önlerinde durdu.

Bora hemen minibüsün kapısına koşturarak Cemal’’i minibüse bindirmeye yeltendi. Minibüsün içinden çıkan polisler onu engelledi.

"Ne yapıyorsun sen kardeşim? Doktor gelinceye kadar, yaralıyı, yerinden kıpırdatmaman gerekirdi!"

Bora, çırpınarak, "O, hemen hastaneye yetiştirilmeli. Lütfen yardım edin. Lütfen... Kanaması var, lütfen!" diye yalvardı.

"Tamam, tamam, yardım edeceğiz; önce şurada temizce bir yere yatıralım onu." Yardım ederek kucağındaki yaralıyı kaldırıma, yere uzattılar, birkaç polis de öteki adamın başına gittiler. "Yaralının kanamalı yerlerine tampon uygulayalım. temiz, ıslak bir bez getirin. Çabuk!"

Ellerinde bez parçalarıyla birlikte bir kaç komşu, aynı anda koşarak geldi. Polis memuru, alışık olduğu bir işi yapıyormuşçasına, aldığı temiz bezlerle kanamalı yerleri kapatmaya başladı.

Çalışmalara nezaret etmekte olan bir Komiser Yardımcısının elindeki telsizin mekanik sesi susmaksızın tınlıyordu. "4519...Olay yerine gecikmeden bir ambulans yollanılsın! Tamam..."

"Merkez... Anons yapıldı. Tamam..."

"Olay Yeri İnceleme geliyor. Tamam..."

" Çevre güvenliğini sağlayın. Tamam..."

"4519...Olay yerine bir cenaze aracı gönderilsin. Tamam...

Polisler, alışkın hareketlerle yapılması gereken tüm eylemleri yerine getirmeye başladılar. Olay yeri, izlerin ve delillerin korunmasını sağlamak üzere şeritlerle ve levhalarla çevrildi.

O arada ambulans ve hemen arkasında cenaze aracı siren sesiyle ışıklar saçarak geldiler, ambulansın arkasından indirilen sedyeyle beraber gelen beyaz giysili görevliler Cemal’i sedyeye çıkartırken, başka birkaç görevli az ilerdeki ölünün başına ulaştılar. Bora ile konuşan Komiser Yardımcısı ve bir polis memuru onu alıp polis minibüsüne doğru itekleyerek götürdüler. Cemal’i almış olan ambulans hareket etti.

O uzaklaşırken, bir polis otomobili daha geldi, minibüsün az önünde durdu. İçinden inen sivil kıyafetli polisler, minibüsün başındaki Komiser Yardımcısı ile uzun uzun konuşarak bilgi aldılar.

Bora minibüsün içinden pijamalarıyla, gecelikleriyle, korkudan sokağın bir yerlerine sinmiş meraklı seyircileri gördü. Onların önünden Cemal’in siren sesleri ile uzaklaşan ambulansla götürülüşüne baktı. Sonra başını eve doğru çevirdi.

Hülya hala şok halinde kapının önünde neler olduğunu anlamak ister gibi bakınmaktaydı. Sonra koşarak geldi, minibüsün dışındaki polislerle bir şeyler konuştu; sonra da, o da minibüse bindi, Bora’nın yanına oturdu. Olanları anlayamamış, inanamamış bir haldeydi, “Ne yaptın Bora? Neden... Neden...” diyerek oğlanı azarlamaya başladı.

Öteki adamın ceset torbasına konulmaya başlanıldığı sırada polis minibüsü hareket ederek uzaklaştı. Bora başına gelen şu olayların anlamını yorumlamaya çalışarak başını eğip düşüncelere daldı.

Kızılcıklı Mahmut Pehlivan caddesinden ayrılan ambulans Devlet hastanesinin acil servisi önüne gelip yanaştı. Hastane görevlileri ve ambulansla gelen görevliler ambulanstan sedyeyi indirerek, üstündeki Cemal’i aynı hızla hastane içine taşıdılar.

Acil servisteki genç cerrah, “ Tabancayla vurulan hasta bu mu?”diye sordu.

Ambulans görevlisi, “Evet. Evet, bu!“ diye cevapladı.

Hastabakıcı adam sedyeyle içeri doğru hareketlerini yavaşlatan birkaç sivile, “Açılın, açılın!” diye seslendi.

Cemal, sedyede baygın vaziyette, hareketsiz ve üstü örtülmüş bir şekilde içeri getirildi.

Görevli hemşire çabucak, kan örneği aldı. Diğer bir hemşire de öteki kolunda bulduğu bir damara serum iğnesi taktıktan sonra onu bantladı.

Genç cerrah, ambulans görevlisine, “ilk müdahale yapıldı mı?” diye sordu.

“Evet efendim, iki bölgedeki kanamaya turnike uyguladık.”

“Tamam. Yaralıyı ameliyathaneye alalım hemen.”

Acil doktoru elinde bir form, hasta ile ilgili verileri işlemekteydi...

*

Bağlar Caddesindeki Çarşı Karakoluna geldiklerinde araçtan indirilen Bora Kavak ve yanında Hülya karakol binasından girdiler.

Bora Kavak hemen sorgulanmaya alınmıştı. Loş bir odada, bir masada oturtularak karşısındaki sert tavırlı iki polis memurunun sorularını cevaplamaya başlamıştı. Polis memurlarından birisi, soruları soruyor, diğeri de Bora Kavak’ın verdiği cevapları önündeki daktiloda takılı araları karbonlu kağıtlara yazıyordu.

“Adın soyadın?”

“Bora Kavak.”

Daktilodaki polis şaşalayarak, “rahmetli Cevat Kavak ile bir hısımlığın var mı?” diye sordu.

“Oğluyum.”

Bu defa ayaktaki polis de şaşırdı ve “oğlu mu?” diye tekrarladı.

Daktilodaki, tekrar, “Cevat başkomiserimin oğlu musun?” diye sordu.

“Evet.”

“Başın sağ olsun kardeşim! Baban çok değerli bir polisti.”

Polis memurları sert tavırlarını terk ederek müşfik bir tavır takınmaya başladılar.

“Bu olay nasıl oldu Bora? Bütün ayrıntılarını sıkılmadan anlat oğlum!”

“Tamam. Ben Bahçelievler’de babamdan kalan evimizde, annemle oturuyorum."

Daktilo yazan, yazmayı bırakarak, “Eviniz Civan sokakta…” dedi. “Minibüsle babanı almak için, ya da bırakmak için oraya çok geldik.”

“Evet. Babam için her gün gelirdi polis minibüsleri. Tabii ben, minibüs içindekilere hiç dikkat etmezdim.”

“Normaldir… Olay yerinde bulunuş nedenin ne?”

“Olayın vukuu bulduğu evde misafirdim. Dışarıdaki bayan ve saldırıya uğrayan Cemal ile okuldan arkadaş olduğumuz için, Hülya’nın odasında birlikte ders çalışıyorduk. Sonra Cemal uykum geldi diyerek odasına gidince, biz de Hülya’nın odasında kalmıştık. Hülya, aynı zamanda kız arkadaşım olur… Yani, sevgilim. Evlenmeyi düşünüyoruz, okullarımız bitince, yani bu yıl… Yani...Bu olaylar olmasaydı, demek istiyorum. Okullarımız bu yıl bitecekti de... Sonra… İşte, biz onun odasındayken, ben, silah sesini duyarak Cemal’in odasına koşturdum. Cemal’in penceresindeki bir kişi ona ateş ediyordu. Cemal ölmüş gibiydi… Yani, vurulmuştu… Ölmüş mü?... Akıbeti hakkında bir bilgi var mı acaba? ”

“Öğreniriz… Sen anlatmaya devam et.”

“İşte, Cemal yere düşmüştü. Elinde tabancası vardı. Ruhsatlı tabancası. Babası milletvekili onun… Oğluna o almış ruhsatı herhalde. Aldım tabancayı, ben de pencereden ateş edene ateş ettim.”

Polis yazarken, “ben de pencereden ateş edeni korkutmak maksadıyla ateş ettim…” diyerek tekrar etti.. Sonra Bora’ya, “korkutmak maksadıyla, öyle dedin değil mi?”

“Evet, evet… Korkutma maksadıyla ateş ettim. Sanırım o esnada yaralandı ve kaçmaya başladı. Onu bekleyen bir otomobil vardı, onun bu yaralı şahsı almadan kaçıp gittiğini gördüm… Sonra o yaralı şahıs yere yığıldı kaldı. Hastaneden gelenler ceset torbasına koyuyorlardı. Sanırım ölmüştü.”

“Arkadaşın, sen gelmeden önce silahıyla ateş etmiş miydi Bora?”

“Etmişti.”

“Ölen şahsı senin mi, yoksa onun mu yaraladığını bilmiyorsundur herhalde?”

“Yok, biliyorum. Ben vurdum.”

“Nereden biliyorsun be oğlum? Belki arkadaşın yaralamıştır.

“Arkadaşın da hastanedeymiş… Ağır yaralıymış… Ameliyattaymış ama, ölmeyecekmiş, rahatla…”

“Arkadaşının babası milletvekiliymiş… Onlara bir şey olmaz. Sen korkutmak için ateş ettin, vurdun mu vurmadın mı herifi, görmedin. Daha önceden vurulmuş da olabilir… O karanlık ortamda, karmaşa da görmüş olamazsın…”

“Ama…”

“Uzatma!”

“Devam et, olayı anlatmaya…”

“Sonra size haber verdik işte. Buraya geldik.”

“Tamam, oğlum. Bugün misafirimizsin burada… Bir hastahaneye gidip geleceğiz. Sonra, sabah Cumhuriyet Savcısına çıkarırız… Ondan sonrası da Allah kerim! Hadi şimdi çık da, kız arkadaşının da bir ifadesini alalım.”

*

Mahkeme salonunda Bora Kavak ayakta, Mahkeme Reisinin sorularına cevap veriyordu. Hülya, yanında jandarmalar, oturduğu yerden onun sorgulamasını takip etmekteydi.

Mahkeme reisi,  “ne iş yapıyorsun?”diye sordu.

Bora Kavak, “öğrenciyim, efendim,” dedi

Mahkeme reisi Hülya’yı göstererek, “bu hanımefendi ile ilişkin?” diye sordu.

“Kendileri sınıf arkadaşım ve kız arkadaşım olurlar.”

“Kız arkadaşın… Sevgilim mi demek?”

“Evet.”

*

Mahkeme reisi, sivil polis amirine, “ateş edilen silahlar hakkında balistik inceleme tamamlandı mı?” diye sordu.

Sivil polis amiri, “Hayır, henüz neticelenmedi yargıç bey,” dedi.

*

Mahkeme reisi, hızla önündeki dosyaları karıştırmaktayken, savcıya, “Cemal Kabaloğlu ile ilgili evrakların noksan olduğu görülüyor,” dedi.

Savcı, “şahısın tedavisi sürdüğünden henüz ifadesine başvurulamadı sayın yargıç,” diye cevap verdi.

*

En sonunda ayağa kalkıldı ve mahkeme reisi kararı açıkladı: “Dosyada noksan olduğu saptanan soruşturma evraklarının da tamamlanmasını teminen duruşmanın…”

*

Bora Kavak, jandarmalar arasında götürüldü. Adliye binasından elleri kelepçeli olarak çıkartılırken, Hülya’nın peşleri sıra gelmekte olduğu görülüyordu.

Mahkeme reisi, “olayla direkt ilgisi olmadığı saptanan Hülya Ak’ın tutuksuz olarak…” diyerek, onu serbest bırakan kararını bildirmişti.

Hülya, ıslak gözleriyle onunla konuşmaya çalışıyordu. “Arabamı satarak avukat tutacağım, görürsün bak, tüm hafifletici sebeplerle, alabileceğin en az cezayı alacaksın.”

Bora, ona, “Her şey için çok geç,” diye karşılık verdi. “Geçmiş olsun! Hiçbir şey, hiçbir şeyi geri getiremez. Çok yazık! Çok! Artık yas tutmak için çok geç; zaten, yas tutmak da istemiyorum. Çaresizliği, gereksiz bir yük gibi, yüreğimde taşımak istemiyorum…”

Jandarma Astsubayı kolundan çekiştirerek onun hareketini yönlendirirken, o, jandarma astsubayıyla bir şeyler konuşmaya kalkışınca, astsubayın iteklemesiyle cezaevi aracının içine girdi.

Araba hareket ederek uzaklaştı.

*GAZETE MANŞETLERİ:

“Şehit Başkomiserin oğlu, babasını şehit eden teröristlerden intikam aldı…”

“İktidar Partisi Genel Başkan Yardımcısı Celal Kabaloğlu’nun oğluna silahlı saldırı…”

Alt Manşetlerde, genelde,: “İki grup arasında çıkan silahlı çatışmada bir ölü, bir ağır yaralı…” türünde şeyler yazılmıştı.
Bunun yanı sıra yazanların kendilerinin bile inanmadıkları martavallar… Özellikle muhalefet gazetelerinde, İktidar Partisini hedef alan gazetecilik terimiyle asparagas, yani şişirme haberler, havalarda uçuşturulmuştu.

*

Cemal’in ameliyatı bitmiş, özel bir odaya alınmıştı.
İktidar Partisinin İl Başkanı, teşkilat mensupları hastane odasını adeta tıka basa doldurmuşlardı. Oda adeta bir çiçekçi dükkânına döndürülmüştü. Çok saygıdeğer başbakanından bakanlarına, bakanlarından milletvekillerine, milletvekille-rinden il temsilcilerine kadar herkes çiçek göndermişti. Partilerinin genel başkan yardımcısı ve Muş Milletvekili çok Sayın Celal Kabaloğlu hastaneye gelmek üzereydi ve hepsi, onu karşılamak için hazır ve nazırdı.

Bu özel odadaki özel karyolada, kolunda serumuyla mışıl mışıl uyuyan delikanlı, kimsenin pek de umurunda değildi. Bir mırıltıdır alıp yürümüştü.

Henüz haberlerinin olmadığı şey ise, az sonra buraya gelecek olan o adam, onları, bu odada bu şekilde bulunmaları nedeniyle küfürler ederek dışarı atacaktı.

*

( Mevsim Gülbahar-boranın İntikamı başlıklı yazı AliKemal tarafından 13.12.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu